Mahmut Karatoprak'ın Sergisi Sanatseverlerle Buluşuyor

Mahmut Karatoprak'ın "Bir Damla - Bir Nefes" isimli resim ve heykel sergisi 5 Mayıs - 3 Haziran 2023 tarihleri arasında Galeri Selvin Arnavutköy'de sanatseverlerle buluşuyor. Karatoprak resimleri, işte bu ruh halleriyle 5 Mayıs'da, Galeri Selvin'de 46.kez insan içine çıkıyor. Denir ki, her varoluş bir damla ile başladı bu dünyada... 

Mahmut Karatoprak

Mahmut Karatoprak'ın resimleri de, çokça gözardı edilen nesnelerin ortak bir paydada birleşmeleri ve ortak bir dil olmaları ile başlıyor. Üstelik hepsi bir çerçevede sereserpe gezinerek, sıkışmadan... Uzun soluklu çalışmaları, yer yer su ile eriyen boyalarla geçmiş zamanın tanıklığını yapıyorlar. Pastel renklerle bezeli tanıdık objeler, puslu zeminlerde olağan, doğal halleriyle birbirlerine bağlanıp öyle sesleniyorlar... Sınırları zorlamadan vakur, sakin ve huzur dolu. Her türlü kaotik ortamda zihinlerdeki ortak özlem ve sükuneti çağıran doğal yapımızı, hava-su ve toprakla simgeleriz. Tek bir damla içimizde bazen çağlayanlar yapar. Yeşeren umutlarımıza renk verir ormanlar yaratır.

Kitap Cumhuriyeti’nden Yazarlara Çağrı!

Sevgili yazarlar, günümüz dünyasında teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte, kitap okuma alışkanlıklarımızda da büyük değişimler yaşanıyor. Artık pek çok okuyucu, fiziksel kitapların yerini e-kitapların aldığı modern bir okuma deneyimine sahip olmayı tercih ediyor. Bu nedenle, Kitap Cumhuriyeti yazarlar için büyük bir fırsat sunuyor.

Kitap Cumhuriyeti

Kitap Cumhuriyeti’nin en büyük üstünlüklerinden biri, yazarların kitaplarını binlerce okuyucuya hızlı ve kolay bir şekilde ulaştırmasına yardımcı olması. Geleneksel yayınevleri; bir kitabı basmak, depolamak, dağıtmak ve pazarlamak için zaman, para ve başka kaynaklar harcarken, bizler -editör desteği sunarak- yazarların kitaplarını çevrimiçi olarak yayımlamalarına olanak sağlıyoruz. Bu da yazarların daha hızlı ve etkili bir biçimde  okuyucularla buluşması gibi muazzam bir sonuç doğuruyor.

Ayrıca Kitap Cumhuriyeti, yazarların daha geniş bir kitleye ulaşmasına da yardımcı oluyor. Geleneksel yayınevleri sınırlı sayıda kitap basarlar ve bunları yalnızca belli kitapçılarda veya kitap satış sitelerinde satışa sunarlar -kitapların çoğunun raf ömrünün çok kısa olduğunu belirtmeye gerek bile yok... Ancak e-kitap sitelerinde, yazarlar kitaplarını dünya genelindeki milyonlarca okuyucuya ve süresiz olarak sunabilirler. Bu da yazarların daha fazla okuyucuyla etkileşim kurmalarını, kitaplarının daha geniş bir kitle tarafından keşfedilmesini sağlar.

Yeni bir yazarsanız, dosyanız nitelikli olsa bile -maliyetler nedeniyle- geleneksel yayınevlerinde şans bulmanız ne yazık ki çok zor. Bu çerçevede bir farkımızı daha belirtmek isteriz: Yayın kurulumuzun dosyalarınızı titizlikle değerlendireceğinden ve gün yüzünüze çıkmanıza yardım edeceğinden emin olabilirsiniz.

Sevgili yazarlar, Kitap Cumhuriyeti hem okuyucular hem yazarlar için büyük bir fırsat sunuyor. Kitaplarınızı dünyanın her yerindeki okurlarla buluşturmak, yazar olarak hayallerinizdeki okur kitlesine ulaşmak için, Kitap Cumhuriyeti’ni keşfetmenizi şiddetle öneriyoruz.

Kitap Cumhuriyeti

Yaşama Değer Katanlar Ödüllendirildi

Bu yıl 17.’si düzenlenen ‘Yaşama Değer Katanlar Ödülleri’nin sahipleri belli oldu. Kendi yaşamlarıyla da topluma örnek olan 25 sanatçı, edebiyatçı, akademisyen, iş insanı, sivil toplum örgütü ve yerel yöneticiler için ödül töreni düzenledi. Akademisyen, gazeteciler, sivil toplum kuruluşu yöneticileri, diplomatlar, sanatçılar ve iş insanlarından oluşan 34 jüri üyesinin oylarıyla bu yıl 25 kişi/ kurum ödüle değer bulundu.

Yaşama Değer Katanlar Ödülleri, etkinlik, yeni

Yaşama Değer Katanlar Ödülleri ve B2B-Prestige Uluslararası İlişkileri Geliştirme Platformu Başkanı Mehmet Gözcü, bu yıl ödüllere 6 Şubat'ta yaşanan büyük depremin damgasını vurduğunu belirterek ” Pandemi, ardından yaşadığımız ekonomik kriz ve son olarak 6 Şubat depremi, ülkemiz için işleri biraz daha zora soktu. Yaşanan büyük felaket bizleri daha duyarlı olmaya zorluyor. Özellikle kentleşme ve sürdürülebilirlik bundan sonra hayatımızda daha çok yer almak zorunda. Ayrıca ekonomiyi sadece büyüme ve kar ekseninde düşünmemeliyiz. Şirketlerimiz topluma daha fazla dokunmalı, sorumluluk almalı. Kente, çevreye, insana, hayvana daha fazla duyarlı olmalı. Bu yıl 17.’sini düzenlediğimiz ödül törenimiz tam da bu hassas dönemde tüm toplum kesimlerine bir mesaj verecektir. Bu nedenlerle kentin kültürüne, sanatına, mimarisine, ekonomisine katkı sağlayan iş insanı, yerel yönetici, sanatçı, edebiyatçı, bilim insanı ve çevreye duyarlı kişi ve kurumları ödüllendirmek, bizleri de onurlandırıyor. Toplumsal duyarlılığı yüksek, itibarı yüksek, çok değerli jüri üyelerimizin oylarıyla belirlenen bu ödülleri kazananları tek tek kutluyorum” dedi.

Tunç Soyer: Bir Kira Bir Yuva projesi 413 milyon TL’ye ulaştı.

Törende Yaşama Değer Katanlar Yerel Yönetim Ödülü’nü alan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ise şu açıklamalarda bulundu: ‘’Her ödül aslında ödül alana için bir yüktür. Çünkü ona layık görenlerin beklentisi büyüktür. Ancak bu yük benim için gururdur. Bu seçkin grubunun beni ödüle layık görmesinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Bu ödüle layık görülmeme neden olan iki projemizden bahsetmek isterim.

Bir Kira ve Bir Yuva bir aslında bir yazılım projesidir. Bir hesap numarası olmaksızın ihtiyaç sahibi ile bağışçıyı bir araya getiren bir proje. Önce İzmir depreminde çok ciddi kaynak aktarılmasına imkan verdi. Sonrasında 6 Şubat depreminde Halk TV’nin de desteğiyle bir gecede 300 milyon TL’nin üzerinde bir rakam toplandı. Bu 30 bin depremzede demek. 10’ar bin TL doğrudan depremzedelere para aktarılmış oldu. O nedenle sağlıklı yürüyen bir kampanyaya dönüştü. İktisat Kongresi için ise sizi 100 yıl öncesine götürmek isterim. İstanbul işgal altında, bütün ülke yanmış yıkılmış, insanlar geleceğe dair umutlarını kaybetmiş… Öyle bir iklimde Türkiye'nin her yerinde 1135 delege bir araya geliyor, daha ortada Cumhuriyet yokken, o Cumhuriyet’in iktisat politikalarını belirlemek üzere 16 gün İzmir'de bir araya gelip çok ciddi bir çalışma yapıyorlar.

