Ölüm acısı insanların en büyük acısı. Canlılar içinde öleceğini bilen tek canlı türü insan. Toplu ölümler ise insanlarda uzun yıllar süren, bazen profesyonel destek almayı gerektiren travmalar yaratıyor. Toplum olarak 6 Şubat günü büyük bir acı yaşadık. Kaç uzun gün geçti hâlâ depremin yarattığı yıkıcı etkiyle mücadele ediyoruz. Binlerce insanımızı kaybettik. Yıkılan her evden ağıtlar yükseliyor. Ağıt bizim hayatımızın bir parçası. Çok eski zamanlardan beri ağıt yakıyoruz. Peki nedir ağıt, niçin ağıt yakıyoruz?
Türklerde edebiyat Orta Asya’da sözlü kültürle başladı. Asya’nın ovalarında, yaylalarında göçebe yaşam tarzını sürdüren Türkler, geçimlerini avcılık ve hayvancılıkla sağlıyorlardı. Duygularını, düşüncelerini, hayallerini, umutlarını sözlü kültür ürünleriyle ortaya koydular. İslamiyet öncesi sözlü kültür ürünlerini dörde ayırıyoruz. Sav, sagu, koşuk, destan. Bu türlerin hepsi manzumdur yani şiirdir. Şiir olmasının sebebi akılda kolay kalmasıdır. Yazı kültürü göçebe kültürde yeterince gelişmemiştir. Yazı kültürünün gelişmesi İslamiyet’in Türkler arasında yayılması, Karahanlı devletinin güçlenmesiyle oldu. Türklerin yazı kültürü oluşmadan önceki tarihlerinin bilgisi, sözlü kültür ürünlerinden ve komşu toplumların yazılı ürünlerinden gelmektedir.
Bilinen ilk sözlü kültür ürünümüz sagudur. Saka Türklerinin komutanı Alp Er Tunga’ya yakılan ağıt bilinen ilk ağıttır. Bu sagu İranlı Firdevsi’nin Şehname adlı destanında yer almaktadır. Uzun yıllar süren İran Turan savaşlarında İranlıların kahramanı Zaloğlu Rüstem ile Türklerin kahramanı Alp Er Tunga (destandaki adıyla Afrasiyap) mücadele ettiler. Sonunda Zaloğlu Rüstem, Alp Er Tunga’yı öldürür. Bu ölüm üzerine ders kitaplarımıza giren ünlü sagu söylenmiştir: “Alp Er Tunga öldi mü? Isız ajun kaldı mi? Ödlek öçin aldı mu? Emdi yürek yırtılur.”
Sagu dediğimiz şiir belli bir ezgiyle söylenir. Yuğ töreni adı verilen cenaze törenleri özel insanlar için yapılır. Devlet adamları, komutanlar, topluma öncülük etmiş kişiler için hazırlanan törenlerdir. Balbal taşı adı verilen mezar taşlarının çevresinde yedi kez dönülerek belli bir ezgiyle, sagu dediğimiz şiirler söylenir. Ölenin yakınları üstlerini başlarını yırtarak, gözyaşlarıyla acılarını ifade ederler. Sagu dörtlüklerle oluşturulur. Ölçüsü milli ölçümüz olan hece ölçüsüdür. Kafiyeler yarım, tam, zengin kafiyedir. Kafiye örgüsü değişiklikler gösterir. Genellikle aaba kafiye örgüsü vardır.
Anadolu’da İslam dininin yaygınlaşması ve güçlü devletlerin kurulmasıyla birlikte iki farklı edebi kültür oluştu. Divan edebiyatı ve halk edebiyatı. Her iki kültür de yas geleneğine yer verdiler. Divan edebiyatında yas kültürü mersiye türünde dile getirildi. Mersiye türü divan edebiyatında daha çok mesnevi ve Terkib-i Bend türleri içinde yer almıştır. Ölen padişahlar, devlet adamları için yazılan aynı zamanda onları öven şiirlerdir. Mersiye türünün kökeni Kerbela olayına kadar gitmektedir.
Kerbela’nın önü düzdür. Ah Hüseynim, vah Hüseynim. Geceler bana gündüzdür. Ah Hüseynim, vah Hüseynim.
Osmanlı Devleti döneminde tanınmış en önemli mersiyelerden biri Kanuni mersiyesidir. Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine yazılmıştır. Divan şiirinin zirve isimlerinden biri olan Şair-i Azam Baki tarafından yazılmış bir divan şiiridir. Divan şiirinin şekil özellikleri bu şiirde de bulunmaktadır. Nazım birimi beyit, ölçü aruz ölçüsü, kafiye sıralanışı a aba ca şeklindedir.
Ey pay-bend –i dam geh i kayd ı nam u neng
Ta key heva yi meşgule-i dehr i bi direng
An ol günü ki ahir olub nev bahar-ı ömr
Berg i hazana dönse gerek ruy-ı lale reng
Hurşide baksa gözleri halkın dolagelir
Zira görünce hatıra ol mehlika gelir”
Halk şiirinde ölen herhangi bir insan için ağıt söylenebilir. Halktan bir kişi olması yeterlidir. Ağıt, sözlü kültürde hem anonim gelenekte hem de âşıklık geleneğinde yer almaktadır. Halk şiirinin nazım şekillerinden biri olan ağıt özellikle ölen askerler için söylenmekle birlikte söylenişi çok yaygındır.
“Genç Osman dediğin bir küçük uşak,
Beline bağlamış ibrişim kuşak,
Askerin içinde birinci uşak,
Allah Allah deyip geçer Genç Osman.
Genç Osman dediğin bir küçük aslan,
Bağdat’ın içine girilmez yastan,
Her ana doğurmaz böyle bir aslan,
Allah Allah deyip geçer Genç Osman.
Bağdat’ın kapısın Genç Osman açtı,
Düşmanın cümlesi önünden kaçtı,
Kelle koltuğunda üç gün savaştı,
Allah Allah deyip geçer Genç Osman.”
Kayıkçı Kul Mustafa adlı bir asker tarafından, Bağdat’ın fethine katılmış bir er olan Genç Osman için söylenmiş bir ağıttır. Kurtuluş Savaşı’nda şehit olmuş birçok insan için ağıt yakılmıştır. Bu ağıtlara bir örnek:
“Şafak söktü tan yerleri atıyor,
Tren gelmiş acı acı ötüyor,
Kardeşim şehit olmuş yerde yatıyor,
Ak elleri kızıl kana batıyor.”
Günümüzde modern edebiyatta ağıt türünün başarılı örneklerine rastlanmaktadır. Ceyhun Atuf Kansu’nun Kızamuk Ağıdı şiiri türün başarılı örneklerinden biridir.
“Ben bir günde yirmi üç küçük ölünün,
Gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamuktan,
Ya siz ne gördünüz söyleyin, söyleyin, söyleyin,
Bir şey söyleyin, bir şey söyleyin uzaktan.”
Ölüm acısının olduğu her ortamda insanlar acılarını sözlü ya da yazıl olarak dile getirmişler. Bundan sonra da dile getirmeye devam edecekler. Yazımızı Bedri Rahmi’nin şu dizeleriyle bitirelim:
“Kitaplarda değil türkülerde ara, Yemen’i, Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni.”