Şair Orhan Veli takvimden bir yaprak kopardı, tarih 1 Şubat 1950 idi. “Yazılarında kendimi buluyorum. Kırkını aşmış bizim mahallenin delikanlısını yazmalıyım” dedi. Yaprak dergisinde her ay yazılarını kaleme aldığı köşesini “mahalle” arkadaşına ayırmıştı. Yazı şöyle başlıyordu: “Onun kahramanlarını aşağı tabaka dedikleri, ayaktakımı dedikleri insanların arasından seçmesi hoş görülmüyor sıradan halktan kahramanları bayağı bulunuyor. Ona “mahalle” çocuğu deyişim de ekseri onu “mahalleden” yetişenler gibi halktan bir insan, halka bağlı bir insan sayışımdan ileri gelir”...
Bu yazı sadece Sait Faik için mi yazılmıştı? Hayır, sokaktaki insanı yaşamın içinden alıp onu öykülerine, romanlarına ve şiirlerine taşıyan tüm yazarlara bir destektir. Bunlar kimler olabilirdi? Sait Faik'ten Yaşar Kemal'e; Orhan Veli’den Nazım Hikmet'e; Orhan Kemal'e... kadar ulaşan bir yazar grubu. Bunlar “insanı” anlatan yazarlar. Sait Faik'le sabah evden çıkın, önce bir mahalle kahvesine uğrarsınız. Hemen bir sandalyeyi çekip oturursunuz. Kahveciden bir gazete istersiniz. Çayınızı yudumlamaya başlarsınız. Oradaki insanlardan bir kahraman yaratır, en ilgincini keşfeder, bizimle tanıştırır. Hem de betimlemesiyle, anlatımıyla, davranışıyla, olay kurgusuyla o çok sevdiği adalardan vapura binersiniz. Bir sokak müzisyeniyle tanışırsınız. “İşini bilen” insan tipleri ile karşılaşırsınız. Son kuşlarla buluşursunuz. Kendinizi sokağın, mahallenin içinde bulursunuz. Az ileride bir sokak satıcısına rastlarsınız.
Muhtemelen bu, yine o kestanecidir. Rıfat Ilgaz'ın “Sınıfın şairiyim.” sözü burada karşımıza çıkar: Hepsi Halkın içinde kahramanları “içimizden biridir”
Balıkçı kahvelerinde yapılan sohbetler unutulmazdır. Sait Faik, Mahalle Kahvesi adlı kitabında "Söylendim Durdum" adlı öyküsünün son bölümünde bugünü anlatıyor sanki: Bu şehirde (İstanbul) düşünülmez, düşünmek iyi değil, sağlığı bozar. Orhan Veli'nin Kitabe-i Sengi Mezar’ında da insan tüm çıplaklığıyla ortaya çıkar, yaşamın içinden sizi alır, hayatın gerçeklik aynasıyla tanıştırır, empati yaptırır. Peki, yazık oldu Süleyman Efendi’ye de kim bilir hangi dostumuzu, komşumuzu, arkadaşımızı görürüz. Sıradan insan için “Deryada balık olmak tek gayedir.” Orhan Veli’de...
Yaşar Kemal'in ilk dönemlerde yaptığı röportajlar Yapı Kredi Yayınları’ndan kitap olarak çıktı. Memleketinde arzuhalcilik onu bir ekmeğin fırında kızarması gibi pişirmişti. Destanlar, masallar, efsaneler ve türküler ise usta yazarı mayalamıştı. Röportajları çalıştığı Cumhuriyet Gazetesi için yapmıştı. Kitabı okuduğunuzda bir bakarsınız, haksızlığa uğrayan insanların yanında. Yine bir bakarsınız, sabahçı kahvesindedir, insanları izler tıpkı dostu Sait Faik gibi. Ya da amele pazarındadır. Eserlerinde onların hikâyesi vardır. Halktan, sıradan insanlar Yaşar Kemal'le yaşatılmıştır. Yaşar Kemal’in de eserlerinde bunu görürüz. Kahramanları halkın ta kendisidir. Bu yüzden ölümsüzdürler, yaşıyorlar her zaman. Sokakta, bakkalda, otobüste yaşamın her yerinde onlarla tanışırız. Teneke’den İnce Memet'e, Ağrı Dağı Efsanesi’nden Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Demirciler Çarşısı Cinayeti’ne... Hepsinde “bizden” olanın hikâyesini görürüz. Birden İnce Memet'le dost oluruz. Feodaliteye, ağalığa karşı mücadeleye gireriz. Yine onun ilk tiyatro eseriyle sahnede Teneke'nin içinde oluruz. Ara Güler bu yazarların yaptığı röportajların fotoğraflarını çekmiştir. Bunları incelediğimizde de “insanı” görürsünüz...