Şimdi bugünün koşullarına baktığınız zaman 18-30 yaş arasındaki gençlerin yüzde 86’ı kendi gelecekleri ile ilgili bir fikri olmadığını söylüyor. Çalışanların yüzde 50’si asgari ücret altında bir maaşla çalışıyor. Yunanistan kadar büyük bir coğrafyada meydana gelen felakette 50 binin üzerinde insanımız vefat etti ve çok büyük enkaz var. Kısaca umutların yine tükendiği BM mutluluk sıralamasında 146. sıraya düştüğümüz, nereden bakarsanız bakın son derece iç karartıcı günlerden geçiyoruz. Ama o günün koşullarından daha kötü olduğumuzu söyleyemeyiz. Bizim atalarımın o günün koşullarında Cumhuriyeti kuracak bir irade ortaya koyabilmişse ve o iktisat kongresinde alınan kararlarla Cumhuriyetin geleceğini belirlemeyi başarmışlarsa, bunu biz de yapmalıyız dedik. İzmir üzerine düşen bu sorumluluk gereği 8 aylık çalışma yaptı. Bu dönemde 180 STK, 200’ü aşkın akademisyen ve dünyanın her yerinden 70’in üzerinde konuşmacının konuk olduğu buluşmalarla 303 karar alındı. Bunların sadece 27’sine muhalefet şerhi kondu.

Son olarak şunu söylemek isterim. Bu memlekette, bu topraklarda umudu kesmeye hakkımız yok. Bu dünyanın en güzel coğrafyasında hiç kimse bu yoksulluğu, bu enflasyonu hak etmiyor. Bu bir kader değil. İzmir üzerine düşeni yaptı. Bana Yaşama Değer Katanlar Ödülünü layık görmüşsünüz. Teşekkür ederim. Ama ben sedece bir köprüydüm. Ben İktisat Kongresi’nin ve bugüne kadar 413 milyon TL’lik bir dayanışmaya ulaşan Bir Kira Bir Yuva projelerinde sadece bir köprüydüm.’’

ÖDÜL ALAN KİŞİ VE KURUMLAR

1-HASSAS EKONOMİ ÖDÜLÜ

Finans Profesörü, Akademisyen-Yazar Özgür Demirtaş

İktisat Kantini’ Kitabı’nın Yazarı, Akademisyen Doç. Dr. Caner Özdurak

2-BİLİM VE TEKNOLOJİ ÖDÜLÜ

Astrofizikçi Prof. Dr. Feryal Özel

Prof. Naci Görür

3.SÜRDÜRÜLEBİLİR ÇEVRE VE DOĞA ÖDÜLÜ

İBB Çevre Koruma Daire Başkanı Prof. Dr. Ayşen Erdinçler

Ulu Zeytin Ağaçları Derneği Başkan Yardımcısı Hatice Aktürk

4.YILIN DİPLOMATI ÖDÜLÜ

Lazaris Christodoulos Yunanistan Türkiye Büyükelçisi

5-YURTDIŞI GİRİŞİMCİLİK ÖDÜLÜ

Bulgaristan Yatırım Ajansı Başkan Yardımcısı Macide Ahmedova

6-ENGELLİ HAKLARI ÖDÜLÜ

Türkiye Ampute Futbol Milli Takımı

7.HAYVAN HAKLARI ÖDÜLÜ

Oyuncu, Ogün Kaptanoğlu

Meksika Kurtarma Ekibinden Proteo ( Arama kurtarma köpeği)

8- KADIN VE ÇOCUK HAKLARI

Prof. Dr. Necla Arat Akademisyen

Uçan Süpürge Vakfı Başkanı Halime Güner

9-SANAT VE EDEBİYAT ÖDÜLÜ

Türk Tiyatrosunun simgelerinden Dümbüllü Kavuğu’nun 6.sahibi

Şevket Çoruh

10-SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ ÖDÜLÜ

İhtiyaç Haritası / Oyuncu Mert Fırat, İhtiyaç Haritası Platform Kooperatifi Kurucu Ortağı

AHBAP / Sanatçı Haluk Levent Ahbap Derneği Kurucusu

11-KÜLTÜR TURİZMİ ÖDÜLÜ

Prof. Dr. Hüsamettin Koçan / BAKSI MÜZESİ Kurucusu

Nezih Başgelen / Arkeoloji ve Sanat Yayınları Kurucusu

12-YEREL YÖNETİM ÖDÜLÜ

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer

Şafak Baba Pala-Bursa Nilüfer Belediyesi Kütüphane Müdürü

13.YAŞATANLAR ÖDÜLÜ / JÜRİ ÖZEL ÖDÜLÜ

Maden İşçilerine…

CUMHURİYETİMİZİN 100. YIL ÖZEL ÖDÜLÜ

Hıfzı Topuz (Gazeteci,yazar)

Prof.Dr. Aziz Sancar (Akademisyen)

Nermin Abadan Unat (Hukukçu, sosyolog)

Muazzez İlmiye Çığ (Hititolog)

JÜRİ VE YÜRÜTME KURULU ÜYELERİ

AKADEMİSYENLER

Prof.Dr.Ersi Kalfoğlu- İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı

Prof.Dr.Muhammed Şahin -MEF Üniversitesi Rektörü

Prof.Dr.Ece Ceylan Baba- Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı

DİPLOMATLAR

Suzan Novorberdaliu- Kosova Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu

Toshko Tomov -Bulgaristan İstanbul Ticari Konsolosu

GAZETECİLER

Hakan Güldağ -Ekonomi Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı

Işıl Özgentürk -Gazeteci- Yazar

KÜLTÜR SANAT

Betül Arım -Tiyatro Sanatçısı

Engin Akın -Yazar

Hüseyin Başkadem -Afyon Caz ve Klasik Müzik Derneği Başkanı

Doç.Jülide Yalçın- Cumhurbaşkanlığı Senfoni ve İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası Başkemancısı

Mahmut Nüvit - Adalar Sanat İnisiyatifi Kurucu Üyesi

Metin Celal- Şair,yazar

Nadir Ede- Fotoğraf Sanatçısı

Özgür Korkmazgil- Sanatçı

İŞ İNSANLARI

Fikret Akbıyık- Çağrı Elektrik YK Üyesi

Haçik Canel -Canel Tekstil Genel Müdürü

Pınar Eczacıbaşı-GP Trust Finansal Danışmanlık Hizmetleri Yönetici Ortak

Rajesh Rapaka- Mıt-Mors Info Tech YK Başkanı

Yüksel Yalçın -İstanbul Enerji A.Ş Genel Müdürü

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ ÖNDERLERİ

Av.Nazan Moroğlu-İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü

Emine Erdem - Türkiye Kadın Girişimcileri Derneği (KAGİDER) Başkanı

Fikret İnce - Bulgar Türk Ticaret ve Sanayi Odası ((BULTİŞAD) Onursal Başkanı

Hakan Kefoğlu - Büyük Kulüp Genç Girişimciler Komitesi Başkanı

Kübra Orakçıoğlu- İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçılar Birliği (İHKİB) YK Üyesi

Mehmet Sandal - İstanbul Sanayici ve İş İnsanları Derneği (İSİFED) Onursal Başkanı

Nurdan Bilgin Sirman - İstanbul Yüksek Ticaret ve Marmara Ü.İktisadi Bilimler Fakültesi Mezunları Derneği Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı

Öner Çelebi- Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı

Pınar Ersoy-Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı

YÜRÜTME KURULU ÜYELERİ

Esra Alkan-Kültür Sanat Danışmanı

Hamdi Doğan-Danışma Kurulu Başkanı

Mehmet Gözcü-YK Başkanı

Müslüm Güler-İletişim Danışmanı

Yılmaz Gözcü-Dış ilişkiler Koordinatörü

Eyvah CEO Doğuruyor'un Tüm Telif Geliri Bağışlanacak

Kitapta, eğitimden iş hayatına, sanattan politikaya kadınların üstlendikleri rollere dair yazılar ve güncel araştırma verileri yer alıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği savunucusu, iş insanı, Yanındayız Derneği’nin yeni dönem Başkan Adayı Murat Yeşildere, kitabı Eyvah CEO Doğuruyor!’da, çalışma yaşamında kadının rolü ve bu rolün erkeklere yansımaları üzerine odaklanıyor. 

