Bu dizelerinin güzelliğine bakın. Âşık Veysel hem kişileştirdiği, kutsadığı sazına unutamayacağı bir öğüt veriyor hem de tüm insanlığa. Ben bu dizeleri Fazıl Say’ın Âşık Veysel için hazırladığı ‘’Kara Toprak Âşık Veysel’’ oratoryosunda dinlemiştim.
Say’ın piyanosuyla Koca Veysel âdeta sahnede canlanmıştı; sazıyla, fötr şapkasıyla... Âşık Veysel'in eserleri o gün bir daha, bir daha nidalarıyla yeniden seslendirilmişti. Fazıl Say’dan Âşık Veysel’i dinledikçe Refik Durbaş’ın “ustası” aklıma gelmişti. Sanatçı Zülfü Livaneli’nin saz çalmayı öğrenmek için gittiği Ankara Hamamönü’ndeki bir saz atölyesindeki izlenimlerini hatırlamıştım o zaman.
İnsanlık değerleri Veysel'le dile geliyordu, koca koca ağaç kütüklerinden kimisi gürgen, kimisi dut. Vefanın bir mahalle adı olmadığını “ahde vefa’’ ile buluşturarak onu genç kuşaklara aktarıyordu. Âşık Veysel o güzelim ezgileri çıkaran sazına sesleniyordu: “Ustanı sakın unutma.”. Teliyle, tezenesiyle, sapıyla, perdesiyle emeğini ortaya koyanı; zımparalayanı, vernikleyeni, tezgâhta şekil veren emektarı unutma, ustana saygıyı ve sevgiyi esirgeme. İnsanın babasına gösterdiği sevgiyle eş değer tutuyordu Koca Veysel bu sevgiyi. Yine Âşık Veysel’in bir dörtlüğü daha:
“Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum
Aynı vardan var olmuşuz
Sen altınsın ben sac mıyım
Ne var ise sende bende
Aynı varlık her bedende
Yarın mezara girende
Sen toksun da ben aç mıyım?”
Ozan Âşık Veysel insanları bir bütün olarak görmüştür.
“Gün ikindi akşam olur / Gör ki başa neler gelir” diyen Büyük Ozan’ın yaşam serüveni Sivas'ın Sivrialan köyünde başlar, sonra da sözlü kültürümüzün nesilden nesle, kuşaktan kuşağa aktarımını sağlayan yaşam pınarlarından biri olur.
Âşık Veysel'in Muzaffer Sarısözen öncülüğünde ilk olarak Sivas'ta düzenlenen “Âşıklar Şöleni”nde dile getirdiği eserler, sözlü kültürümüzün önemli aşamalarından birini oluşturur. Bu şölende söyler Âşık Veysel: "Uzun ince bir yoldayım / Gidiyorum gündüz gece” adlı eseri. Dönemin Sivas Milli Eğitim Müdürü Ahmet Kutsi Tecer: “Biz Âşık Veysel ile bu toprakların sesi olduk.'' der. Geçenlerde Sivrialan’dan gelen bir dostum, Âşık Veysel'in büyük bir özenle diktiği meyve ağaçlarının kuruduğunu söyledi. Adına konferansların verildiği, çocukların koşa koşa gittiği, ''adının verildiği'' okul kapanmış; sular çekilmiş, kuşlar terk-i diyar etmiş.
Oysa Âşık Veysel bu topluma büyük dersler vermiş ve öğretiler kazandırmış büyük bir ozandır. Veysel’in bir anısı dilden dile aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Bir gün Âşık Veysel’i terk eden ilk eşi Esme Ana köy bakkalına alışverişe gider. O sırada bakkalda Veysel, dönemin âşıklarından Ali İzzet Özkan ve Sivrialan'ın ileri gelenleriyle bir muhabbettedir. Esme Ana, Veysel'i görünce içeri girmez, alışverişini işaretler aracılığıyla pencereden yapıp oradan uzaklaşır. Veysel, Bakkal Mustafa’ya “Bari iyisinden verseydin.” der. Bakkal Mustafa kimse gelmedi ki diyerek konuyu değiştirmeye çalışır. “O zaman camdan alışveriş yapan kimdi?” der Âşık Veysel. Orada bulunan Orta köylü Tatık’ın oğlu Ali: “Şatıroğlu, sen bizi kandırıyorsun, kör değilsin? Nereden bildin?” der. Bir tartışma başlar. Sonunda Veysel “Kokusundan, kokusundan.” diyerek tartışmayı bitirir.
Veysel'den yıllar sonra dünyaya gelen ve onunla ''yerdeş'' olan Sivas'ın Mursal’ından âşık edebiyatımızın, âşıklık geleneğimizin büyük ustası Ozan Ali Kızıltuğ, ''iki kapılı handan'' göçeli iki yıl oldu. İki bine yakın eseri TRT repertuvarında bulunan ozanımız usta-çırak geleneğiyle büyüdü. Eserlerinin çoğunu radyo repertuvarına uzun ömürler diliyorum, Yücel Paşmakçı hocamız almıştı.
O, sazının tezenesine vurduğunda Sivas'ın şirin ilçesi Divriği canlanır gözünüzün önünde. Divriği'nin görkemli dağı Yama Dağları’na çıkarsınız… O hep Yama Dağları’ndan alacaklı olduğunu sazıyla, sözüyle söyledi. Bir de Divriği'nin köylerinden. Çocukluğu ve gençliği Sivas’ta yoksulluk içinde geçti. Bunu eserlerinde sürekli dile getirdi. Sevdası büyüktü. “Senden oldu, senden oldu.” dizeleriyle sevdasını dile getirdi. Onun gönül treni hep kara trendi ve “yürekten” yol alırdı. Onun tezenesine “Ben ağayım, ben paşayım.” diyenler kapılarını hep kilitlemişlerdi. Bir köy, gurbet bu kadar mı güzel anlatılır. Hangimiz unutabiliriz. Selda Bağcan'ın gür sesiyle dile getirdiği, sözleri Kızıltuğ’a ait tertemiz bir aşkı, bir film şeridi gibi bugüne aktaran şu sözleri: “ Dam üstünde çul serer / Leyli de yar loylu da yar / Loy loy loy / Bilmem, yar kimi sever” hangimiz unutabiliriz.
Cem Adrian'ın söylediği, sözleri Kızıltuğ’a ait olan: “Ankara’da sen yoksun / Öf öf gelemem diyorsun.”, peki Yıldız Tilbe'nin seslendirdiği, “Bir zaman ayları saydım”ı, ya da “Ha babam de babam”ı… Ve daha binlerce eseri. Ve Sabahat Akkiraz'ın güzel sesiyle “Senden oldu senden oldu” dizeleriyle Ozan Kızıltuğ sevdasını dile getirmesini… En son onu Kutlay Doğan'ın hazırladığı ve TRT'de yayınlanan belgeselde izlemiştim. Ali Kızıltuğ da hakka yürüdü. Hem Kızıltuğ hem de Âşık Veysel bizim gönül erlerimizdir. İkisi de âşıklık geleneğinin harman olduğu Sivas'tan. Yunus Emre ne güzel söylemiş, ''Ölür ise ten ölür / Canlar ölesi değil.”.