Türk siyasetinde iz bırakan liderler çıkmıştır, yaptıklarıyla anılmışlardır. Kimi iyi, kimi kötü... Yaşamda izlediğim, konuşmalarını dinlediğim, siyasetçiler bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Yaşım gereği seksen öncesinin kimi siyasetçilerini tanıyamadım. Merakım, bunlardan hangileri dilimizi siyasette aktardı. Halk edebiyatımızı ve halk kültürümüzü konuşmalarına taşıdı; hangisi meydan konuşmalarında bunlardan faydalandı? Araştırma içine girdim.
Öncelikle Milli Kütüphanede gazeteleri taradım. Liderlerin grup ve bütçe konuşmalarına baktım. Liderlerin yaşamını anlatan kitaplara baktım. Kılıçdaroğlu’nun yaşamını anlatan Erdal Emre tarafından yazılmış “Öteki Kemal” kitabının sayfalarını çevirdim. Ayrıca TBMM tarafından yayımlanan liderlerin bütçe konuşmaları da başvurduğum kaynaklar içinde oldu. Özal’dan Demirel'e, Erdal İnönü’den Baykal'a, Murat Karayalçın'a ve Kılıçdaroğlu'na, Erbakan’a Devlet Bahçeli’ye... Ve Tayyip Erdoğan’a. Yunus’un süt dişleri olarak bilinen Türkçe, siyasetimizde yerini alırsa atasözlerimiz deyimlerimiz, ağızlarımız ve ana sütü gibi Candan Ana sütü gibi temiz türkülerimiz siyaset dili ve edebiyatında yerini almazsa kötü ve bozuk, anlaşılamayan bir dil ortaya çıkıyor. Bunun adına argo deniyor, bunda Hulki Aktunç’un argo sözlüğü karşımıza çıkıyor. Gelin, CHP eski lideri Deniz Baykal ile başlayalım. Yurt dışından dönen Baykal, Esenboğa Havalimanı’nda yanındaki yardımcısının kendisine ilettiği bir notta yazılanları görünce şaşırdı. “Yine mi?” diye tepki gösterdi. Hükümet, Cumhurbaşkanı’nın veto ettiği bir kanunu yeniden parlamentoya getirmek istiyordu. Ancak Mikrofonu eline aldı, gazetecilere hemen orada doğaçlama olarak “Söze bir Anadolu türküsünün dizeleriyle girmek istiyorum.” dedi.
Makaram sarı bağlar kız, söyler gelin ağlar. Bu türküyü Diyarbakır’dan kaynak kişi Muzaffer Yönder’den Muzaffer Sarısözen derlemiş.
Baykal, partide bir tartışma çıkmaya başlarsa yine Anadolu folklorundan yardım alırdı. Anadolu’da yüzyıllardır imbikten süzülüp bugünlere gelen sözünü aktarırdı: “Kavgalı eve kız vermezler.” Buna bir ekleme yapar, “Kavgalı partiye oy vermezler.” diye bitirirdi. Partide aykırı bir ses belirdi mi bu sözü sık sık tekrar ederdi. Bolu’da bir deprem felaketi olmuştu. Baykal, deprem bölgesine ziyaretinden sonra açıklamalarda bulunuyordu. Yine bir halk edebiyatı kahramanını belediye başkanlarına örnek gösteriyordu: “Köroğlu gibi olun, zenginden alın fakire verin. Hem de Bolu’da, Köroğlu diyarında.” Partisinin genel merkezinin bahçesinde Muharrem ayında bir kazan kaynardı. Buna “kardeşlik aşuresi” denilirdi. Aşureyi partililerine kendisi ikram ederdi. Aşurenin inançsal geçmişi bir akademisyen tarafından anlatılırdı. O buluşmalarda odasında Şeyh Edebali’nin vasiyeti duvarda asılıydı. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” dörtlükleri bir halk kültürü ögesi olarak, Anadolu folkloru olarak görülüyordu. Baykal; siyasal yaşamında vasiyetin geçerli olmadığına, bu topraklarda insanın yaşatılmadığına çoğu kez şahit oldu. Baykal, partisinin grup toplantısında halk kültürünün parçası olan şu deyimi bir cümlenin içinde kullanıyordu: İşçilere yönelik saygısız ifadeler kullanılınca “Ne der kutsal kitabımız, işçinin hakkını alın teri kurumadan veriniz” Yine bir siyasetçinin konuşmaları için Halit Ziya Uşaklıgil’in “Aşk-ı Memnu romanına döndü.” ifadesini kullanmıştır Baykal, bir başka konuşmasında atasözlerini kullanmış “Taşıma su ile değirmen dönmez.” ifadesini kullanmıştır. “Ben kimseden değirmenime su taşımasını istemedim.” demiştir.