Nazım Hikmet’in ise işçi, işsiz, memur, doktor, ağa, maraba eserlerinde canlanır, Kuvayi Milliye Destanı’nda o kudretli, muzaffer komutanları, kahramanları görmezsiniz, sıradan insanları görürsünüz. “Kavgadan önce de Kartalda bahçıvan, sonra da Kartalda bahçıvan” Kartallı Kâzım’ı görürsünüz. Memleketimden İnsan Manzaraları’nda da öyledir…
Büyük İnsanlık şiiri:
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
trende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
Ekim, Taşkent, 1958
Cezaevinde yazdığı eserlerinde hep sıradan mahkûmları anlatır. Örneğin, cezaevi arkadaşı “Hamdi” onun için unutulmazdır. Kadınlar, soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve bizim olan kadınlar onun eserlerinde ve yaşamında vazgeçilmezdir. Münevver, Piraye ve Vera.
Orhan Kemal'in kahramanları, içimizdendir. Bekçi Murtaza’sından Cemile’sine, oradan Bereketli Topraklar Üzerine git, hep bu toprakların insanlarını işçisini, sıradan insan tiplerini görürüz. “Kendimizi” görürüz. Murtaza mahallemizin bekçisidir. Amirlerinden iyi kurs almıştır. Devletin kudretli ve güçlü elidir. Hangimiz yaşamda rastlamadık ki Murtazalara, Cemilelere? Sokağımızda fabrikada çalışan bir emekçi kadın başından neler neler geçmiştir? Gelin, bu halkçı yazarlarımıza sinemamızın ve tiyatromuzun yüz akı iki aydınımızı da ekleyelim. İki sinema ve tiyatro yazarı halktan insanları, sokağın rengini beyaz cama halk estetiği olarak yansıtan Ertem Eğilmez ve “insanı” sahneye yansıtan Haldun Taner’i de unutmak mümkün değil. Ertem Eğilmez, sinemanın yeri doldurulamaz senarist ve yönetmenidir. Beyaz perdeye yansıttığı kahramanlar hep yaşamın içindendir. Saatlerce izleyiciyi ekran karşısında tutar. Kimi zaman Ankara’da gecenin geç saatine kadar çalıp söyleyen kapı komşumuz oldu “Düttürü Dünya”da. Usta tiyatrocu Haldun Taner ise Keşanlı Ali’yle Sinekli’deki dostumuz yaşamın içinde oldular.
Fakir Baykurt “Köşe Bucak Anadolu” Kitabında da anlatı. Ayrıca belgeseli de çekildi. Yunus Nadi ödül hikâyesi vardır. Kitapta okuduğum gibi Belgeselde de izledim. Cumhuriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Cevat Fehmi Başkurt, “Senin ismin gerçekten Fakir mi?” diye sorduktan sonra “Sen bataklıktaki pırlantasın.” demiştir. Bu söze çok üzülmüştür. Ufak görme halkı, dudak bükme halka, sıradan insanı yok sayma. Yarış, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı ve Fakir Baykurt'un Yılanların Öcü arasında geçmiş, ödülü Fakir Baykurt'un alması için seçici kurulda Yaşar Kemal'in perde arkasındaki kulisi çok etkili olmuştur. İki yazar 12 Eylül 1980 sürgünü olmuşlardır… Yazar Tezer Özlü'nün Almanya’da Fakir Baykurt'u gördüğünde “Yine mi bu köylüler?” diyerek bir serzenişte bulunduğu hep söylenir. Misafir misafiri istemez ev sahibi hiç kimseyi misali. Köy enstitülü yazarlarda hep sıradan, sokaktan halktan insanları görürüz. Şimdilerde edebiyatta, halktan kahramanlar yok. İyi ile kötünün mücadelesinde iyinin adı olan “insan” yok. İnsan.