Yaklaşık iki yüz sayfa hacmindeki eser, beş bölümden ve yirmi beş konu başlığından oluşmaktadır. Kitap; "Bakü, Şeki, Taşkent, Semerkant, Buhara" bölümlerinden müteşekkildir. Daha çok şehir, medeniyet, gezi ve fikir yazılarından tanıdığımız yazarın bu alanlarda birçok kitabının olduğunu biliyoruz.
İslam dünyası başşehirleri ve diğer bazı şehirlerinin tarihini de içine alacak şekilde, İslam düşünce ve eylem dünyasının en öncelikli görünür alanları olan şehirler özelinden konu etraflıca ele alınmaktadır. Bu miras ve bu etki gücünün kattığı değer bir bir kritik edilmektedir. İslam coğrafyasının bu zirve şehirlerinin kültür, din, dil ve ekonomi olgularının hepsi de İslam inancı çerçevesinde ele alınmaktadır. Biz Türklerin, Samanoğullarıyla birlikte İslamlaşmamızın devamında Karahanlılar, Gazneliler, Babürlüler, Selçuklular ve Osmanlılarla devam eden süreçte geniş bir perspektif çizilir ve konu etraflıca ele alınır.
Kadim şehirlerden olan “Bakü, Şeki, Taşkent, Semerkant, Buhara” dışında başka hangi şehirlerle bir duygudaşlık sağlanmış bir bakalım. Mekke, Medine, Kahire, Şam, Bağdat, Basra, Kurtuba, Grozni, Kırım, Saraybosna, Gence, Tiflis, Gümrü, Kars, Kaşgar, Kazan, Bişkek, Almatı, Ankara, İstanbul, Bursa, Erzurum, Sivas, Belh, Merv, Nişabur, Herat, Tebriz gibi şehir isimlerini ilk aklıma gelenler olarak sıralayabilirim. Her ne kadar bu örneklerle, Müslüman şehirlerine yönelik ekonomik ve üretime dair bir başlık atılsa da ekonomiden daha çok özne olarak kültür görülmektedir. Entelektüel sermaye en temel zenginlik kaynaklarından birisi olarak görülmektedir. "Ülkeler zengin ekonomileriyle değil, derin kültürleriyle güçlü ve uzun ömürlü olurlar" (sayfa 17) Tespitinde bulunan yazar, çerçeveyi daha da netleştirir adeta. İslam medeniyetinde zirve yapmış bu şehirleri Mekke ve Medine kutsal şehirlerimizle bağ kurar ve Mekke'yi dünya şehirlerine, Medine’yi kutlu şehirlere analık yaptığı vurgulanır. İslam coğrafyasında kimi şehirler birbirine benzetilir. Örneğin, Yazar Mehmet Turgut "Taşkent'e Doğru" kitabında, Bakü'yü Hazar kıyısında bir İzmir'e benzetir. Başka bir yer de Azerbaycan "Ateşler Ülkesi", Bakü, "Fırtınalar Şehiri" olarak tanımlanır. Bakü ayrıca Kafkasların Kerkük'ü olarak bilinir. Türkiye'de Bursa, Azerbaycan'da Şeki, ipekçiliğin öncülüğünü yapar. Semerkant'ı Anadolu'nun Konya'sı, İspanya'nın Kurtuba'sı gibi görür. Buhara, Osmanlı Devleti'nin kültürel temellerinin atıldığı ve Horasan erenlerinin yetiştiği bir merkez olarak görülür. İspanya'da Kurtuba, Ankara'da Hacı Bayram, Şam'da Büyük Cami benzer görünür. Özbekistan, Taşkent ve Semerkant hakkında; Satuk Buğra’nın siyasal, Maturidî’nin inanç, Yesevi’nin kültürel temellerini attığı bir minvalde görülür. Ali Şir Nevai’nin Çağatay Türkçesiyle yazmış olduğu, Muhâkemetü'l-Lugateyn eseri, bütün Türklere ve insanlığa güzel bir hediye olarak yerini alır.
Yazar, bu kadim şehirleri anlatırken hep manevi önderler ve değerlerle birlikte ele alır ve bu şekilde mevzular işlenir. Peygamber Efendimiz başta olmak üzere, Rabbani, İmam Buhari, Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Farabi, Ali Şir Nevai, Uluğ Bey, Biruni, İbn Sina, Cüneyd Bağdadi, Beyazıt Bestami, Halife Hazreti Ebu Bekir, Halife Hazreti Ali, İmam Maturidi, Bahaddin Nakşibend, Şeyh Şamil, Eyüp Sultan, Kasım Bin Abbas, Satuk Buğra Han, Süleyman çelebi gibi birçok ismi burada sıralayabilirim.