Toplum içinde hep söylerlerdi, bu Demirel halkın diliyle söyler, yazar, onlar gibi konuşur. Orta sınıfı kendisine bir şekilde bağlamıştır. Isparta ağzıyla konuşurdu. “Vaadı da biz mi yapmadıhh gardeşim?” “Yoğa yoh denmez.” Anadolu’ya seçim gezisine çıkan Süleyman Demirel, havaalanından meydana doğru ilerlerken ufak bir kasabada seçim otobüsünden yolda bekleyen insanları selamlamak için indi. Türk siyasi yaşamında fötr şapka ile anılan bir siyasetçiydi. “Baba bizi kurtar!” nidalarıyla yanına yaklaşan bir yurttaşın, fötr şapkasını ansızın elinden alıp kaçmasıyla ortalık karıştı. Biz neyle uğraşıyoruz adamlar neyle bee... O kızgınlıkla meydana geldi. Burası Erzincan Şehir Meydanı’ydı. Özal’dan hükümeti yeni devralmıştı. Yine meydan konuşmasını Türk Dili ve Edebiyatı’nın ustalığıyla süslemeye karar vermişti. “Geldiğimizde devletle milleti ‘saç saça, baş başa’ bulduk. Bu çocuğu ‘cami avlusunda’ bulur gibi kucağımızda bulduk” ve ekledi, “Anadolu’da genç bir evli, askere gider, geldiğinde evde bir çocuk görür ve sorar: ‘Bu çocuk kim?’ Karşılığında ‘Şuracıkta yoğurt yiyen çocuğa karışma aman bey.’ cevabını alır. İşte Özal’ın bıraktığı enkazda bize bırakılan durum budur.” Meydan alkış seline döndü. Hemşerilerim, herkese bir cevabım vardır. Yüreğiniz yetiyorsa gelin.” Vazgeçilmez olan Isparta ağzı fıkralar, deyimler ve halk kültürüydü. Saddam Hüseyin’i uyaran bir konuşmasında şöyle diyordu: Sekiz aydır Kuveyt'ten çekil diye diye” dilimde tüy bitti” Aaa Saddam.
CHP lideri Kemal KıIıçdaroğlu, çocukluk döneminde halk hikâyeleri dinleyerek büyümüştü. Babası öyküleri anlattıkça sonrasında hangi kahraman, hangi konu geleceğini merakla beklediğini söyler: “Hele anlatımda hikâyeler “cenk”lere geldi mi heyecan ile halk hikâyesinin sonunu beklerdim.” Âşıkları, halk ozanlarını çok sevdiğini birçok kez belirtmiştir. Âşık Ali KızıItuğ’u hastanede ziyaret ettiğinde ondan türküler bile dinlemiştir. Ozan Âşık Mahzuni’nin “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana dizeleri.” onun meydan konuşmalarının giriş bölümleri olmuştur hep. Çocukken dinlediği cenk hikâyelerinin kahramanlarından Abuzer Gaffari onun konuşmalarında ete kemiğe bürünür, Firavun’un karşısına çıkan bir Robin Hood olurdu. Babasının dilinden düşürmediği Yunus Emre’nin o sözü makam odasında büyük harflerle yazılıdır: “Sen doğru dur, eğri belasını bulur.” Kılıçdaroğlu, kimi folklorik ögeleri şu cümlelerle yansıtır: Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Onuncu köye gitmeye hazırız. Kılıçdaroğlu, hikâyesi olan şu halk kültürü motifini de kullanır: Süleyman sizsiniz, mühür sizin elinizde. Kemal Kılıçdaroğlu, Toroslar’da yaşayan Yörükleri ziyaretinde Mustafa Kemal Atatürk’ten de alıntı yapmıştır: Atatürk, gidip Toros Dağları’na bakınız, eğer bir Yörük çadırında duman tütüyorsa şunu iyi biliniz ki bu dünyada kimse bizi yenemez. Konya Şeb-i Arûs törenleri her siyasetçi için bir ilahiyat sınavı gibidir, özellikle Baykal ve Kılıçdaroğlu buraya hazırlıklı bir konuşma ile geliyorlar... Konuşmalarında tasavvuf edebiyatından, menkıbelerden halk kültüründe bilinmeyen örnekler verirlerdi... Uzun süre yankısı sürerdi...
