Özlenen kentler mi şehirler mi tartışması uzun zamandır gündemde. Herkes büyük kentlerin kalabalığından gürültüsüne keşmekeşliğinden şikâyetçi ama bırakıp gidemiyor... Büyük kentlerde herkes bir şekilde koşturmadan bıkmış durumda. Çocuğunun okulu, kreşi ev bireylerinin işi...
Herkes bu hayattan bıkmış durumda. Onlar bu kente esir mi desek hapis mi desek bilmiyoruz... Bakıyor, kentlerin uzak diyarlardan bir göç dalgası ile gelenleri ne aş derdi taşıyor ne iş derdi, keyfi yerinde. Herkes aynı şehirde ama hiç kimse birbirini göremiyor. Kapısını çeken evinden çıkıyor... Günlük davranışı bu, onu yerine getiriyor. Artık bu herkesin alışılmış bir davranışı haline geldi. İnsanlar birbirlerinin ölümünü bile duymuyor. Eşten dosttan üç dört yıl sonra duyuyor. Kimse kimsenin mutluluğuna ortak olmuyor. Haberi bile olmuyor. Demek ki günlük yaşamın büyük şehirlerdeki koşturması bizi değerlerimizden alıkoyuyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu, oğlu Mehmet’e vasiyet gibi şu dizeleri bırakıyor.
Öyle bir şehre yerleş ki, Küçük olsun fakat bizim olsun. Her ağacına elin. Her karış toprağına terin değsin. Ve kuytu evlerden birinde, Senden habersiz ölenler olmasın.
Hepimiz büyükşehirlerde tutkuyla bir şeylere bağlanmışız. Çoğumuz maddi öğelere tapınır durumdayız. Yüzde yüz maddiyat nereye kadar? İnsan olduğumuzu unuttuk. Bedri Rahmi Eyüboğlu, bu şiirinin son dizelerini şöyle bitirir: “Büyükşehirlerde yalan söylenir. Hâlbuki küçük köylerin mezarlığı bile yoktur.”
Şehir diyenler sokakta dostuna merhabayı, esnafa selamı özlüyor... Dışarının gürültüsünden çok içerideki mutluluğu, ahengi ve sessiz duruşu özlüyor. Hırsı yenmiş engin gönülleri arıyor. Halk türküsünde ne güzel dile gelir, “Engin ol, gönül engin ol. Dünya kadar malın, Olsa ne fayda. Engin ol, gönül engin ol.”
Bacon ise bir büyükşehir davranışı haline gelen Haset ve hırs üzerine Denemeler kitabında şunları anlatır: “Kendi değeri olmayan insanlar başkalarının değerini hiçbir zaman çekemez, çünkü insan gönlü ya kendi üstünlüğü ya da başkalarının kötülüğü ile beslenmek ister, bunların birinden yoksunsa ötekine dayanmak zorunda kalır. Bir başkasının üstün değerine ulaşmak umudunu yitirince de o kişiyi bulunduğu yüksek yerden aşağı çekmekle eşitlik kazandığını sanır". Bacon bu yazıyı yüzyıllar önce yazarak, her gün otobüste, bakkalda, kentin değişik yerlerinde rastladığımız şehirli insanın geleneksel davranışını ortaya koymuştur. İnsan; bahçeyi, bağı, kurdu, kuşu ağacı nehri bir ve bütün özlüyor. Yaşamı, kenti ve şehri birbirine karşı değerler içinde görmesek de kentin değerlerini yok etmek üzere olduğumuzu hâlâ göremiyor. Kent ile şehri kaynaştırmalıyız. Barıştırmalıyız. Yirmi birinci yüzyıldayız. Dünyada milyonlarca insan para verip akıllı tabir ettikleri konutları alıyorlar. Ama hâlâ sokaklarımızı, caddelerimizi akıllı hale getiremedik. Yaşadığımız yerleri depreme güvenli bir hale bile getiremedik. İnsanımızı belirli zamanlarda kaybediyoruz…
İnsanımıza akılla sağlanan kolaylıkların hiçbirini sağlayamadık, kentlerimizi yaşayan bir konuma getiremedik Yıllar önce Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir kitabında anlattığı Erzurum depremini yaşadığı yerdeyiz. Yine Yaşar Kemal’in Hasankale depremi röportajlarını yaptığı yerdeyiz. kent sorunları bizlere bir gün nefes aldırmayacak. Sait Faik’in Sinagrit Babası olacağız.
Yaşar Kemal’in Deniz’i gibi doğa insana küsecek... Şehrin kültürü ve kentin maddi değerleri hepimizi bir apartman dairesine hapsetti. Yazımı Sanatçı Ferdi Tayfur şu güzel sözleriyle bitirmek istiyorum, “Hadi gel köyümüze geri dönelim”.