Murat Yeşildere, Eyvah Ceo Doğuruyor, Kitap, Deneme, Edebiyat

Kitapta; Yeşildere’nin yaklaşık 18 yıl içinde gazete, dergi ve internette yayınlanan yazıları güncel verilerle desteklenerek sunuluyor. Eğitimden iş hayatına, sanatta politikaya kadınların üstlendikleri rollere dair yazılarda, bir erkeğin eşitlik konusuna, “üstten ya da akıl veren” tarzda değil, “samimi” bakış açısı yer alıyor.

Telif gelirinin tamamı “Yanındayız Derneği”ne bağışlanan kitap, eşitlik savunucusu bir erkeğin gözlerinden toplumsal cinsiyet eşitliğini sorguluyor.

Kitabın genişletilmiş ve güncellenmiş yeni baskısı ile ilgili Murat Yeşildere: “Kitabın ilk yayınlandığı 2018 yılından bu yana dünya çok değişti. Özellikle salgın ve sonrasında daha da eşitsiz hale gelen bir düzenden bahsedebiliriz. Genişletilmiş dördüncü baskıda, öncelikle toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bilgilenmek ve güncel verilere ulaşmak isteyenleri düşünerek, yazıların tamamındaki istatistik, araştırma, anket gibi verileri güncelledim. Bu kapsamda başta iş hayatında, siyasette, ekonomide, eğitimde olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini gözler önüne seren güncel verileri okurlarla paylaşıyorum.Eyvah CEO Doğuruyor’un masalarında, kitaplıklarında, evlerinde hemen ulaşıp, güncel bilgilerle beslenebilecekleri bir kitap olmasını arzuladım. Buna ek olarak 15’e yakın yeni yazıda, özellikle salgında kadın liderlerin göstermiş oldukları başarılı performansı örneklerle detaylandırmaya çalıştım. ‘Şefkatli Liderlik’ başta olmak üzere kadın liderlerin hayatı güzelleştirebilmek ve karmaşık problemleri çözebilmek için sunabilecekleri farklı yaklaşımları, yaşanmış hikayelerle genişletilmiş baskıda paylaştım” dedi.

Gelirleri Yanındayız Derneği’ne

Hümanist Yayınları’ndan çıkan, açılış bölümünde, iş dünyasından, medyadan, sivil toplum kuruluşlarından “aktivist” kadınların Yeşildere’ye destek mesajları yer aldığı kitabın telif geliri, kurucuları arasında Murat Yeşildere’nin de bulunduğu “toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda” çalışan Yanındayız Derneği’ne bağışlanıyor.

Mem û Zîn Opera Versiyonuyla İzleyiciyle Buluşacak

Rain Media, Kürt yazılı edebiyatının kült eserlerinden “Mem û Zîn”i opera olarak sanatseverlerle buluşturmak için gün sayıyor. Farklı uluslardan birçok önemli sanatçıyı aynı projede buluşturan “Mem û Zîn” Operası, ilk kez seyircinin karşısına kültür ve sanat dünyasının nabzını tutan Uluslararası Mayıs Festivali’nde çıkmaya hazırlanıyor. Ünlü Kürt edebiyatçı Ehmedê Xanî’nin eserine dayanan “Mem û Zin” Operası’nın bestesi Cem İdiz, librettosu ise Cuma Boynukara tarafından yazıldı. Bir Kürtçe operanın ilk kez bu düzeyde bir organizasyonda temsil edilecek olması da Kürt sanat ve kültür tarihi açısından büyük önem taşıyor.

mem u zin, opera, etkinlik,

Kökleri çok daha eskilere uzansa da 1987 yılından bu yana her yıl kesintisiz düzenlenen Uluslararası Mayıs Festivali, müzik, tiyatro ve dans başlıklarından oluşan üç ayrı bölümde çok sayıda kültürel etkinliğe sahne oluyor. Her yıl yaklaşık 100 bin kişiyi ağırlayan Festival, sanatın birleştirici gücüne dayanarak dünyanın dört bir yanından dünyaca ünlü sanatçıları aynı çatı altında buluşturuyor. Festival, bu yıl Türkiye’den Rain Media’nın yapımcılığını üstlendiği “Mem û Zîn” Operası’nı da ağırlayacak. İzleyiciyle ilk kez Almanya’nın Hessen Eyaleti’nde düzenlenecek Uluslararası Mayıs Festivali’nin ana programında buluşacak “Mem û Zîn” Operası, Kürtçe olarak seslendirilecek.

Mem u Zîn Operası’nın aryaları 13 Mayıs 2023 tarihinde saat 15:00'te Hessisches Staatstheater Wiesbaden'in Großes Haus salonunun fuaye alanında izleyicilerle buluşacak.

Kürt yazılı edebiyatının kült eserlerinden “Mem û Zîn”, 17. yüzyıl sonlarında yazılmış trajik bir aşk destanı olarak dünya kültür mirasındaki yerini koruyor. “Mem û Zîn”  destanı, klasik bir aşk hikayesi olmanın ötesine geçerek Kürtlerin düşünsel, ruhsal ve toplumsal yapısına ışık tutan şiirsel anlatımıyla dikkat çekiyor. Yazıldığı dönemin sosyal ve siyasal atmosferini etkileyici şekilde betimleyen eser, Kürt dilinin anlam derinliğini ve zengin bir edebiyat dili olmasını çok iyi ortaya koyan klasikleşmiş bir başyapıt olmasıyla da önem taşıyor. Mem û Zîn; aşkın, tutkunun ve sadakatin; feodal kültür ve adaletsizlikler karşısında yaşadığı zorluklar ve karşılaştığı engeller açısından dünyaca ünlü “Romeo ve Juliet” eserini akıllara getiriyor. Kürt kültürü için önemli bir başvuru kaynağı olan eser, dünya genelinde farklı coğrafyalarda halen etkisini sürdürmeye devam ediyor.  2023 yılında Rain Media’nın Kürtçe Opera olarak yeniden gündeme taşımaya hazırlandığı “Mem û Zîn” dünya kültür mirasındaki yerine yeni bir başlık açmış olacak.

Mem u Zîn Operası tarihi bir proje

Rain Media’nın kurucularından Dara Kutlay ve Zelal Sever ortaklığıyla, uzun yıllar süren hazırlık aşaması ve büyük emeklerle hazırlanan “Mem u Zîn” Operası tarihi bir proje olarak müzik tarihindeki yerini almak için gün sayıyor. Sanatın birleştirici gücünden ve çok seslilikten ilhamla hayat bulan “Mem u Zîn” Operası’nın bestesi Cem İdiz, librettosu ise Cuma Boynukara tarafından yazıldı.  Rejisörlüğünü meşhur İhsan Othman’ın üstlendiği Opera’da Soprano Özlem Bulut, Tenor Angelo Pollak ve Piyanist Fiona Pollak gibi önemli sanatçılar yer alıyor. Bu önemli buluşmada yer almak ve “Mem u Zîn” Operası’nın ilk izleyicilerinden olmak isteyenler Hessisches Staatstheater Wiesbaden’in resmi web sitesini ziyaret edebilirler.

Depremzede Çocukların Kitap Sevinci

Geçtiğimiz günlerde KTO Karatay Üniversitesi Yayınları (KARYAY) etiketiyle piyasaya çıkan ‘Dijitale Kalpten Bağlı Aile’ kitabının ilk baskısından elde edilen gelir kapsamındaki bağış ile depremzede çocuklara 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle kitaplar hediye edildi ve masallar okundu.

