Her insan yalnızdır. Yalnız hissetmesin diye oluşturulmuş bir çevrenin içinde yaşar. Aileden, akrabalardan, komşulardan, arkadaşlardan ve daha birçok insandan oluşan bir kalabalık içinde yalnızdır. Kimisini çok sever, sevdiği onu sevmez, sevmediği onu sever. Yanlış anlar, yanlış anlaşılır, sevilme ihtiyacını onu hiç umursamayan insanlardan karşılamaya çalışır.
Yalnızlık konusunda şiir yazmamış şair yok gibidir. Aragon’dan bir örnek: Yalnız adam kayıp bir mektuptur. Ancak yanlış adres mi vardı yoksa üzerinde. Sevgiler diyordu ama kime? Hangi eller onu yırtmış olacak.
Necip Fazıl’dan örnek: Bir ben yalnızım bu karanlık gecede, bir de kimsesizlerin annesi kaldırımlar.
Can Yücel’den örnek: Yalnızlığım benim pasaklı kontesim, ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi.
Yalnızlık insana güzel işler yaptırır. Nâzım Hikmet “karlı kayın ormanında” yürür, Necip Fazıl “Kaldırımlar” şiirini yazar, Teoman müziği bırakır, sonra da der ki: her şey yalnızlıktan.
Hikâyemizin kahramanı Ahmet, yalnızlığı küçük yaşta köyde somut bir varlık olarak görür. Dört yaşında annesi ölünce babası gelin olarak analığı getirir. Bir gün analık Ahmet’i öyle bir döver ki çocuk kış günü, çıplak ayak, akrabalarının olduğu bir köye kaçar. Akrabaları Ahmet’i kendi çocukları gibi sahiplenirler fakat böbreğin birine elveda der.
Yeni köyü de eski köyü gibi ormanın içinde, havadar, kıtlığın hiç uğramadığı, tarımın, hayvancılığın herkese yettiği bir yerdedir. Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir.” sözünün henüz akıllarda olduğu yıllar. Köyden kente göç yeni başlamış. Ahmet, akrabalarının yanında bir sığıntı gibi değil öz evlat gibi büyür. Belki köyde onu okumaya teşvik edecek kimse olmadığından belki de kendi okumak istemeyip para kazanmak istediğinden ilkokuldan sonra ilçede bir lokantada aşçılık öğrenir. Bazı erkekler için yalnızlıktan kurtulmanın yolu para kazanmaktır. Şeytan kulaklarına şöyle fısıldar: “Seni paran olmadan sevecek tek kadın annendir.” Bu para hırsı bazı erkekleri kısa yoldan zengin olmaya zorlar. Zengin oldukları zaman da kulaklarına fısıldanan şu sözlerdir: “Çevrendeki kimse seni sen olduğun için sevmiyor, herkes paran için seviyor.”
Köyünde, çocukluğunda yaşadığı kötü anılar, soğuk kış gecelerinde Ahmet’e kâbus olarak döner. Uzaklaşırsa anılardan kurtulacağını düşünür. Antalya’ya taşınır. Hem işe hem sıcağa kavuşur. Aşçılıkta ilerlemesi, bir aileyi geçindirecek kadar para kazanmasını sağlar. Yakınların yardımıyla küçük de olsa bir yuva kurulur. Ahmet artık mesuttur. Bir ailesi vardır, çocukları vardır. Mutlu olması için yeterlidir.
Ailenin insanı mutlu ettiği yalanı sistemin insanlara dayattığı en büyük yalanlardan biridir. Aile insanı mutlu etmeye yetmediği gibi yalnızlıktan da kurtarmaz. Bu bir illüzyondur. Ahmet yıllarca bu yalanlarla yaşar. Çalışır, eve gelir, yorgun halde yemeğini yer, uyur. Hafta sonlarını da sözde dinlenerek geçirir.
Ahmet’in kendini mutlu sandığı günler karısının kanser olmasıyla sona erer. Kanser artık yaşamımızın bir parçasıdır. Kemoterapi günleri, yurt dışından getirilen pahalı ilaçlar Ahmet’i her yönden hırpalar. Çocukları ile birlikte ne yaparsa yapsın, kanser daha güçlüdür. Karısının genç denebilecek bir yaşta ölmesiyle birlikte yine yalnız kalır. Emekli olmuş, çocukları evlenmiş, karısı öte dünyaya göç etmiş, yalnızlığı yine somut bir varlık olarak görmüştür.
Daha karısının kırkı çıkmadan akrabaları başlar dırdıra, yalnız kalma, evlen, yalnızlık Allah’a mahsustur. Ahmet yine yakınlarını dinler. İkinci bir evlilik için kolları sıvar. Yaşlılık konusunda şöyle bir kanı vardır; yaşlı kadınlar kendilerine bakabilir fakat yaşlı erkekler bakamaz. Bu yüzden dul erkekler el birliğiyle evlendirilir. Neden yaşlı erkek kendine bakamaz? Çünkü daha küçük yaştan itibaren erkek çocuğuna ev işleri öğretilmez. Yemek pişirmek, temizlik yapmak, çamaşır, bulaşık, ütü, bunlar kadınların işidir. Erkekler bu işleri beceremez. Beceremeyince hemen evlendirilir. Ev işlerini evde bir kadın yapınca erkek mutlu olur mu? Olmaz çünkü yalnız insan mutsuzdur.
