Geçtiğimiz yıl Kanada ve Lüksemburg’da düzenlenen sanat yarışmalarında ödüle layık görülen ve 2006 yılından beri beş kişisel sergi gerçekleştirmiş olan Ressam Sema Maşkılı’nın “Güç Canavarlar Yaratır” adlı altıncı sergisi Istanbul Concept Gallery’de izleyicilerle buluştu. Bu sergide Edebiyat Gazetesi olarak Ressam Sema Maşkılı ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Merhaba Sema Hanım, çoğu sanatsever sizi insan odaklı resimlerinizden tanıyor ama yine de okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Vaktimin çoğu atölyemde resim yaparak ya da resim üzerine düşünerek geçiyor. İstanbul’daki atölyemde çalışmalarımı sürdürüyorum. Üretmeye ara verdiğim zamanlar da oluyor elbette. Bazen uzaklaşmak gerekir. Öyle zamanlarda çoğunlukla okurum. İdealist biriyim, insan başarılı olsun veya olmasın hayatını bir şeye adamalı, o konuda hep çalışmalı diye düşünürüm. Emek çok önemli.
Ressamlık sizin için ne ifade ediyor? Ressam olma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?
Ressam olmak benim için kendine özgü bir görsel estetik anlayış oluşturabilmeyi ifade ediyor. Görsel anlatım dili önce sezgiyle kavranır. Aslında çok ilkel bir dil. Bir taraftan sonsuz olasılığa açık ve zengin.
Birçok sanatçı gibi ben de resim çizmeye çok küçük yaşta başladım. Aslında içine doğdum diyebilirim. Çünkü babam da resim yapıyordu. Ailem beni destekledi ve 14 yaşıma geldiğimde, 1994 senesinde İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesini kazanarak bu konuda ilk profesyonel eğitimimi almaya başladım. Benim dönemimde bu okulda çok iyi hocalar vardı. Lise hayatım boyunca binlerce desen yaptım, çok çalışırdım. Hayatımda sadece resim yapmak konusunda çok çalışkandım diyebilirim. Bir taraftan notlar alırdım. Bu notların çoğu çizgi ya da tonlama üzerine kendi kendime keşfettiğim, beni ileriye taşıyacağını düşündüğüm şeylerdi. Lise yılları Rönesans ve barok ustalarını incelemekle geçti. Okuduğum okulda yatılı kalan öğrencilerdendim. Geceleri de çoğu kez uyumaz, yatakhane koridorlarının duvarlarına kâğıt yapıştırıp ustalardan büyük boyutlu kopyalar yapardım. Bir taraftan bu ustaların yaşam öykülerini okurdum. Yaz geldiğinde ailemin evine dönerdim ve aynı süreç evde, odamda devam ederdi. Odamı atölyeye çevirmiştim. Ergenlik yıllarım işte böyle geçti. Benim esas hocalarım sanat tarihindeki ustalardır. O yıllardan kalan desenlerimi saklıyorum. Aralarında oldukça ilginç birkaç otoportrem de var.
Sonrasında 1998 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümünü kazandım ve aynı bölümde 2006 yılında yüksek lisansımı tamamladım. Lisans yıllarında da lisede olduğu gibi çok çalıştım ama kendi başıma ilerledim diyebilirim. Okul veya hocalar ile pek bağ kuramadım ve atölyeye bağlı bir öğrenci olmadım. Dolayısıyla benim sanatım üzerinde (bizde bazı sanatçılarda olduğu gibi) mezun olduğum atölyenin etkisi yoktur. Yüksek lisansımı Prof. Kemal İskender Atölyesinde yaptım. Sanata bakışımızdaki benzerliklerden ötürü iyi anlaştık ve beni doğru yönlendirdi.
Sizce resimde en önemli üç eleman nedir?
Çok fazla önemli eleman var. Kompozisyon, biçim dili, ışık, renk, açık koyu... Resim yaparken bunların çoğunu aynı anda düşünüp hesap ederiz. Örneğin bazen bir yerden çok küçük bir renk lekesini çıkarırsınız, bütün denge bozulur.
Ressamların ve eserlerinin hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?
14 -18 yaş arasındaki gelişim ve öğrenme sürecimde Avrupa sanatında birçok sanatçı beni etkilemiştir. Bu etkileşim benim bu yaşlarda yaptığım desenlerimde görülüyor: Rubens’in bedene yaklaşımı, Tiepolo’nun lirik ve hareketli kompozisyonları, Michelangelo’nun figürlerinin kütleselliği. Caravaggio, Delacroix, Gericault ve daha birçoklarını sayabilirim.
