Yazar Polat Onat'ın, Nuri Bilge Ceylan'ın Ahlat Ağacı filminde “Su Katılmamış Taşralı” metninin izinsiz kullanılması gerekçesiyle açtığı davayı kazanmasıyla yaptığı açıklamanın ardından Mesut Varlık sessizliğini bozdu.
Yazar Polat Onat tarafından, Nuri Bilge Ceylan'ın Ahlat Ağacı filminde “Su Katılmamış Taşralı” metninin izinsiz kullanılması gerekçesiyle açılan dava sonuçlanmıştı. Yönetmen ve senarist Nuri Bilge Ceylan, Ahlat Ağacı filminde yer verdiği mektupta Polat Onat’a ait metni izinsiz kullandığı gerekçesiyle tazminat ödemeye mahkum edilmişti. Medyada geniş yer bulan konuyla ilgili konunun uzaktan muhataplarından Mesut Varlık'tan da açıklama geldi.
Mesut Varlık K24'ten yayınladığı yazısında şu ifadelere yer verdi:"... Nihayet, önceleri tehdit olarak masaya konan, hikâyenin en başından beri sahnede tutulan dava, “amacı her ne ise ona beni alet etmeden” NBC’ye ve Zeyno Film’e yönelik açıldı.Avukat Betal Özay’la görüştük, zaten yazışmalar, yazılar, yayınlar ikimizin de elindeydi, konuyu fazla uzatmadan durumu değerlendirdik ve olaysız dağıldık. Bir daha da görüşme ihtiyacı duyulmadı.Zaten davanın açılmasıyla birlikte ortalık dindi, tweet’lerin, haberlerin arkası kesildi, hukuki süreç işlemeye başladı.Dava açıldıktan üç yıl sonra Polat Onat’ın yeni bir kitabı daha yayımlandı: Taşra Mektubu Olayı ve Yazarın Yayımlanmamış Tüm Yazıları kitabı, “yazarın” bloğunda yayınladığı yazıları, yayımlanmamış diğer yazılarıyla birlikte, Ağustos 2021’de, “yazarın” önsözünde söylediği gibi, Kırmızı Leylek Yayınları’nın editörünün ısrarıyla.
Neredeyse beş yıllık dava süreci boyunca NBC ile görüşmelerimizde, “Nasıl gidiyor dava-Devam ediyor, bakalım”dan öte bir yer edinmedi.Çünkü en başından beri bu talebin mesnetsiz olduğunu düşünüyordum. Ortada istinaf kapısı açık olsa da sonuçlanmış bir dava olduğu için kelimeleri seçerek kullanmaya çalışıyorum ama bence konumuz hâlâ mesnetsiz bir talepten öte değil. Aşağıda açıklamasına gireceğim, şimdi konuyu dağıtmadan hikâyemize devam edelim.
İstanbul 1. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nin 2022/210 Karar No’lu, 15/11/2018’de açılan ve 13/12/2022’de karara bağlanan “Esere tecavüz” ve “maddi ve manevi tazminat” davası, istinaf kapısı açık olmak kaydıyla 16/12/2022’de yazılan Gerekçeli Karar ile sonuçlandı.Ve evet, vaat edilen sıfırlar eklenmiş, 30.000 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminat talep edilmiş.Dava sürecinde, beklendiği gibi, bilirkişi raporları alınmış. Üçer kişiden oluşan üç heyetten alınan üç rapor da benzer sonuçlara varmış. (Her üç raporun da ödenmesini uygun gördüğü rakamların, talep edilen toplamın çok daha düşük bir seviyesinde olduğunu not düşeyim, telif konusunun Türkiye’deki düzeyini siz anlayın ama bu, konumuzun çok dışında olsa da.) Bilirkişi raporlarının hepsinde benzer sonuçlar gelince, mahkeme de hepimizin bildiği karara hükmetmiş.Gerekçeli karar metninden birkaç cümleyi işaret etmekle yetinmek isterim. Örneğin; “Bu mektubun senaryoda zikredilmesi esnasında davacı isminin zikredilmemesi sebebiyle eser sahibinin manevi haklarından ‘adın belirtilmesi yetkisi’nin ihlal edilmiş olduğu sonuç ve kanaatine varıldığı”... Oysa “adın belirtilmesi”nin, filmin “alıntılar” ve/ya “teşekkürler” kısmında adın belirtilmesiyle karşılandığı değerlendirilebilir. Yoksa her “olmak ya da olmamak” dendiğinde “Shakespeare” de denmesi gerekecektir “X’in dediği gibi” demeden hiçbir yazarın, düşünürün, sanatçının sözü alıntılanamayacaktır.
Davanın sonuçlanmasının ardından sosyal medyada yapılan yorumlarda da karşımıza çıktığı gibi, ortada bir sözleşme bulunmuyor – çünkü bunu gerektirecek bir durum söz konusu değil. Yine de karar metninde “Davalı yan mali hakları izinle kullandığına dair belge sunamamıştır” diye ifade edilmiş.Bu olay bazında baktığımızda, daha en başından sözleşme yapılmış olsaydı sonucu ne kadar değiştirirdi, emin değilim. Zira bu eksiklik de gerekçeli kararda maddi karşılığın tespitinde yaşanan zorluk bağlamında dile getiriliyor, buna gerek olup olmadığı açısından değil. Tespit için sorulan meslek birliklerinden de dişe dokunur bir yanıt alınamamış: “Davacı ile davalı taraf arasında imzalanmış bir sözleşme dosya kapsamında bulunmadığı gibi, emsal telif bedelinin sorulduğu meslek birliklerinden de olumlu bir yanıt verilmemiştir.” “[E]serlerin film içinde kullanımında nasıl fiyatlandırılacağı konusunda herhangi bir somut ölçü ve maktu bir bedel biçme yöntemi bulunmamaktadır. Bu durumda her eserin popülarite, kullanım alanı, konusunda uzman bilirkişi heyetince incelenip rayiç belirlenmiştir.”