Murat Karayalçın, Ankara eski Belediye Başkanıdır, konuşmalarına Tasavvuf Edebiyatımızdan bir alıntıyla Hacı Bayram Veli’yi anarak başlardı. Çünkü Ankara’nın Tasavvuf Edebiyatı sembollerinden bir tanesi Hacı Bayram Veliydi. Ondan bir dize aktarırdı. Âşıklık ve ozanlık geleneği vazgeçilmeziydi. Hatta Âşık Mahzuni bir dönem danışmanlığını da yapmıştır. MHP lideri Bahçeli’nin siyasetimize kattığı bir sözcük var. Rakiplerine meydan okumanın yeni adı “alayına birden” Bahçeli, kimi konuşmalarında Jön Türkler’in konuşan üreten yazarlarını sayıyor. Kimi zaman Mehmet Emin Yurdakul’dan Tunalı Hilmi’ye kadar uzanan uzunca bir yazar grubunu sayıyor, beslediğimiz kaynaklar diyor... Ama mitolojide Bahaeddin Ögel’in kitapları tek kaynak oluyor... Kimi zaman şair Bahtiyar Vahap Zade’yi kimi zaman Yunus Emre...
Özal; Yunus Emre’den, Mevlana’dan alıntılar ile konuşmalarına yer vermiştir. Özal’ın sık sık Mevlana’nın Mesnevi’sinden “Ne olursan gel, ister puta tapan...” dizeleriyle başlayan alıntılar yaptığına şahit olmuşuzdur. Kimi zaman ise “ Dün dünde kaldı Cancağızım artık yeni şeyler söylemek lazım” dizeleri görülür... Malatya ağzı içinde bulunan “ boyna”, devamlı karşılığıdır. Bu sözcüğü kullanırdı. Necmettin Erbakan siyasette kendine özgü konuşma şekli olan bir siyasetçi olarak biliniyor. Anadolu’ya seslendiğinde “Ey kasketli sana sesleniyorum” diye başlıyor. Aklını kullan sonra... Anadoluda uyarılar büyükler tarafında sert yapılır... Mizah unsurları vucut diliyle dile gelir... Bütçe konuşmalarıyla birlikte hesaplar gelir atasözleri gelir ve mizahla birlikte gülüşmeler başlar. Üfff tüfff deme... Sonra demedin deme... Siyasette meşhur tatlıyı, kadayıf tatlısını kullanabilen, onun üstünün kızarması ve altının kızarmasını siyaset içinde tartışabilen bir siyasetçi. Bu da halk kültürümüzün bir parçasıdır.