Üniversite yıllarına gelince; tabii artık çağdaş sanatçıları araştırma süreci başlıyor. Bu dönemde kendimi çok özgür bıraktım. Picasso’ya da ilgi duydum, Lucien Freud’a da baktım. Pre-Raphaelistler ile de bir dönem ilgilendim. En çok beni etkileyen sanatçı ise Francis Bacon oldu. Çok şey denedim. Denemekten ve resim yaparken de resmi bozmaktan hiç korkmadım. Korkarak resim yapılmaz, hep bozmanız ve tuval yüzeyi üzerinde daha çok olasılık görmeniz lazım. Güzel resim yapmak ya da hocaları memnun etmek gibi bir kaygım yoktu, sadece gelişmeye ve hep daha iyisini üretmeye odaklıydım. Kendimle yarışıyordum. Rahatsız edici ve tuhaf kompozisyonlar yaptığım için bazen takdir edildim, bazen eleştirildim, bazen hiç anlaşılmadım. Okul hayatımda bana yapılan en büyük eleştiri çok fazla deniyor oluyor olmamdı, bir noktada durup oradan devam etmiyordum. Ben ise birçok şeyi deneyimledikten sonra varacağım üslubun daha sağlıklı olacağını düşünüyordum. Bir üsluba sahip olmak için acelem yoktu. Öğrencilik dönemini böyle geçirmeyi daha doğru bulmuştum. Birkaç kez soyut resim de yaptım mesela. Yine de çoğunlukla insan, resimlerimin ana konusuydu.
Genelde büyük tuvallere insanı resmettiğinizi görüyorum. Neden doğadaki bir canlı ya da nesne değil de insan? Sizi insan mizacı odaklı eserler üretmeye sevk eden nedenler nelerdir?
İnsan birçok yönüyle benim hem ilgimi çeken hem de beni rahatsız eden bir varlık. İnsan zihninin çok karmaşık bir yapısı var, bence insan iyi olabildiği kadar, tehlikeli de bir varlık. Dolayısıyla benim için zengin bir konu. Bir taraftan insan, resimde çok ele alınmış bir konu olduğundan insan üzerine yeni bir biçimsel estetik ortaya koymak gerçekten çok zor. Ben resme başladığımdan beri hep organik form çizmeyi daha fazla sevdim. Natürmort yapmak, obje çizmek bana sıkıcı gelirdi. Ama ressam olacaksanız her şeyi çizmeyi bileceksiniz. Bu yüzden lise yıllarımda da işi öğrenmek için yüzlerce natürmort yaptım. Resimde hareketi seviyorum. Üniversitede bir natürmort ödevi verilmişti, yaparken çok sıkılmıştım, sonunda objelerin birini havaya uçurdum ve onun düşen gölgesini de bahane ederek olabildiğince hareketli bir kompozisyon yaptım.
2000’li yıllarda çok sayıda peyzaj da yaptım. Kedilerimin de resimlerini yaptım. Çok sayıda otoportre yaptım. Otoportrelerimin neredeyse hepsi özel koleksiyonlara girdi. Tabii ki her şey resme konu edilebilir.
Son serginizdeki eserlerinizi incelediğimizde resmettiğiniz insanlar genelde yalnız ve mutsuz. Bunun nedeni toplumdan dışlanmaları mı?
İnsanın trajedisi bu dünyaya doğmakla başlıyor bence. Öleceğini bilerek yaşayan varlıklarız.
Son sergideki konu biraz daha farklı aslında. İnsanların birbirine hükmetme isteği, gücü ele alma isteği neticesinde oluşan gaddarlığa değiniyorum. Sergide bu yüzden birbiri ile itişen, boğuşan bedenler var. Bir güç savaşı var. Bu sergide iki tane de heykelim sergileniyor. Bu heykellerden “Büyük Direnç” adlı heykel konuyla direk ilintili. Heykelde bir grup insan ve onların uzuvlarının tek bir figür üzerinde baskısı söz konusu. Baskıyı uygulayan bedenler parçalanıp, ezilip deforme olurken baskı uygulanan figür sabit biçimde duruyor. Bu da acaba gerçek güç saldıran da mı yoksa direnen de mi? sorusunu gündeme taşıyor. Tabii bu heykeli yaparken ben bunları böylece düşünüp kafamda isimlendirmiyordum. Bende yaratıcı süreç çok derinden beni itekleyen bir sezgisellikle geliyor. Hiçbir zaman oturup önce bir kurgu yaratayım, sonra da o hikâye üzerinden eseri biçimlendireyim diye düşünmem. Eseri sergiledikten sonra izleyicinin sorularına cevap verirken biz biraz adlandırıyoruz ama hiçbir söz ve yazı, eseri kendisi kadar tarif edemez.