Üçüncü bilirkişi raporunda, diğerlerinde yer almayan bir ayrıntı var: “Davacının dava dışı Mesut Varlık’a hitaben yazdığı mektubun...” Yayıncılığın en karmaşık, bitmeyen tartışmalı konularından biridir; mektup. Hukuki çerçevede, “eser niteliğindeki mektup” diye anılan ama eser niteliğinde olmanın veya olmamanın sınırının çizilemediği bir durum. Konunun dehlizlerinde kaybolmadan, odağımız olan olay bağlamında konuşayım: Ben eğer Polat Onat’ın sadece bana gönderdiği mektubu “ona haber etmeden” birine verseydim ve o kişi de o mektuptan sözleri bir mecrada “kendi malı gibi” kullansaydı, Polat Onat yerden göğe kadar haklı olurdu. Önceki cümlede tırnak içine aldığım iki şeyden biri dahi olsaydı: Özel alanda gönderilen bir mesaj, izinsiz yollarla, kamusal alana taşınmış olurdu ve bu bir suçtur. Oysa yayımlanması için yazılı izin alınmış bir metinden hiçbir şekilde izin gerektirmeyecek bir boyutta alıntı yapılmıştır. Yapılma şeklini, üslubunu beğenirsin beğenmezsin, hoşuna gider gitmez ama telefonla, e-postayla, yazıyla, kitapla... dilediğin iletişim alanı neyse onunla tepkini gösterirsin. Şahsen bunun da yapılmaması gerektiği, eserin kamusal alana ulaşmasıyla birlikte kamusal etkileşime açıldığının anlaşılması gerektiği kanaatindeyim ama verilmek istenen bir tepki varsa, buna da kimse engel olamaz. Ancak dava açmak, konuyu hukuk alanına taşımak, benim metnimi kimin nasıl değerlendireceğine de ben karar veririm, deme iddiasını taşır, ki...
Yine bağlantılı olarak, bir tartışmalı kısım da şurası aslında: Dava, yönetmene ve yapımcıya açılıyor. Anlaşılır. Ortada bir film var ve o filmin de hukuken tüm sorumluluğunu üstlenen iki isim var. Oysa bir adım daha içeri girelim; söz konusu alıntıların yapıldığı yer senaryo metni ve onu kaleme alan üç kişi var: Nuri Bilge Ceylan, Ebru Ceylan ve Akın Aksu. Yapılan alıntı haricinde filmde söylenen sözlerin mahiyeti de davaya konu olduğuna göre, NBC ve yapımcı haricindeki isimlerin de davaya dahil edilmesi gerekmez mi? Hayır, gerekmez. Kendi aralarında konuşacaklardır, esprisini mi yaparlar kavga mı ederler bilinmez ama senaryonun hakları, yönetmen ve yapımcı tarafından alınmış, üstlenilmiştir. (Oysa söz konusu davanın gerekçeli kararında, hükmedilecek telif için hesaplama yapılırken filmin bütçesi içerisinde senaryoya ayrıldığı öngörülen kısım üzerinden hesaplama yapılıyor. Garip değil mi?)
Disiplin farklarından kaynaklanan, sinema ile yayıncılık açısından bazı nüanslar var elbette ama o ayrıntılara burada girmeyeceğim. Çünkü konumuz temelde şu: Bu iki disiplinin hak alanları, hak alan tanımları çarpıştığında neye göre, nasıl karar vereceğiz? Sinema sektöründe olduğunun aksine, maalesef Türkiye’deki yayıncılık piyasasında üretim zincirinin halkaları arasında sözleşme zinciri “henüz” böyle işlemiyor. Yıllardır, söylediğim için işitmediğim söz kalmayan, “Türkiye’de henüz yayıncılık bir sektör haline gelmedi” cümlesinin kaynaklarından biri de tam burası işte. Hiç kimseyle ve hiçbir kurumla ilgili bir şey ima dahi etmek için değil; lütfen sadece birer saptama olarak dile getirebilmek istiyorum bütün bu sözlerimi. Sosyal medya hesabından sessizliği bozan Mesut Varlık, ilgililerin bilgisine sunarım diyerek Yazar Polat Onat ile aralarındaki yazışmayı tekrar paylaştı. Mesut Varlık yaptığı açıklamada "Türkiye'nin yazarları ve yönetmenleri için emsal olacak bu dava ve sonucu baştan sona cevaplanmamış sorunlarla dolu. NBC dedikodusu yapmak keyifli olabilir ama olay bundan çok daha fazlası. Yakında ayrıntıları yazacağım." ifadelerine yer verdi. Tüm edebiyat ve sinemaseverler Mesut Varlık'ın yapacağı açıklamayı merakla bekliyor..."
Açıklamanın tamamına linki tıklayarak okuyabilirsiniz.