Kitap, yüz kırk dört sayfa hacminde ve kırk dört denemeden oluşmaktadır. Yaşanmışlıklarla iç içe ve mazi tanıklığında hayata, insana ve dünyamıza bir bakış denemesi diyebilirim. Yazıların bir kısmındaki mazi dair anlatımlar, Nuh Nebi'den kalma değildir elbette. Yazarın yaşına göre, sadece otuz yıl öncesi yaşanmışlıklar diyebiliriz.
Mazinim birlikteliğine, diğerkâmlığına, güzelliklerine, özlemlerine hep bir değiniş vardır. Zamanın bu tanıklığıyla birlikte yer yer bu günün yaşantısıyla karşılaştırılması da yapılır. Eskiye dair özlemin ve zorlu bir kırsal yaşamın yazıya geçirilmesi diyebiliriz. Konfora, itibara, zaman öldürücülere ve maddeye teslim olmuş günümüz insanına gösterilmeye çalışılan daha çok değerlerimiz ve güzelliklerimizdir. Bunlarla birlikte hüzünler, kırılganlıklar ve umutları da ekleyebiliriz. Anlatımlarda diğer bir cihet; sevgi, merhamet, çaba ve tevekkülle ancak aşabileceğimiz sıkıntılarımız üzerindeki mülahazalardır. Bu insani değerler, bilinçle şekillenip duyumsamayla yolunu alacağı ana fikriyle işlenmektedir. Dertlerle, dertlenmek diyeceğimiz bir durum yani bu. Madde ve ruh uyumunun gözetildiği, medeniyetimiz köklerine dönmemiz gerektiğinin vurgusudur. Ruhunda her an açılan gedikleri kapatma çabasında olacak bir arzu. Vicdan, dostluk, yalnızlık, özlem, vuslat, hilm gibi birçok insani olgu açılımlanarak ele alınıp bir nevi konular içerisinde işlenmektedir.
Yazılan yazılarda 1 inci 2 inci tekil ve geniş zamanın kullanıldığını görmekteyiz. Yer yer uzun yazılar da olsa yazıların geneli kısadır. Yer yer küçürek diyebileceğimiz denemeler de bulunmaktadır. Yer yer de şiirsel bir dilinde kullanıldığını söyleyebilirim. Dilimizin geniş imkânlarından da faydalanır yazar. Az kullanımda olan kelimelere de yer verilir.
Yunak, tokaç, dibek, Müddei, tan, meşum, kâm gibi yeni neslin pek aşina olmadığı isimlendirmelerle de kültür aktarımı yapılmaktadır.
Yazarın, hayata dair güzel tespitleri var demiştik, şöyle ki; "Ertelemek en eski hastalıklarımızdandır bizim" (sayfa 11), "Zamanı tutup yularından kendine doğru çeksen de uslanıp sana itaat edecek bir at gibidir" (sayfa 11), "Mutluluk dediğimiz umut etmektir aslında" (sayfa 17), "Huzurlu iseniz dışa bağımlı değilsiniz. Duvarı içten örmüş, kapıyı içten açmışsınızdır. Kendinizi tamamlamış, ruhunuz da med-cezirlere, fay hatlarına, hendeklere yer bırakmamışsınızdır" (sayfa 17), "Kendin olarak geliştirdiğin eylemleri ve sahip olduğun erdemleri başkalarının değer terazilerine vurursan hayatında hiçbir zaman özgül bir ağırlığa sahip olamazsın" (sayfa 24), "İnsan ki ruh dünyasınca yalnızdır ve yeryüzünde kendisi için daha fazla yaşam alanı fethetmenin peşindedir" (sayfa 36) Bu şekilde devam eder tespitler... Şimdilik bu örneklerle kifayet edelim.
Yazılan denemelerin, atıf sözlerle desteklenmesinin yanında, atıflarla yol alındığını, hatta atıflarla konuların istikamet bulduğunu da söylesek yeridir. Bunu bizim kültürümüzden ve diğer başka bir coğrafyadan örneklendirelim. İbn-i Sina "Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör; duymak istemeyen kadar sağır değildir" İnsana dair böyle mülahazalarda bulunulur. Rilke de insana dair şu tespitte bulunur. "Tıpkı bir meyvenin çekirdeğini içinde taşıması gibi ölümü de içinde taşır insan"
Okuduğum kitaplardan teorik olarak ne öğrendiğimin izini de sürerim. Bu kitaptan öğrendiklerimin bir kısmına bir bakacak olursak; Osmanlı devletinin, günümüzde olan altmış dört devlet toprağına hükmetmekteydi mesela. Başkaca, Anadolu'da "tekne kazıntısı" denen; sonradan olan, son gelen çocuğa ebeveynleri daha latif bir şekilde "son beşiğimiz" demekteydiler. Son olarak da, arıların bir kilogram bal üretebilmesi için, kırk bin arının altı milyon çiçeğe konması gerektiğini ve bir işçi arı hayatı boyunca bir çay kaşığının on iki de biri oranında ancak bal yapabileceğini öğreniyoruz.
Zamanı tüketmek, çalışmak çabalamak, okunsun diye yazılar yazmak, bolca okumak gibi bütün çabalar hep bir gönül mülkünü büyütmeye, geliştirmeye vesileler olacaktır. İnsan öyle veya böyle zamanın yek ahenk akışı içerisinde yolunu alacaktır. Yazarın kitapta da ifade ettiği gibi, erdemler manzumesinin inşasına bir tuğla olabilmenin kıymeti harbiyesi yadsınamaz. Nemrut'un ateşine su taşıyan bir karınca gibi olma durumu yani bu. İnsana, hayata ve dünyaya dair yazılarda daha çok yazarın iç varlığına yolculuğu da görüyoruz. Okura farklı pencerelerden farklı görüntüler de sunulmuyor değil. Her şeyde her işte erinci arama çabasını görüyoruz. Özellikle insanın iç dünyasını düzene sokma gayretlerinin yol ve yöntemlerini temaşa ediyoruz. Ya da başka bir ifadeyle, duygu ve düşüncenin ehemmiyetine, eğilinmesine ve eğitilmesine yönelik bir havuzda yol alınıyor.
Sonuçta; dünya, hayat ve insan olgusu, âfak ve enfüs'ü içerisinde barındırıyor. Birbirini besliyor ayrıca. Her türden olumsuzluk ve imkânsızlığa rağmen umudu avuçlarımızda büyütmeliyiz diyoruz. Kitap da yer alan “Küskün” isimli küçürek bir deneme ile yazımızı nihayete erdirelim izninizle. "Günümüzde orkidelerin en çok çiçek açtığı yerlerin başında mezarlıklar geliyor biliyor musun?/ Nedendir peki yer mi beğenmiyorlar?/ Öğle değil.../ Her tarafı kalkındırmaya tabi tuttuk ya hani. Beton yığınlarından onlara yer kalmadı./ Her canlı huzur bulduğu yerde nefes alır. / Kalkındırmada birinci öncelikli bölge vicdanlarımızdı oysa./ Iskaladık” (sayfa 33) İyi okumalar.