Müslüman dünyasını, şehirlerini ele alırken mevcut durumda ecnebilerle kıyaslamalarda da bulunulur. "Dünyada kominizmi ve kapitalizmi doğuran sekülerleşme dalgası, büyüsünü bütünüyle yitiriyor" (sayfa 23) İfadesiyle tezini destekler. Yazar, ilgili şehirleri ele alırken tarihi bir süzgeçten de geçirir. Biz Müslüman Türkleri, ilgili bölgelerde komşuluklarımız olan Slavlar, Ruslar, Çinliler ve hatta Hintliler üzerinden ele alır ve karşılaştırır. Mesela Kafkaslar özelinden Türklerle Slavların, yüzyıllarca süren hesaplaşmalarında yeni sayfalar açıldığı öngörüsünde bulunulur. Bu tezlerini batılı kaynaklar üzerinden de destekler. Harvard Üniversitesi, Bilim Tarihçisi George Sarton, milattan önce 450-300 yılları arasını Eflatun, Aristo ve Öklid yüzyılı derken, Milattan sonra 750-1100 yılları arasını Müslüman bilim insanlarından Cabir, Harezmî, Razi, Birunî, İbn Sina, Heytem ve Ömer Hayyam yüzyılları olarak görmektedir. Mesela Farabî’nin adı Aristo’dan önce gelir demektedir. Şöyle ki; “Aristo’yu eleştirel gözle derinlemesine inceleyen, düşüncelerini enine boyuna tartışan Farabî, Aristo’nun en büyük yorumcusu ve en büyük geliştiricisi olarak bilinir ve bütün dünya da Aristo ile birlikte anılır” (sayfa 164)
Ticaret hayatı ve ekonomi, ilgili şehirlerle beraber, İpek Yolu şehirleri ile dini ve sosyal hayat üzerinden de değerlendirilir. İslam felsefesinde, insanların üretici olmalarına büyük destek verilir. Müslümanların ekonomik ve kültürel dünyasında, hiç ölmeyecek gibi bin lokma bin hırka üretme, hemen ölecek gibi bir lokma bir hırka tüketme anlayışını hayatımıza daha etkin kılmamız gerektiğine vurgu yapılır. İslam beldelerinde kervansaraylar, barış dönemlerinde pazar yeri görevi, savaş zamanlarında kale işlevi görmektedirler. “Ekonomi altyapıdır, altyapı her şeyi belirler” tespitindeki önem birçok şeyi anlatıyor olmalı. Şehirlerin şehirle özdeşleşmiş camileri, hanları, medreseleri, çarşıları, kütüphaneleri ve meydanları gibi özellikleriyle anlatımını genişletir. Yazar Suud Kemal Yetkin, Türk ve İslam sanatlarına ilişkin çalışmasında “Selçuklu kervansaraylarının aralarındaki uzaklıkların deve yürüyüşüyle günde dokuz saat, yani kırk kilometre esas tutularak” belirlendiğini anlatmaktadır. Başka bir boyutta “Silahsız akıncılar” benzetmesi üzerinden de, geleceği inşa edecek aklın, forma giyen, barış isteyen yeni nesillerle şekilleneceğini görmektedir. “Kılıç tutanlar kılıçla yok olurlar” (sayfa 37) anlayışıyla, günümüzün ve geleceğin savaşlarının başka alanlarda olacağı öngörüsünde bulunulur. Bu konuyu daha da açar yazar ve “yararlı savaşın, zararlı barışın olmadığı duvarsız dünyada, bütün sorunları çatışarak değil uzlaşarak çözmek Farslardan önce, “Ben gelmedim kavga için” diyen Yunus yolundaki Türklere düşüyor” (sayfa 66) tespitleriyle bakış açısını başka boyutlarıyla da serimler.