Karatay Üniversitesi

Deprem felaketini yaşayan çocuklar için bu zorlu süreci bir nebze de olsa hafifletebilmek ve onları mutlu etmek amacıyla Dijitale Kalpten Bağlı Aile kitabının yazarları ve editörü, Konya’da bulunan yurtlarda misafir edilen depremzede çocukları ziyaret etti. 

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle çocuklara kitaplar hediye edildi, masallar okundu, şarkılar söylendi ve oyunlar oynandı. Depremzede çocukların 23 Nisan coşkusu gözlerinden okundu. Konya Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü iş birliğinde KYK Yurtlarında kalan depremzede ailelerin çocuklarına moral vermek amacıyla 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kapsamında bir dizi etkinlik düzenlendi. Etkinlikte Dijitale Kalpten Bağlı Aile kitabının yazar akademisyenlerin ve KTO Karatay Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölümü öğrencilerinin de katkılarıyla depremzede çocuklarla oyunlar oynandı, masallar okundu, şarkılar söylendi. Günün sonunda çocuklara masal kitapları hediye edilirken, çocukların mutluluğu yüzlerine yansıdı.

Çocuklarımızın Yaşadığı Bu Zorlu Süreçte Yanlarında Olacağız

Ziyaretler esnasında konuşan KTO Karatay Üniversitesi Çocuk Gelişimi Bölüm Başkanı ve kitabın yazarlarından Doç. Dr. Hatice Yalçın; “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kapsamında yurtlarda gerçekleştirdiğimiz ziyaretlerimiz sırasında, çocuklarımıza masallar okuyarak, hayal güçlerini geliştirmelerine ve dijital dünyanın öyküleriyle tanışmalarına yardımcı olduk. Depremzede çocuklarımızın yaşadıkları zorlu süreçte yanlarında olacağız ve onlara destek vereceğiz.” dedi. Kitabın editörü Dr. Nabat Garakhanova ise “Kitabımızın ilk baskısından elde edilen gelirin bu amaç için kullanılmasının, kitabımızı daha da anlamlı hale getirdiğine inanıyoruz. İçinde bulunduğumuz zor günleri birlikte atlatmak için tek yürek olmaya devam edeceğiz” şeklinde konuştu.

Yazar Cemal Öztürk: İnsan Yazdığı Sürece Var Olur

Merhaba Cemal Bey, çoğu okurumuz sizi yakından tanıyor ama yine de okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

1975 tarihinde Şanlıurfa’nın Birecik ilçesine bağlı Çiftlik köyünde orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. İlk ve orta okulu doğduğum köyde tamamladıktan sonra yurt dışına çıkarak bir süre Avrupa’da yaşamımı sürdürdüm. Uzun bir aradan sonra Türkiye’ye tekrardan yerleşerek memleketim olan Birecik’te yaşamıma devam ediyorum. Babamın mesleği olan ve benimde çok sevdiğim tarım işleriyle yani çiftçilikle uğraşıyorum. Zeynep Öztürk ile evliyim. Çok tatlı üç tane kız babasıyım. Kızlarım Yaren, Asrin ve Nevşin Öztürk’tür.

Yazar Cemal Öztürk, Rüyamdaki Mucize, soylesi

Edebiyat yolculuğunuzu ve kitabınızın ortaya çıkış sürecini anlatır mısınız?

Edebiyat yolculuğum 2022 yılında yayımlanan Ölümün Yolu ve Aydınlığın Çağrısı kitabıyla başladı. Daha sonra bu kitabımı güncellemek istedim. Ve bu güncellemeyi ilkbaharın sonlarına doğru tamamladım. Bu da aşağı yukarı olarak altı aylık gibi bir zamanımı aldı ama şimdi baktığımda keşke bir altı ay daha zaman ayırıp acele etmeseydim diye düşünüyorum. Tabi bu ilk çalışma benim için çok önemlidir. Büyük bir tecrübe kazandım diyebilirim. Bundan sonraki süreçlerde daha başarılı olabilmek için aslında sağlam bir temel oluşturmuş oldum. Daha önce birçok sefer yazıp çizdim. Ne yazık ki başaramadım. Hatta defalarca yazdıklarımı ya çöpe attım ya da ateşe atarak yaktım ama asla pes etmedim. Bu konuda hayalimden asla vazgeçmedim. Uzun bir zaman yazma işleriyle uğraştım. Geceleri gözüme uyku girmedi. Durmadan denemeler yapıyordum ve nihayetinde başardım. Allah emeğimi boşa çıkartmadı şükürler olsun.

İnsan yaşadıklarını yazmazsa zamanla kendisiyle birlikte yok olur gider. Eğer yazıp bunu bir esere dönüştürürse kendisini yaşatmış, ölümsüzleştirmiş olur.

Yazmak sizin için ne ifade ediyor? Yazar olma yolculuğunuza kimler destek oldu?

Benim için yazmak son derece önemlidir. Kendi yaşadıklarımı hem paylaşmak hem de bir sonraki nesillere eser olarak bırak istiyorum. Bu anlamda eserlerimi ölümsüzleştirdiğime de inancım tamdır. İnsan yaşadıklarını yazmazsa zamanla kendisiyle birlikte yok olur gider. Eğer yazıp bunu bir esere dönüştürürse kendisini yaşatmış, ölümsüzleştirmiş olur.

Yazar olma yolculuğumda tabi ki sevgili eşim Zeynep Hanım’ın ve çocuklarımın bana olan desteklerini tarif etmek gerçekten mümkün değil. Hem teşvik ettiler hem de başaracağıma ve yapabileceğime beni daha çok ikna edip inandırdılar. Dolaysıyla onlara çok şey borçluyum ve onlarla kendimi daha güçlü hissediyorum.

Rüyamdaki Mucize kitabınız hakkında okurlarınıza neler söylemek istersiniz?

Paylaşmanın her zaman için sağlıklı ve faydalı bir metot olduğuna inanıyorum. İnsanlar hem başarılarını hem de hatalarını paylaşmalıdır. Paylaşmanın fayda getireceğine inanmalıdırlar. Rüyamdaki Mucize kitabımı yazmaktaki gayem buydu. Rus edebiyatının ünlü ismi Lev Nikolayeviç Tolstoy’un meşhur “Başkalarının hayatından ders alın. İnsan bütün hataları kendisi yapacak kadar yaşamıyor.” sözünü hatırlatmak istiyorum.

Yazar Cemal Öztürk'tün Rüyamdaki Mucize kitabı

Başucu yazar ve kitaplarınız kimlerdir/nelerdir? Yazar ve kitapların hayatınızda nasıl bir etkisi oldu?

Birçok roman okudum en çok da Tolstoy, Dostoyevski, Victor Hugo gibi dünya klasikleri kitaplarının yazarlarını okudum. Araştırma ve tarihle ilgili okuduğum kitaplarda oldu mesela Amin Maalouf, Naval el Saddavi veyahut Server Tanilli gibi ama onlar sadece bilgi ve birikim için esas aldıklarımdır. Esasen beni yazmaya teşvik eden büyük yazarımız Yaşar Kemal ve onun dev eseri İnce Memed oldu. Saygı ve minnetle anıyorum. Yazarların hayatımda büyük etkisi oldu tabi ki. Girdiğim her ortama her kişiye şiir, öykü veyahut kitap gözüyle bakmaya başladım. 

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı?

Evet var. Asrin’in maceraları adlı bir çocuk hikâyesi üzerinde çalışıyorum. Geleceğimiz olan çocuklarımıza da edebiyat adına bir şeyler yazmak istedim. Eserim bitme aşamasında, kısa bir süre zarfında bunu da tamamlamış olacağım. Okurlarımla buluşturmak için büyük bir çaba sarf ediyorum. 

Neden Asrin? Bunun sizin için özel bir nedeni var mı?

Evet, aslında özel bir nedeni var. Asrin benim kızımın adı. Bu yüzden onu yazdığım hikâyenin kahramanı olarak seçtim. Hikâyede ki diğer kahramanlar da kızlarım ve kuzenlerinden oluşuyor. Bu beni oldukça mutlu ediyor.