Erdal İnönü, halk kültürünün içinde büyümemiş bir fizik profesörüydü. Batıda okumuş. “Bugün evde temizlik var sinemaya gideyim ben en iyisi” diyebilen, “canım sıkıldı parkta bir gezinti yapayım” diyecek kadar özgürlüğüne düşkün, Kültür Müsteşarı Emre Kongar yakın dostu. Dil ve Kültür konusunda bilgi alışverişinde bulunuyorlar. Liderlik dönemleri koalisyon hükümetlerinin Başbakan yardımcılığı dönemine denk gelir. Hacı Bektaş-ı Veli törenlerine çok iyi hazırlanır. Halk edebiyatı alıntıları dikkat çekerdi. İki üç gün konuşulurdu. Hacı Bektaş’ta yaptığı konuşmasında tasavvuf edebiyatını ve folklorumuzu birleştirirdi. Yesevi ocağından “Güvercin donuyla barış barış” diyerek Anadolu’ya gelen “Hünkâr” hitabıyla konuşmasına başlar. Yine bir âşık atışmasında da Murat Çobanoğlu’yla Şeref Taşlıova’ya dönemin Kültür Bakanı Fikri Sağlar’la birlikte “Sevgi” ayağını verdiği bilinir. Bülent Ecevit; şair, yazar, aynı zamanda bir siyasetçi lider. Konuşmalarında halk edebiyatına ve folklorumuza genelde yer verirdi. Meydan konuşmalarında ve televizyon programlarında Karacaoğlan’dan Dadaloğlu’na kadar uzanan dizeler görürsünüz. Kimi zaman Yunus Emre’den, kimi zaman Hacı Bektaş-ı Veli’den, kimi zaman Mevlana’dan izler bulunur. Âşık Veysel ve Pir Sultan şiirleri onun vazgeçilmeziydi: “Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece.” Şiirlerinde, konuşmalarında halk edebiyatı motiflerini görürüz. “Pülümürün yaşsız kadını” şiiri buna örnektir. Yine Türkiye’nin yetiştirdiği halk edebiyatçılarından İlhan Başgöz, Ecevit’in yakın dostudur. Başbakanlığı döneminde Başgöz’ü ders verdiği Van’da ziyaret etmiş, bazı etkinliklere de katılmıştır. Folklor ve halk edebiyatı çalışmalarında Başgöz’ün bilgisine başvurmuştur. Zaman zaman âşıkları makamında kabul etmiş. Onları sazı ve sözleriyle dinlemiş, ozanları çağının tanığı olarak gördüklerini belirtmiştir. “Yüzyılları, bu günlere taşıyanlar” diye hitap etmiştir. Bir başka siyasetçi Osman Bölükbaşı, anılarına bakıldığında halkın diliyle konuşan bir siyasetçi olarak toplum karşısına çıkar. Eski tabirle “ajans”larda halk tarafından izlenen ilk sıradaki siyasetçiydi. Konuşmasına başladığı zaman Anadolu kahvehanelerinde bir hareketlik ve sevgi gösterisi başlıyordu. Mitinglerinde konuşmaları sürekli alkış ve tezahüratlarla kesilen bir siyasetçidir. Konuşmasını halk hikâyeleriyle, masallarla ve türkülerle süslerdi. Konuşmaları bir oya dönüşmemiştir. Ama geniş halk kitlerinde karşılık bulmuştur. Bu yüzden milletvekili olduğu il, Meclis kararıyla ilçe yapılmıştır. Bu yüzden Ulucanlar ’da yatmış, milletvekilliği düşürülmüştür. Ama bu konuşmaları yine Anadolu’dan, halkın içinden bir ifadeyle “başağı bol, denesi az” olarak değerlendirilmiştir.
Ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, şiir okuyabilen bir insan. Bizim siyaset kültürümüz içinde şiiri sadelik içinde okuyabilen Bülent Ecevit ve Erdoğan. Tayyip Erdoğan konuşmalarında daha çok şair Mehmet Akif’e yer veriyor... Meydan nutuklarında gittiği ilin şiirinden, sözlü geleneğinden aktarım yapar ya da türkülerinden örnekler verir, kendisi okur. Bölgenin ünlü bir yazarından bir paragrafı okur ya da yorumlar... Diksiyonu ve anlatımı birbirini tamamlıyor... Şair Necip Fazıl, konuşma metinlerinde vardır. Karadeniz ağzını iyi bilen liderlerdendir. Rize’de yaptığı mitinglerde bunu görmek mümkündür.
Şimdilerde halk kültürü siyasette az kullanılıyor. Kavga, kamplaştırma devam ediyor. O yüzden siyaset, folklorumuzdan uzaklaştıkça halkta karşılık bulmuyor.