Türk-İslam âleminden bazı geleneklere uygulamalara, bir fiil şahidi olarak değinir yazar. Bu geleneklerden ikisini buraya taşıyacak olursam; Türkiye’de pek yaygın olmayan “Altmış üçüncü yaş” kutlamaları Orta Asya’daki ve Kafkaslardaki Türklerin, kültürel hayatlarında ayrı bir yer tutmaktadır. Peygamber Efendimizin dünya hayatına hürmeten, altmış üç yaşına ulaşmış her insan için özel toplantılar düzenlenmektedir. Büyükler için yapılan toplantılarda Kur’an okunuyor, dualar yapılıyor, yemekler veriliyor, hediyeler dağıtılıyor. Başka bir uygulamada da; Taşkent’te Cuma namazlarına hocalar minbere, bir ellerine Kur’an, bir ellerine mızrak alarak çıkıyorlar. Kur’an hukukun üstünlüğünün, mızrak güvenliğin simgesi olmaktadır. Bunlar gibi Müslüman Türk coğrafyasında güzel uygulamalar, gelenekler süregelmektedir. Okuduğum bu tarz kitaplarında kazandığım, bilgi dağarcığımı besleyen bölümlerine göz atacak olursak. Türkçemizin, dünyada en çok konuşulan ilk beş dilin arasında olması ve yalınlığının zirvesi, kulaklarımızı, zihinlerimizi mest etmektedir. Bakü'deki Gök Mescit ve Taze Pir Camisinden haberdar oluyoruz. Azerbaycan'ın ilk devlet başkanının Mehmet Emin Resulzade olduğunu öğreniyoruz. Azerbaycan'ın Şeki, Şamahı şehirlerine bir yolculuğa çıkıyoruz. Azerbaycan'ın Şamahı şehrinde doğan hiciv şairi Sabit bizleri selamlıyor. Ayrıca Özbekistan’da “Bir kedi damdan dama atlayarak, yere düşmeden Semerkant’tan Buhara’ya kadar gider” denilmektedir. (sayfa 155) Sözüyle bağlarımızı, yakınlığımızı görüyoruz. Son olarak, Bahaddin Nakşibend’in, Buhara’nın yirmi kilometre dışında Kasrı Arifan’daki Camisi ve yalın türbesi, Özbekistan’da en çok ziyaret edilen yerlerden biri olduğunu, bilgilerimize dâhil ediyoruz.
Müslüman Türk coğrafyası çok geniş bir alanda Batı'da Baltık Denizi'nden Doğu'da Japon Denizi'ne kadar uzanan uçsuz bucaksız toprakları kapsamaktadır ve Türklerin, Müslüman âlemine kattığı değer, itici gücü ele alınıp işlenmektedir. Türklerin büyüme yıllarında, Gırnata’nın ve Kazan’ın düşüşünü önleyemediği ancak üç kıtaya ve iki denize açılmasıyla büyük bir etki ve büyümeye yol açtığından bahisler vardır. İpekyolu güzergâhı ve Turan dünyasına apayrı bir önem atfedilir. Bu dünyadan doğan, geleceğin dünyasını aydınlatacak olan sanat ve güzellikler daha da bir anlam kazanacaktır. Bu bağlamda Gaspıralı’nın amaç olarak sunduğu din birliği, dil birliği ve iş birliği anlayışının meyvelerini yakın gelecekte görmeyi umut ediyoruz. Müslümanların, kapitalist, komünist bakış açılarının karşısında söyleyecekleri hep olmuştur ve olacaktır. Müslümanca bakış, görünen dünyayı görünmeyen dünyanın, tarlası olarak gören duyarlı bir Müslümanlıktır bu. Allah’ın sanatının üstüne sanatın olamayacağına inanmaktır. “İnsan, Allah’tan koptukça pas yoğunlaşır” diyen Nuri Pakdil sözündeki felsefedir bu. Yahya Kemal’in “Türkler yeraltında ölmeyen, ölüleriyle birlikte yaşarlar” sözündeki köklerine bağlılıktır bu. “Cami, mihrabıyla bir tapınak, minberiyle bir toplum ve bir devlet, kürsüsüyle bir okuldur” diyen Sezai Karakoç’un ifade ettiği gibi bir inanç bağıdır bu. Maalesef ki, günümüzün yirmi dört saatlik bir sürecinde, şehirlerdeki saat kuleleri bir bir kaldırılıyor. Alışveriş merkezleri şehirlerin, şehirler ülkelerin simgesi haline böylelikle geliyor. Biz Müslümanların, bu kötü gidişatın karşısında tezlerimiz vardır ve olacaktır muhakkak.
Son tahlilde yazar, şehirlerin ömürlerini devletlerin ömürlerinden hep daha fazla görür. Devletler yıkılsa da şehirler bir şekilde hayatiyetini sürdürürler ve bu şekilde ömürlerini daha uzun yaşarlar. Bahsi geçen bu kadim şehirlerin, yüzyıllar içinde zenginleşen bilgili ve bilgelik birikimleri, birlik içinde çokluk, çokluk içinde birlik anlayışıyla, benzerleri bütün şehirlere ışık olmaya devam edecektir. Kadim kültürümüzün ve değerlerimizin ışığında, Kızılelma'ya giden yolu Üstad Sezai Karakoç, tekraren göstermiştir adeta. “Dirilmiş bir geçmiş, aydınlık bir gelecek, altın bir şimdiki zaman” Bu güzergâh, bizlerin önünde güzel bir yol olacaktır. Son sözü, Kırım Tatar Türkü, Yazar Cengiz Dağcı’ya bırakalım. “Bize Tatar diyorlar, Çerkez diyorlar, Türkmen diyorlar, Kazak diyorlar, Özbek diyorlar, Azeri diyorlar, Karakalpak, Çeçen, Uygur, Kabardı, Başkurt, Kırgız diyorlar. Bunlar hep yalan! Deniz parçalanmaz” İyi okumalar.
İlkay Coşkun