Son olarak genç yazar adaylarına söylemek istediğiniz bir şey var mı? Onlara nasıl bir tavsiyede bulunmak istersiniz?

Aslında yaşadığımız bu hayatta her insanın başından geçmiş bir olay ya da yaşamış olduğu bir hikâyesi mutlaka vardır diye düşünüyorum. İçinizi daima kemiren bir sır olarak saklamaktansa yazarak paylaşmalarını tavsiye ediyorum. Örneğin bu bir şiir ya da bir kitap olabilir. Yazarak paylaşmalarının daha doğru ve faydalı olacağına inanıyorum. Genç yazar adayları facebook ve instagram'dan bana ulaşarak diledikleri soruları iletebilirler.

Kadir Ersoy Yazdı: Tilt Masası

Macaristan, Avrupa’nın göbeğinde başşehri Budapeşte olan temiz bir ülke. Bizde nasıl İstanbul yakası ve Kadıköy yakası diye ikiye ayırmışsak İstanbul’u, onlar da ortalarından akan nehrin bir yakasına Buda ötekine Peşte demişler. Yani sonuçta ikisi bir arada Budapeşte’yi oluşturmuş. Neden Macaristan’dan açtım bahsi? Çünkü Macaristan’da hiç aklımdan çıkmayacak bir olay yaşadım, onu anlatmak istiyorum.
 
Kadir Ersoy, Tilt Masası, Öykü

Kırklı yaşlarımdayım. Birkaç günlüğüne turistik olarak gelmiştim. Cebimde öyle ahım şahım bir para da yok, her şeyden tasarruf ederek, birkaç küçük hediye alıp eve dönmeyi planlıyordum. Dükkânların olduğu caddeyi dolaşıyordum. Bu dükkânlarda her türlü turistik hediye satıldığı için saatlerce hiç sıkılmadan dolaşabilirsiniz. 

Yalnız, bir dükkânın duvarında bir tilt masası gördüğümde, aniden kanım dondu! Titremeye başladığımı hissetim.

Bu plastikten yapılmış Çin malı herhangi bir dijital tilt masası değildi. Eski bir tahtadan yapılmıştı, içindeki saha gibi alana basit çiviler çakılarak eğri büğrü yollar döşenmişti. Yayından fırlatılıp gelen demir bilye bu çivilerin yönlendirdiği yollardan süzülerek geçiyor ve çeşitli sayılarla işaretlenmiş deliklere giriyordu. Bu herhangi bir sanayi ürünü değildi. Amatör birisi tarafından sadece bir adet yapılmıştı. Başka bir eşi yoktu. Bunu nereden biliyorsun veya bunun neresi enteresan demeyin. Bunu yapan benim babamdı! 

Beynim birden geçmişlere yönlendi. Yıllar önce ben küçükken yapmıştı, sonra İstanbul’a taşındığımız sırada tilt masası bir şekilde ortadan kaybolmuştu. Burada ne işi vardı, nasıl gelmişti? Satıcıya bunu nereden aldığını sordum. Hiç bir fikri yoktu. Zaten kendisi dükkânın sahibi olmadığı için konuya ilgisi de zayıftı. Fiyatını sordum. Şimdiki parayla 500 Euro’ya yakın bir fiyat söyledi. İçeriye baktığınızda zaten pahalı şeyler satan bir antikacıydı. Yüzlerce defa bu tahta tilt masasında top yuvarlayarak eğlendiğim küçüklüğüm gözümün önünden geçti. Gözlerim yaşardı. Cebimdeki tüm paramı toplasam 500-600 euroya yakındı. Otele gidip, ne yapmam gerektiğini düşündüm. Benim için çok önemli bir hatıraydı. Seyahati kısa kesmeye ve o hatırayı almaya karar verdim. Ertesi sabah erkenden o dükkâna gittim. Tilt satılmıştı! Yumruk yemiş gibi oldum. Kendimi ağzına emzik uzatılıp heveslendirilen, sonra geri çekerek ağlatılan bebek gibi hissettim.

Şu an bu tahta tilt elinde olan kişinin bu yazdıklarımı okuma şansı yüzde kaçtır acaba? Olur ya, okursa çocukluğumu geri satın almaya hazırım.

Orhan Kumral Yazdı: Elbise

Orhan Kumral, şiir

Üstüme oturmayan elbise gibi,

Aklıma takılmayan dizeler.

Tutunamayan düşünceler kulağımda mayın,

Söz söz üstüne dolanan sarmaşık,

Kurşun ağırlığıyla dilde yukarı aşağı.

Kelimeler savrulur içi buruk nefeslerde,

Elbise esen rüzgârda iğreti.

Gönül dikenleri batar her bir ilmeğine,

Dilden kopan sözler dudakları yarmış,

Yaydan çıkan ok örneği dönüşü olmayan.

Güneş gelse ziyaretime bir gecenin ortası,

Elinde kahvesi yüzünde buruk gül.

Sarılsa ellerime ona uzanan,

Yeter dese sana savrulan rüzgâr,

Sözler uçup gitse elbise salınırken. 

Kelimeler örter üstümü başımı,

Yalpalayan tığlar eğirir sözleri.

Dizeler her yanımda darmadağınık,

Sözler sıralanır sıralı sırasız,

Üstüme oturmayan elbise gibi. 

İlkay Coşkun Yazdı: Kapattım Çatlağını Kalbimin Kitabı Üzerine

Kitap, yüz kırk dört sayfa hacminde ve kırk dört denemeden oluşmaktadır. Yaşanmışlıklarla iç içe ve mazi tanıklığında hayata, insana ve dünyamıza bir bakış denemesi diyebilirim. Yazıların bir kısmındaki mazi dair anlatımlar, Nuh Nebi'den kalma değildir elbette. Yazarın yaşına göre, sadece otuz yıl öncesi yaşanmışlıklar diyebiliriz.

Kapattım Çatlağını Kalbimin, Fuat Oskay, Klaros Yayınları, Kitap

Mazinim birlikteliğine, diğerkâmlığına, güzelliklerine, özlemlerine hep bir değiniş vardır. Zamanın bu tanıklığıyla birlikte yer yer bu günün yaşantısıyla karşılaştırılması da yapılır. Eskiye dair özlemin ve zorlu bir kırsal yaşamın yazıya geçirilmesi diyebiliriz. Konfora, itibara, zaman öldürücülere ve maddeye teslim olmuş günümüz insanına gösterilmeye çalışılan daha çok değerlerimiz ve güzelliklerimizdir. Bunlarla birlikte hüzünler, kırılganlıklar ve umutları da ekleyebiliriz. Anlatımlarda diğer bir cihet; sevgi, merhamet, çaba ve tevekkülle ancak aşabileceğimiz sıkıntılarımız üzerindeki mülahazalardır. Bu insani değerler, bilinçle şekillenip duyumsamayla yolunu alacağı ana fikriyle işlenmektedir. Dertlerle, dertlenmek diyeceğimiz bir durum yani bu. Madde ve ruh uyumunun gözetildiği, medeniyetimiz köklerine dönmemiz gerektiğinin vurgusudur. Ruhunda her an açılan gedikleri kapatma çabasında olacak bir arzu. Vicdan, dostluk, yalnızlık, özlem, vuslat, hilm gibi birçok insani olgu açılımlanarak ele alınıp bir nevi konular içerisinde işlenmektedir.

Yazılan yazılarda 1 inci 2 inci tekil ve geniş zamanın kullanıldığını görmekteyiz. Yer yer uzun yazılar da olsa yazıların geneli kısadır. Yer yer küçürek diyebileceğimiz denemeler de bulunmaktadır. Yer yer de şiirsel bir dilinde kullanıldığını söyleyebilirim. Dilimizin geniş imkânlarından da faydalanır yazar. Az kullanımda olan kelimelere de yer verilir.

Yunak, tokaç, dibek, Müddei, tan, meşum, kâm gibi yeni neslin pek aşina olmadığı isimlendirmelerle de kültür aktarımı yapılmaktadır.

