İki mahkûm, dört jandarma yolcu otobüsündeydi. Otobüste sivil yolcular da vardı. Otobüs Anadolu’nun yeni yapılan ceza ve tevkifeviyle ünlü fakat ücra sayılabilecek iline varmak üzereydi. Mahkûmlardan birinin davası sürüyordu hâlâ. Savcı ağırlaştırılmış müebbet istemişti son mahkemede. Otobüs şehre yaklaştıkça mahkûmu hafakanlar basıyor; mucizevî bir olay olsa da otobüs yoldan geri dönse diye dua ediyordu.
Diğer mahkûm ise şu cezaevine varsak da son altı ayımızı tamam etmeye başlasak diye düşünüyor sonra “Altı ay altı asırdan beter.” diyordu. Otobüs, kente yaklaştıkça nasıl hissetmesi gerektiğine karar veremiyordu. Hava kararmıştı. Uzaktan şehrin ışıkları görününce otobüste bir dalgalanma oldu. Fötr şapkalı, kavruk yüzlü, ince hafif sarkık bıyıklı köylüye benzer bir vatandaş koltuğundan hafif kalkar gibi yapıp öne uzandı ve herkesin duyabileceği bir sesle, “Yanduğumun melmeheti gozühğtu beaeeh.” dedi. Kaptan, cümleyi duydu ama hiç oralı olmadı. Bu hikâyeyi okuyan edebiyat meraklısı: Tamam da “…gozühğtu beaeeh” derken oradaki “h” sesi ne oluyor, diye kızdı vatandaşa. Anladım dedi: “… gözüktü be + oh” zamanla “… gözüktü beh” oldu. Yöresel söyleyişle “…gozühğtu beaeeh” oldu. Ama oradaki “ohhh” değilse: …gözüktü be (u,ü,i,ı,a,e)hhh. “öhhh” kelimesine bir anlam veremedi yalnızca.
Bütün ünlüler suçlu yalnız ö/nün suçu yok demek ki, dedi gülümseyerek.
Ağır ceza alması pek muhtemel suçlu sanki edebiyat meraklısının düşüncelerini duymuş gibi, “Asıl suçlu arkadakiler.” dedi otobüsten inerken arkadaşına.