Sonraki çalışmalarınızda kalabalıklar içinde mutlu insanlar da sanatınızın konusu olabilir mi? Yoksa hep dışlanmışlıklar üzerinde mi çalışacaksınız?
İyi bir amaç için birleşmiş ve ortak mücadele verebilen insanların dayanışması beni etkiliyor. Bilmiyorum, belki bir gün böyle bir birlikteliğin getirdiği mutluluk hissi üzerinden yürüyerek eser üretebilirim.
Özel ilgi duyduğunuz başka alanlar var mı?
Sinema ve edebiyat ile aram iyi diyebilirim. Yıllar içerisinde sevdiğim filmlerden ve kitaplardan kendime bir arşiv oluşturdum. Zaten görsel sanatlarla ilgileniyorsanız bir noktada sinema ile yolunuz kesişiyor. Sinemada özellikle belli dönemlere ilgim var. I. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan Alman Dışavurumcu Sinema Akımı beni çok etkiledi. Nosferatu ve Golem’i izleyip etkilenmemek mümkün değil. 2000’li yıllarda korku teması üzerinden hareketle bir seri resim yaptım. Hatta bu resimlerden birkaçı Fatih Hacıosmanoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği “Taş Yastık” adlı filmde kullanıldı. Ayrıca klasik dönem Amerikan kara filmlerini izlemeyi çok severim. Bu film türüne ait lobi kartlarına ya da fotoğraflara rastlarsam alıyorum, böylece zamanla küçük bir koleksiyon oluştu. Ayrıca Alfred Hitchcock, Tarkovsky ve Pasolini sevdiğim yönetmenler arasında.
Opera, klasik müzik ve caza ilgim var. Çoğu ressam hep müzikle çalışır. Sanırım ben bu konuda biraz farklıyım. Atölyede resim yaparken sadece resmin astar katlarını boyarken bazen müzik açık olur. Çünkü ana çalışma esnasında müzik açarsam kendimi resmi bırakıp müziği dinlerken buluyorum. Müziği fonda değil tek başına dinlemeyi daha çok seviyorum. Tabii süreci her zaman kontrol edemeyebiliyorsunuz. Resimle başlayan atölye süreci bazen müzikle sonlanabiliyor. Bazen de resim yapmak için girdiğim atölyeden bütün gün kitap okuyarak çıkmış oluyorum. Müzik, edebiyat, resim ve sinema, bunlar hepsi birbirini tamamlayan ve besleyen disiplinler. İkonalara da ilgi duyuyorum. Konuyla bağlantılı olarak söylemeden edemeyeceğim; Tarkovsky’nin Andrei Rublev filmi de beni etkilemiştir. Atölyemde birkaç tane ikona var. Ayrıca başka ressam arkadaşlarımın eserlerini biriktirmekten de keyif alıyorum. Bir dönem antika oyuncaklara çok merak sardım, zaman içinde oluşmuş küçük bir antika oyuncak koleksiyonum da var.
Yurt dışında daha önce sergilere katıldığınızı biliyoruz, gelecekte yurt dışı ile ilgili planlarınız var mı?
Evet, sanatçısı olduğum Istanbul Concept Gallery yurt dışına da kendi sanatçılarının eserlerini taşımayı planlıyor ve galeri ile birlikte bu sergideki işleri yurt dışında sergilemek gibi bir düşüncemiz var. Benim şahsen geçtiğimiz dönemde Amerika ile görüşmelerim oldu. Kanada ile bir dönem anlaşma imzaladım. Bana arada farklı ülkelerden yazan galeriler oluyor. Yurt dışında sergi açmak elbette güzel bir şey ama benim için sanatçıdan yana olan şartların sağlanması en önemlisi. O yüzden beklemeye aldığım ya da onaylamadığım projeler de oldu.
Son olarak sanatseverlere ve genç ressamlara söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Biz nasıl hep üretiyorsak ve bir taraftan güncel sanatı takip ediyorsak sanatseverler de günümüz sanatını iyi takip etmeli ve kendilerini görsel algı açısından sürekli geliştirmeli diye düşünüyorum. Genç ressamlara kendilerine iyi bir çalışma disiplini kurmalarını tavsiye edebilirim. Bu yol uzun bir yol, sabır isteyen zor bir yol. Öğrenme süreci de hep devam ediyor.