Yazarın, hayata dair güzel tespitleri var demiştik, şöyle ki; "Ertelemek en eski hastalıklarımızdandır bizim" (sayfa 11), "Zamanı tutup yularından kendine doğru çeksen de uslanıp sana itaat edecek bir at gibidir" (sayfa 11), "Mutluluk dediğimiz umut etmektir aslında" (sayfa 17), "Huzurlu iseniz dışa bağımlı değilsiniz. Duvarı içten örmüş, kapıyı içten açmışsınızdır. Kendinizi tamamlamış, ruhunuz da med-cezirlere, fay hatlarına, hendeklere yer bırakmamışsınızdır" (sayfa 17), "Kendin olarak geliştirdiğin eylemleri ve sahip olduğun erdemleri başkalarının değer terazilerine vurursan hayatında hiçbir zaman özgül bir ağırlığa sahip olamazsın" (sayfa 24), "İnsan ki ruh dünyasınca yalnızdır ve yeryüzünde kendisi için daha fazla yaşam alanı fethetmenin peşindedir" (sayfa 36) Bu şekilde devam eder tespitler... Şimdilik bu örneklerle kifayet edelim.

Yazılan denemelerin, atıf sözlerle desteklenmesinin yanında, atıflarla yol alındığını, hatta atıflarla konuların istikamet bulduğunu da söylesek yeridir. Bunu bizim kültürümüzden ve diğer başka bir coğrafyadan örneklendirelim. İbn-i Sina "Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör; duymak istemeyen kadar sağır değildir" İnsana dair böyle mülahazalarda bulunulur. Rilke de insana dair şu tespitte bulunur. "Tıpkı bir meyvenin çekirdeğini içinde taşıması gibi ölümü de içinde taşır insan"

Okuduğum kitaplardan teorik olarak ne öğrendiğimin izini de sürerim. Bu kitaptan öğrendiklerimin bir kısmına bir bakacak olursak; Osmanlı devletinin, günümüzde olan altmış dört devlet toprağına hükmetmekteydi mesela. Başkaca, Anadolu'da "tekne kazıntısı" denen; sonradan olan, son gelen çocuğa ebeveynleri daha latif bir şekilde "son beşiğimiz" demekteydiler. Son olarak da, arıların bir kilogram bal üretebilmesi için, kırk bin arının altı milyon çiçeğe konması gerektiğini ve bir işçi arı hayatı boyunca bir çay kaşığının on iki de biri oranında ancak bal yapabileceğini öğreniyoruz.

Zamanı tüketmek, çalışmak çabalamak, okunsun diye yazılar yazmak, bolca okumak gibi bütün çabalar hep bir gönül mülkünü büyütmeye, geliştirmeye vesileler olacaktır. İnsan öyle veya böyle zamanın yek ahenk akışı içerisinde yolunu alacaktır. Yazarın kitapta da ifade ettiği gibi, erdemler manzumesinin inşasına bir tuğla olabilmenin kıymeti harbiyesi yadsınamaz. Nemrut'un ateşine su taşıyan bir karınca gibi olma durumu yani bu. İnsana, hayata ve dünyaya dair yazılarda daha çok yazarın iç varlığına yolculuğu da görüyoruz. Okura farklı pencerelerden farklı görüntüler de sunulmuyor değil. Her şeyde her işte erinci arama çabasını görüyoruz. Özellikle insanın iç dünyasını düzene sokma gayretlerinin yol ve yöntemlerini temaşa ediyoruz. Ya da başka bir ifadeyle, duygu ve düşüncenin ehemmiyetine, eğilinmesine ve eğitilmesine yönelik bir havuzda yol alınıyor.

Sonuçta; dünya, hayat ve insan olgusu, âfak ve enfüs'ü içerisinde barındırıyor. Birbirini besliyor ayrıca. Her türden olumsuzluk ve imkânsızlığa rağmen umudu avuçlarımızda büyütmeliyiz diyoruz. Kitap da yer alan “Küskün” isimli küçürek bir deneme ile yazımızı nihayete erdirelim izninizle. "Günümüzde orkidelerin en çok çiçek açtığı yerlerin başında mezarlıklar geliyor biliyor musun?/ Nedendir peki yer mi beğenmiyorlar?/ Öğle değil.../ Her tarafı kalkındırmaya tabi tuttuk ya hani. Beton yığınlarından onlara yer kalmadı./ Her canlı huzur bulduğu yerde nefes alır. / Kalkındırmada birinci öncelikli bölge vicdanlarımızdı oysa./ Iskaladık” (sayfa 33) İyi okumalar.

Güler Kalem’in Toprak Duman ve Kedi Kitabı Çıktı

Yazar Güler Kalem, Toprak Duman ve Kedi adlı yeni kitabında on üç öykü anlatıyor. Sevgi Soysal 2018 Öykü Ödülü’nde Toprak Duman ve Kedi öyküsüyle mansiyon alan yazar, kitabın serüvenine anlaşılmanın şevkiyle başlıyor. 

Güler Kalem, Toprak Duman ve Kedi, Gri Yayınevi

Toplumu iki uç kutbuyla inceleyen öykülerde karakterler ve yaşadıkları metaforla anlatılıyor. Kalem’in öyküleri, toplumdan yola çıkarak bireyin yaşadığı açmazlar, ötekileştirme, toplumsal zorbalık, fikir özgürlüğü kısıtı, mekânsal olarak kentlerin ruhu, varoluşsal çıkmazlarda bocalayan insanların aidiyetsizlik yaşayarak giderek kimliksizleşmesi gibi dertlerin toplamını konu ediniyor. 

Fakat zaman incelikli bir katil idi...

“Söz kırılır mı peki, kırılmış ortasından. Kimseler duymazsa kırılırmış. Yasını tutup, ağıdını yakarak, bağıra çağıra ağlamazsan, söz kırılırmış. Halbuki ne çok isterdi, boğazı patlayana kadar haykırmayı, naylon ayakkabılarını çıkarıp koşarak kına kokulu anasına sarılmayı… Ak gerdanından taşan kırmızı beliklerine yüzünü sürmeyi…”

İsmail Hilal yazdı: Tedavi

Toplumun ana değerlerindeki bu hızlı kayboluş insanı ürkütüyor. Çok değil 30-40 sene önce olmaz olamaz dediğimiz çoğu şeyi sindirdik, sindirmekle kalmadık uygular olduk. Bence işin daha korkunç yanı diyorum ki bunu bilerek söylüyorum, yeni nesli anlıyorum ancak eskiler yeni nesilden daha çabuk benimsedi bu hızlı dönüşümü. 

İsmail Hilal, Tedavi, yazi

Yani otokontrol noktası olması gereken daha gelenekçi olup yol göstermesi gereken kitle resmen kabak çiçeği gibi açmış durumda. Durum öyle olunca kitle ana merkezden, özden benlik dediğimiz; yeri geldi mi övündüğümüz, asıp kestiğimiz millilikten ve manevi değerlerinden kopuş aşırı hızlanıyor. Sokaktaki gençler kelime-i şahadet getirmeyi bilmiyor hadi inanç gitti diyelim ki çok tehlikeli koluna dövmesini yaptırdığı Mustafa Kemal’i bile tanımıyor. 

Konuşurken bir kısmında anlıyorsun, cevher var ama kimse işlenmemiş. Bir yerden sonra o rahatlıkla haliyle çocuk da istemiyor. Zaten global dünya dediğimiz kavram ve bunun telefonlara indirgenmesi sonucu etkileşimin artmasının sonuçları var. Birde bizler böyle olunca sorun daha da büyüyor. Çünkü özde hâlâ millilik var, din var. Ama dini öğretmesi gereken bazı kesimler yüzünden dinden korkar hale geldik. Milli olalım dedik; tek bildiğimiz ve ana şablonda detaylı gösterilen cumhuriyet tarihi. İşin kötüsü onun da tüm değerlerini tam vermeyi beceremedik. Verilmediği için bugün liyakat kalmadı. Hırsızlık, uyanıklık hoş görülüp, iyi adamlık çöpe atıldı ve atıl kaldı. Şimdi batıya baksak yüzde yüz batılı değiliz. Doğuya baksak doğulu olanda biz değiliz. Nereye koyacağız kendimizi? Peki, bunun tedavisi ne? 