Bazı insanlar ne yaparlarsa yapsınlar yalnızlıktan ve mutsuzluktan kurtulamazlar. Ahmet, kendi kendine yetebilen bir insan olduğu için ilk başlarda çevresine fazla kulak asmaz. Akrabaları ise onu yalnız olduğu için mutsuz sanırlar. Ahmet yalnız ama mutludur. Kimseye bu durumu anlatamaz. Çareyi mekân değiştirmekte bulur. Doğduğu topraklara geri döner. Orada huzuru bulmayı umar. Kısa bir süre sonra yanlış yaptığını anlar. Mahalle baskısı köy kent dinlemez. Her yerde kendini hissettirir. Az gelişmiş toplumlarda hukuk kuralları kadar etkilidir. Ahmet’e küçük ilçede kısa sürede bir eş adayı bulunur. Bulunan kadın da dayı gibi duldur. Ahmet evleneceği eşten memnundur fakat gelin adayı da evlenmek istiyor mu? Gelin adayı evlenmek istemez. Sebebi ise ölen kocasından kalan emekli aylığını kaybetme korkusudur. Emekli maaşı yaşlı kadınlar için bir güvencedir. Kocası ölmüş dul kadınlar yeniden evleneceklerse iki şey sorarlar. Maaşın var mı, evin var mı? Ahmet de maaş var ama ev yok. İki kriterden birini karşılamıyor. Yıllarca çalışan, emekli olmayı hak eden Ahmet, bir ev alacak parayı biriktirememiş. Öyleyse yeniden evlenmek senin neyine? Temiz kalpli, herkesin yardımına koşan Ahmet, çevresinde iyi biri olarak bilinir. Eli maharetli olduğu için insanlara yardımcı olur. Bu durum sıkça aleyhine kullanılır. Herkes beceremediği işleri ona yaptırmaya çalışır. Evlenmek istediği Zahire ise onun kadar iyi niyetli değildir. Ahmet’in iyi niyetinden faydalanmak ister. Hem evlenmek istemez hem de Ahmet’i yakınında tutmak ister. Ahmet, Zahire’nin her işine koşar. Elinden gelenin fazlasını yapar. Zahire durumdan memnun olabilir fakat toplumsal yapı bu duruma ne kadar müsaade eder?
Zahire’nin çocukları da Ahmet’in çocukları da durumdan memnun değildir. Küçük yerlerde dedikodu çok olur. Kışın yapılacak iş yoksa konuşacak konu çok olur. Konuşulanlar özellikle Zahire’nin oğullarını rahatsız eder. Önce annelerini uyarırlar. Anne söz dinleyecek bir kadın değildir. Oğullarını dinlemez. Oğulları bu sefer Ahmet’i uyarırlar. O da söz dinlemeyince Zahire’nin oğulları başka yollar denerler. Ahmet’i tanıyan, seven kişiler aracılığıyla uyarılarını yaparlar. Ahmet yine dinlemez.
Ahmet’in yakınları arasında köyde birlikte büyüdükleri, subaylıktan emekli bir akrabası vardır. Ahmet’i çok sever. Onun yüzünden Zahire’nin çocukları Ahmet’e temkinli yaklaşırlar. Bir gün Zahire’nin çocukları Ahmet’e pusu kurarlar. Ahmet’in akrabası durumu önceden sezmiş, yıllardır kullanmadığı silahını yanında taşımaktadır. Ahmet’i silahsız sanan oğullar ateşe karşılık gelince paniğe kapılırlar. Akraba Ali, bir oğlu yaralar, Ahmet de yaralanır. Hastaneye kaldırılan yaralılar ilçenin ileri gelenleri tarafından barıştırılır. Barışma olmakla birlikte artık Ahmet’in Zahire’ye kavuşması imkânsız hale gelir. Zahire oğlunun vurulmasına sebep olan biriyle evlenemez. Bunu ailesi de akrabaları da kabul etmez.
Ahmet’in son umudu Zahire’den kopar. Ahmet’e o günden sonra hiçbir tavsiye kâr etmez. O, yalnızlığa mahkûm bir adamdır. Başka bir maceraya atılacak ne enerjisi, ne isteği vardır. Hayat ona yalnız bir yol çizmişse o da yalnız yürüyecektir. İnsan ne yaparsa yapsın yalnızdır. Bu işten kurtuluş yoktur. Hikayemizi şu dizelerle bitirelim.
‘’Mutlu olmak varken şu dünyada,
Geceler geldi dayandı kapımıza,
Olduk acımızla, acımızla sarmaş dolaş.”