Yazın ortasında mevsimler mi takla attı diyeceksiniz? Merak etmeyin sizi duyabiliyorum. Fakat kim demiş çölün öğle sıcağında üşümeyeceğini? Gecenin daha aydınlık, gündüzün hafif kalender meşrep olmayacağını? Lütfen kandırmayalım birbirimizi, ne insanlar eskisi gibi artık ne de bizleri hayran bırakan mevsimler. Sağır, dilsiz hatta açıkça bizler için sadece zamanın geçtiğinin habercisi görevini üsteleniyorlar. Ya onların da hisleri varsa?
Yağan her kar, yağmur, esen rüzgâr hatta rüzgârın içindeki sıcak kumlar bile mesaj veriyorsa bizlere. Ya şu dünyaya özellikle son 200 senede yaptığımız eziyetlerin sonucuysa olanlar. Hani birini uzun süreli kırarsınız da hiç yapmam dediği şeyi yapar. Hiç beklemezsiniz ondan o tepkiyi, öyle bir şeyler işte. Öylesine hırsla doldu ki gönüllerimiz çiğ tanesinden başladık, sonra kar taneleri geç gelmeye başladı ve rüzgâr ve yağmur ve ve ve tabiî ki mevsimler…
Bize benzediler çaresizce. Kabul edelim kaybettik! Eskiden belki 3 sene 5 sene birkaç parça elbiseyle ömür geçerken, azla yetinmeyi kaybettik. Sevgiler değerliydi, dostluklar baki. Sevgiliye yolda denk gelme ihtimaliyle günler geçirenler vardı. Kavuşurken samimi, kaybederken edepliydi insanlar. Dostluklar vardı çıkardan bağımsız.
Selamın samimiyeti, mahallenin taşında, kaldırımında bile saygı vardı, mana vardı. Dikkat edin eskiden doğaya minnet duyardık; yağmura, kara, hatta sıcağa…
Şimdi her mevsim sanki kahır, dert kendi sorunuyla geliyor ve hepimiz düşen binlerce yapraktan biriymişiz gibi davranıyoruz, yani sıradanlaşıyoruz. Dünya telaşı mı desem yoksa artık teknoloji bağımlılığı mı? Farkında değiliz ama önemsizleşip, mekanikleşiyoruz. Doğaya karşı ne kadar sert olduysak ruhen de bizden bir parça koptu gitti artık. Düşen her yaz yaprağında, her tükenen hayvan türünde, her yaz günü yağan yağmurda…
Yıllar bizi ne kadar değiştiriyorsa nefes almadan onlar değişmeyin dercesine kızıyor insanlara. Kabul edelim Nazım Hikmet şiiri gibi olduk, makineleştik. Mekanik oldukça duygular eksiliyor birer birer. Kıymet, minnet, saygı, ahlak önemini yitiriyor. Aslında biz özden kopuyoruz ve kendimizle birlikte her şeyi bir şelaleden tekmeliyoruz. Kendi eserimiz olanlar ve tabi yaşanacaklar. Tedavi vaat edemem size, ben sıradan bir sonbahar rüzgârıyım yokladım, gidiyorum şimdi.