Lafı çok uzatmadan diyebileceğim şu: Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ders programları incelenerek çocuklara İngilizce, matematik verene kadar önce belki birkaç yıl vatan sevgisini, dürüst insan olmayı, değerlerimizi ve onlara en azından saygı duymayı öğretemez miyiz? Ve tabi ki bizler bu ülkeyi onlara bırakmadan önce kendimizi düzeltemez miyiz?

Delil veya Sanık Gizlemek Polisiye Edebiyata İhanettir

Merhaba Alper Bey, çoğu okurumuz sizi polisiye romanlarınızın yanı sıra çeşitli gazetelerde yazdığınız spor yazılarınızdan da yakından tanıyor ama yine de okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Merhabalar! 2010’lu yılların başından beri ağırlıklı olarak ana akım medyanın pek yüz vermediği alt ligleri, amatör statüleri takip edip o alanlardaki detayları yazmaya çalışıyorum. 2010 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden Yılın Spor Köşe Yazısı Övgü Ödülü’nü alınca bu konuda ilerlemem gerektiğini düşündüm, o gün bugündür o yoldan pek de sapmadım diyebilirim…

yazar alper kaya

2011 yılında ilk romanım 08.00 yayımlandı, sonra bir müddet “ilk romanı yayımlanan yazar sendromu” yaşadım ve yayıncı bulamadım. Ardından galiba şeytanın bacağını da kırmış olacağız, 2014’ten itibaren neredeyse her yıl bir eserimi (bazı yıllar iki) yayımlatabildim. Polisiye ve gerilim ağırlıklı yazıyorum ancak 2021 yılında animasyon sinemasında filmsel zaman kurgusu üzerine yazdığım lisans tezimi de “Öyle Bir Geçer Zaman ki: Animasyon Sineması” ismiyle kitaplaştırdım. En son, ülkemizin yapay zekâ destekli ilk çizgi romanı olan “Yapay Cinayet”i hazırlayıp çevrimiçi olarak yayınladım…

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? Yazar olma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

Açıkçası yazarlık benim için biraz asosyal bir kavram. Sosyalleştiğiniz ölçüde yazarlıktan uzaklaşıyorsunuz. Ben çok eskiden bu yana, okuma yazmayı ilk söktüğümden itibaren hep bir şeyler yazdım. Ama kısa ama uzun sürekli bir şeyler yazdım ve mütemadiyen de okudum. Derken yolculuğumuz kitapların yayımlanmasına kadar geldi…

Ama birkaç isim sayabilirim destek olanlar konusunda… Öncelikle ilk romanımı yayımlatma konusunda hemen hemen herkesin yaşadığı güçlükleri yaşadığım dönemde, hele ki 20 yaşındaysanız çok güç oluyor, rahmetli Turhan Özyazanlar bana çok destek olmuştu. Bir de birkaç yıl önce yazarlıktan uzaklaşma konusunda bazı fikirler belirdiğinde bana destek olan eşimin hakkını teslim etmem gerek. 

Son kitabınız ‘Karınca Karambolü’nde şike soruşturması nedeniyle yedi yılını cezaevinde geçiren eski boksör Korhan Karay, içeriden çıktıktan sonra kendini birbirine bağlı suçların içinde buluyor. Bu hikâye nasıl oluştu? Okuyucularımıza Karınca Karambolü’nün ortaya çıkış sürecini anlatır mısınız? 

Doğrusu Karınca Karambolü, ülkemizdeki az çok gündemle ilgilenen herkesin gözleri önünde cereyan etme potansiyeli yüksek bir hikâye. Korhan isimli bir boksörümüz var, bu arkadaşımız şikeden suçlu bulunup hapse giriyor. Ardından onun davasını yürüten savcı, bir terör örgütüyle bağlantılı olduğu ortaya çıktığında yurtdışına kaçıyor. Savcının kaçmasıyla, davanın seyri değişiyor ve Korhan hapisten çıkıyor. Tabii hayatını idame ettirmesi lazım, bunun için de karşısına bir iş teklifi çıkıyor: Dedektiflik yapmaya başlıyor. Olaylar böyle gelişiyor, kalanını da okuyuculara bırakalım…

Her türde olduğu gibi polisiyenin de sadık kalınması gereken belli dinamikleri bulunuyor. Bu minvalde eserlerinizi kaleme alırken nelere dikkat ediyorsunuz?

Benim polisiyedeki en önemli kriterim, okuyucuyu kandırmamak. Çoğu romanda okuyucular şuna şahit olmuştur: 400 sayfa boyunca görünmeyen bir karakter son beş sayfada ortaya çıkar ve katilin o olduğunu öğreniriz. Ya da polisler, rutin soruşturma sırasında hiç yapmamaları gereken bir şeyi yaparak önemli bir detayı atlarlar. Sonra bunun bir dalgınlık olduğu ortaya çıkar ve son sayfada olay çözülür. Okuyucudan delil veya sanık gizlemek bence polisiye edebiyata ihanet demektir. Ben ipuçlarını okurla paylaşmak gerektiğini düşünüyorum. Öbür türlüsü biraz ‘zorlama’ geliyor bana…

Türkiye’de polisiye diğer türlere göre biraz daha az tercih ediliyor. Bunun sebebi sizce nedir?

Aslında bu, bence bir yanılgı. Daha az tercih edilmiyor ama okunan eserler yaygınlaşmıyor. Yani okuyucularda, son biriki yıl hariç okudukları ve yeni keşfettikleri polisiye yazarları paylaşma gibi bir reaksiyon yoktu. Nadiren karşılaşabiliyorduk, son dönemde (hâlâ yeterli seviyede olmadığını düşünsem de) biraz daha yaygınlaştı. Bunun ana nedeninin, edebiyatın moda ile bağlantısı olduğunu düşünüyorum. Polisiye için değil, bütün türler için geçerli… Çok konuşulan, çok övülen bir isim oldu mu ona doğru bir yönelme oluyor. Bir de yayıncılar sağ olsunlar, genellikle en göz alıcı kapaklarını ve pazarlama taktiklerini hep yabancı yazarların lehine yaptıkları için yerli yazarlar burada biraz öksüz kalabiliyor.

Başucu polisiye yazar ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Zor bir soru ama kolay bir cevabı var. İlkokul çağlarımda Peyami Safa’nın Server Bedi ismiyle yazdığı Cingöz Recai serisi ile Enid Blyton’un küçük çocuklardan oluşan dedektif gruplarının kitaplarını okuyarak polisiyeye adım attım. Biraz biraz aklım ermeye başladığında da Daniel Pennac ile tanıştım, ondan sonra da olaylar gelişti. Yanlış anımsamıyorsam Stephen King ki o da ilkokul çağlarımda en çok okuduğum yazardı, bir söz söylemiştir. Bence bu sorunun ikinci kısmının net cevabı olur. İyi bir yazarın daha iyi bir okuyucu olması gerektiğini savunur. Okuduğum kitaplar ve dolayısıyla yazarlar hayatıma bu şekilde etki etmiştir. İyi bir okuyucu olduğum için yazmaya adım atabildim.

Şimdiye kadar yayımlanmış kitaplarınızdan okur ve eleştirmenlerden aldığınız dönüşlerden bahseder misiniz?

Komiser Tahsin serisi için genel bir eleştiri aldım. Şimdiye kadar beş kitabı yayımlanan bu seriyi baştan sona okumuş olanlar iyi gözlemlemiştir ama genelde ilk iki kitaptan sonra şöyle bir eleştiri geliyor: “Hale neden hep çay koyuyor?” Bilmeyenler vardır, kısaca açıklayalım. Hale, Cinayet Büro ofis personeli. Aslında diğerleriyle aynı rütbede, evet polis ama ilk maceralarda çok aktif değil. Çünkü kendisini henüz kanıtlamamış durumda. Sonraki maceralarda zaten işin seyri değişiyor. Yani bir nevi karakterin dönüşümü söz konusu. O yüzden özellikle Komiser Tahsin serisine başlayacak olanlara, Hale için biraz sabırlı olmalarını tavsiye edebilirim. (Yazar burada gülümsüyor.)

