Eve dönüyorum. Otobüsten indim. Trafiğin rahatlamasını bekledim. Yoldan karşıya geçtim. Kafamda bir sürü mesele… Dalgınım. Bir apartmanın giriş kapısıyla bir–bir buçuk metre önündeki duvarın arasından geçmem lazım.
Bir genç kız da o darboğazdan bana doğru gelmekte. Beni görünce o da geri döndü. Pek işime gelmedi. Malum her tarafta garip olaylar oluyor. Bu dar alanda genç kızın peşine gitmekle itham edilecekmişim gibi tedirgin oldum. Kız yavaşladı güya bana bir şey diyecek. O dar yerden geçerek beni bekledi.
-Abi!
-Buyur kızım, dedim. Abi şu çocuk…
-Çocuk..(!?)
Aslında bana abi, demeden önce çocuğu görmüştüm. 2-3 yaşlarında bir çocuk bir sağa bakıyor bir sola… İleri koşuyor sonra dönüp bizim tarafa geliyor. Ne olmuş çocuğa, dedim. Bu çocuğun sahibi kim, dedi. Ben nerden bileyim! Hayır, dedi; baksana ayakları yalın ve çevresinde kimse yok. Burası sokak, hemen şurası otoyol… Hem de çok işlek bir otoyol…
Çok kızdım kendime. Neden ben düşünemedim bunu. Sahi bu çocuğun sahibi kim? Ben bu çocuktaki garipliği fark etmedim ama o genç kız fark etti durumu. Tebrik ederim onu. Nasıl dikkatimi çekseydi, çocuğu gördüm ama sağa sola bakmadım ki. Belki çocuğun velisi de mutlaka buralardadır diye düşündüm. Duymuştum, malum bir ülkede başkasının çocuğunu sevemezmişsin mesela. Adın sapığa çıkarmış. Öte yandan böbrekçiler var, fidyeciler var; var da var. En iyisi kafamı çevirmeden yoluma devam etmek… Belki ben böyle düşündüm ve çocuktaki garipliği göremedim. Ama o genç kız, durumun farkına vardı. Muhtemeldir ki annelik içgüdüsü. Evet, kızdım kendime.
-Kızım çal şu apartmanın zillerini, soralım. Apartmanın kapısı sonuna kadar açık. Kız, tedirgin her nedense. Korkma ben buradayım; çal şu zilleri, dedim. Genç kız, apartman zillerinin hepsine bastı. Bir dakika geçmeden apartmanın 2. Kat penceresinden bir kadın sarktı dışarı. Zili çalan genç kıza baktı. Sonra kapıya baktı. Apartman kapısının açık olduğunu muhtemelen gördü ve görünce biraz şaşırdı. Kapı açık neden zile basıyorsun, dercesine. Genç kız da kadına… Üç dört saniye birbirlerine hiç bir şey diyemeyince, yenge, dedim; bu çocuğu tanıyor musunuz? Kadın çocuğu görünce bir çığlık attı ki sormayın. “O nasıl çıktı oraya; hâlbuki kapılar da kapalıydı. Hâlbuki kapılar da kapalıydı…”
Kadın bana dualar etmeye başladı. Bakın, dedim -genç kızı göstererek-, bu kardeşimiz fark etti durumu; asıl ona teşekkür edin.
Genç kız orada bekledi; ben yürüdüm yoluma. Baya bir yürüdüm arkama baktım, kadın aşağıya inmiş; genç kız da orada, çocuk aynı yerinde… Genç kız ve kadın konuşuyorlar. Önüme döndüm ve yürüdüm; daha yürüdüm.
İçime bir kurt düştü. Ya, dedim, çocuk, o kadının değilse. Olmaz böyle bir şey ama ya değilse… İnşallah genç kızımız bu kadının, çocuğun velisi olup olmadığını kontrol etmiştir. Belki çocuğun adını sormuştur; kadın da deyivermiştir. Çocuk da gülümseyip kadına doğru koşmuştur. İnşallah bu duyarlı genç kızımızın -duyarlılığı yanında- azıcık şüpheci, eleştirel bir damarı daha vardır.
Yok yok olmaz da ya çocuk, o kadının çocuğu değilse. Yürüdüm eve doğru.
…
Ya değildiyse…