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Evet var. Daha doğrusu vardı… Henüz dumanı üzerinde tütüyor, yeni çıktı: “50 Maddede Polisiye Edebiyat” isimli bir araştırma kitabı hazırladım ve henüz bu hafta okuyucularla buluştu.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Böyle durumlarda ne denilir ki, sanıyorum keyifli okumalar dileyebilirim.

Umut Özkan Yazdı: Özlenen Kent mi, Şehir mi?

Özlenen kentler mi şehirler mi tartışması uzun zamandır gündemde. Herkes büyük kentlerin kalabalığından gürültüsüne keşmekeşliğinden şikâyetçi ama bırakıp gidemiyor... Büyük kentlerde herkes bir şekilde koşturmadan bıkmış durumda. Çocuğunun okulu, kreşi ev bireylerinin işi... 

Umut Özkan, Edebiyat Gazetesi, yazi

Herkes bu hayattan bıkmış durumda. Onlar bu kente esir mi desek hapis mi desek bilmiyoruz... Bakıyor, kentlerin uzak diyarlardan bir göç dalgası ile gelenleri ne aş derdi taşıyor ne iş derdi, keyfi yerinde. Herkes aynı şehirde ama hiç kimse birbirini göremiyor. Kapısını çeken evinden çıkıyor... Günlük davranışı bu, onu yerine getiriyor. Artık bu herkesin alışılmış bir davranışı haline geldi. İnsanlar birbirlerinin ölümünü bile duymuyor. Eşten dosttan üç dört yıl sonra duyuyor. Kimse kimsenin mutluluğuna ortak olmuyor. Haberi bile olmuyor. Demek ki günlük yaşamın büyük şehirlerdeki koşturması bizi değerlerimizden alıkoyuyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu, oğlu Mehmet’e vasiyet gibi şu dizeleri bırakıyor.

Öyle bir şehre yerleş ki, Küçük olsun fakat bizim olsun. Her ağacına elin. Her karış toprağına terin değsin. Ve kuytu evlerden birinde, Senden habersiz ölenler olmasın.

Hepimiz büyükşehirlerde tutkuyla bir şeylere bağlanmışız. Çoğumuz maddi öğelere tapınır durumdayız. Yüzde yüz maddiyat nereye kadar? İnsan olduğumuzu unuttuk. Bedri Rahmi Eyüboğlu, bu şiirinin son dizelerini şöyle bitirir: “Büyükşehirlerde yalan söylenir. Hâlbuki küçük köylerin mezarlığı bile yoktur.”

Şehir diyenler sokakta dostuna merhabayı, esnafa selamı özlüyor... Dışarının gürültüsünden çok içerideki mutluluğu, ahengi ve sessiz duruşu özlüyor. Hırsı yenmiş engin gönülleri arıyor. Halk türküsünde ne güzel dile gelir, “Engin ol, gönül engin ol. Dünya kadar malın, Olsa ne fayda. Engin ol, gönül engin ol.” 

Bacon ise bir büyükşehir davranışı haline gelen Haset ve hırs üzerine Denemeler kitabında şunları anlatır: “Kendi değeri olmayan insanlar başkalarının değerini hiçbir zaman çekemez, çünkü insan gönlü ya kendi üstünlüğü ya da başkalarının kötülüğü ile beslenmek ister, bunların birinden yoksunsa ötekine dayanmak zorunda kalır. Bir başkasının üstün değerine ulaşmak umudunu yitirince de o kişiyi bulunduğu yüksek yerden aşağı çekmekle eşitlik kazandığını sanır".   Bacon bu yazıyı yüzyıllar önce yazarak, her gün otobüste, bakkalda, kentin değişik yerlerinde rastladığımız şehirli insanın geleneksel davranışını ortaya koymuştur. İnsan; bahçeyi, bağı, kurdu, kuşu ağacı nehri bir ve bütün özlüyor. Yaşamı, kenti ve şehri birbirine karşı değerler içinde görmesek de kentin değerlerini yok etmek üzere olduğumuzu hâlâ göremiyor. Kent ile şehri kaynaştırmalıyız. Barıştırmalıyız. Yirmi birinci yüzyıldayız. Dünyada milyonlarca insan para verip akıllı tabir ettikleri konutları alıyorlar. Ama hâlâ sokaklarımızı, caddelerimizi akıllı hale getiremedik. Yaşadığımız yerleri depreme güvenli bir hale bile getiremedik. İnsanımızı belirli zamanlarda kaybediyoruz…

İnsanımıza akılla sağlanan kolaylıkların hiçbirini sağlayamadık, kentlerimizi yaşayan bir konuma getiremedik Yıllar önce Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir kitabında anlattığı Erzurum depremini yaşadığı yerdeyiz. Yine Yaşar Kemal’in Hasankale depremi röportajlarını yaptığı yerdeyiz. kent sorunları bizlere bir gün nefes aldırmayacak. Sait Faik’in Sinagrit Babası olacağız. 

Yaşar Kemal’in Deniz’i gibi doğa insana küsecek... Şehrin kültürü ve kentin maddi değerleri hepimizi bir apartman dairesine hapsetti.  Yazımı Sanatçı Ferdi Tayfur şu güzel sözleriyle bitirmek istiyorum, “Hadi gel köyümüze geri dönelim”.

Edebiyat Gazetesi’nin Üçüncü Sayısı Yayında

Genel Yayın Yönetmenliğini İsrafil Baran’ın yaptığı Edebiyat Gazetesi’nin manşetinde Umut Özkan’ın “Özlenen Kent mi, Şehir mi?” başlıklı yazısı yer alıyor. Söyleşi bölümünde, Yazar Alper Kaya ile polisiye edebiyat hakkında konuşuldu.

Edebiyat Gazetesi, e-gazete

Editörlüğünü Yücel Aydın’ın üstlendiği Edebiyat Gazetesi’nin nisan sayısında Karayolunda Ağaç Olmak isimli öyküsüyle Hazım Gökçen, Oktay ile Oktar isimli öyküsüyle Mustafa Bilgücü, Sagudan Ağıta Yas Kültürü isimli yazısıyla Fırat Kasap, Tedavi isimli yazısıyla İsmail Hilal, Elbise isimli şiiriyle Orhan Kumral, Tilt Masası isimli yazısıyla Kadir Ersoy ve Kapattım Çatlağını Kalbimin isimli kitap değerlendirme yazısıyla İlkay Coşkun yer aldı. Çıktı alınıp okunabilen Edebiyat Gazetesi’ni edebiyatseverler çevrimiçi olarak Magzter, Dergilik, Google Play Kitaplar ve edebiyatgazetesi.com üzerinden de ücretsiz okuyabilirler. Gazeteyi cihazınıza indirip okumak için tıklayınız.

Edebiyat Gazetesi Sayı 3

50 Maddede Polisiye Edebiyat Okuyucuyla Buluştu

Peki sekizinci yüzyılda yazılmış, bir Çin hanedanının polisiye maceralarını anlatan öyküleri hiç duymuş muydunuz? Felsefeden sınıfsal farklılıklara kadar uzanan geniş bir yelpazeye değinen ama dedektifi insan olmayan bir polisiye seriye denk geldiniz mi?

50 Maddede Polisiye Edebiyat, Karakarga, Alper Kaya

6-7 Eylül olaylarına Taksim’de şahit olan, dünya polisiyesinin en meşhur ve bir o kadar da gizemli yazarlarından birinin neden o sırada İstanbul’da olduğunu biliyor musunuz? Polisiye tarihinden pek çok enteresan anekdot ve farklı ülkelerin polisiye edebiyatlarının gelişimine dair detaylar Alper Kaya'nın kaleme aldığı 50 Maddede Polisiye Edebiyat kitabında sizi bekliyor!

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447