Yüz yıl ya da bir asır. Dile gelince söylemesi ne kadar kolay! Ve bugün hâlen belirli kesimlerce sevilmeyen bir lider, devlet adamı, asker… Sahi Atatürk olmak neden zor bu ülkede? Ya da neden bir kesim deliler gibi hatta neredeyse ilah yaparcasına severken bir taraf “Yunan kazansa daha iyiydi.” diyecek kadar kesin bir kin içersinde? Sorular elbette çoğaltılabilir ancak bugün bu sorular etrafında dolansak kâfi. Sonuçta karşımızda Türk tarihinin en değerli şahsiyetlerinden biri duruyor. Bari dilimiz döndüğünce sözde onu çok öven ve yerenlere karşı minik bir açıklama da bizim kalemimizden dökülsün. Dilerseniz öncelikle sevmeyen, sindiremeyen ve belki abartı ama düşman olan tarafla başlayalım. Bunların belki de en ağırı “Yunan kazansa daha iyiydi.” Sözleriyle başlayan ve hilafet ve Osmanlıcı fikirlerdir. Yunan kazansa neler olacağını hayal dahi edemeyen; öyle bir durumda zulme uğrayacak, işkence edilecek, tecavüze uğrayıp; belki sürgün edilecek, belki de zorla din değiştirilecek insanları düşünemiyorlar.
Hilafet kalsaydı İstanbul’da sadece bir süs idaresi olarak İngilizlerin egemenliğinde kalacağını göremiyorlar. Belki de en fecisi 1. Dünya savaşı sırasında cihat ilan eden halifeye neredeyse hiç destek vermeyen ve büyük devletlerin özellikle o dönem İngilizlerin elinde olan İslam topraklarından bihaberler. Öyle bir durumda Trakya’da belki Kafkaslarda ve orta Anadolu da olmak üzere 3 küçük Türk devletinin olabileceğinin belki farkında değiller. Peki, öyle bir durumda Osmanoğulları ailesi ya da hilafet makamı ne işe yarardı! Gerçi şu an olsa ne işe yarar. Bugün Filistin olaylarında hepimiz görüyoruz. Çok uzatmadan iki konuya daha değinip devam edeceğim. Sevmeyenlerin harf devrimi ve özellikle tekkelerin kapatılması konularına karşı da bir duruşu var. Harf devrimi olayı zaten cumhuriyetten önce ilk kez 1800lü yılların başında Ahmet Cevdet paşa ve Münir paşa tarafından Osmanlı gündemine de gelmiş konular. Ana sebep Türkçenin konuşma yapısındaki sesleri Arap harflerinin tam karşılamaması. Yani zaten yüz yıl önce dile gelen bir geçiş niyetlenmesinin uygulamaya konması olarak görebiliriz. Gelelim tekke ve cemaat konusuna. Bugün ülkemizdeki dini yapılanmaların ülkeye ne kadar zarar verebildiği konusunda haberleri izlemek yeterli. Darbe girişimi, vakıflarda çocuk yaşta evlendirilenler, tacize hatta tecavüze uğrayanlar, bunlarla ilgili kendi çapında fetva verenler…
Yani dini ayeti, hadisi kendine göre yorumlayanların oluşturduğu bir yapıya dönüştü. Belki Anadolu coğrafyası Türklük ve İslam ile süslenirken var olan niyet samimiyet, hırstan ve siyasi amaçtan uzak olan en önemlisi belki mürit sayısını artırıp daha çok kazanç sağlamak derdinde olmayan sadece imanlı insanlara dini öğretip yol gösteren olan yapılardan geldikleri noktalar burası.
Bunu Atatürk hem kurtuluş savaşı yıllarında hem de görev yaptığı cephelerde dinin ve cemaatlerde çözülmenin farkında olduğu için yaptığı bir hamledir ki aradan yüz yıl geçip başımıza gelenlerden sonra bari durumun farkına varalım.
Ve gelelim aşırı severlere. Neredeyse Kemalizm’i din olarak Atatürk’ü ilah ilan edeceklere. Şunu unutmamak lazım o bir beşerdi. Fatih gibi Alparslan gibi Metehan gibi görevini yaptı ve aramızdan ayrıldı. Ancak bu onu kusursuz yapmaz. Bir insanı kusursuz görmek bir yerden sonra kusurdan münezzehleştirmeye gider ki bunun sonu maalesef belli. Kusursuzluk ancak Allah’a mahsustur. Yaşarken böyle bir şey söz konusu değil. Özellikle ölümü ve sonrasında ki dönemde aslen ilkelerin temelinde olmasa bile yapılan din düşmanlığından, alkol sevgisine kadar ya da yıllarca çözülemeyen başörtüsü sorununa kadar her şeyi onun adıyla yaptılar. Atatürk’ü sanki belirli bir zümre için vatanı kurtarmış ve diğerleri onlara hizmet etmek için varmış algısı oluşturdular. Ancak o öyle biri değildi. Kendisinin de dediği gibi “Benim naçiz vücudum elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” Onun ilkelerinin özünü doğru anlayarak, inkılâpları araştırarak ve o dönem içinde değerlendirerek yaklaşmak gerekir. İllaki hatası vardır olsun ancak kimse isteyerek yaptı diyemez. Batan bir büyük bir gemi vardı. O bu gemiyi kendi bildiği şekilde yeniden hayat verdi hepsi bu. Son olarak ülkemiz için yeni bir çağın başlangıcı olan şu günlerde. Bize ait olan 2500 senelik tarihimizi arkamıza alarak, inancımızı yeniden ve doğru şekilde önce kendimizde sonra gelecek nesillere örnek olacak şekilde yaşayarak, Atatürk ilke ve inkılâplarını okuyup anlayıp analiz edip hayatımızın önemli noktalarına koyarak, vatan sevgisiyle, imanla ve kendi içimizde karmaşalardan arınarak daha güçlü bir Türkiye için hep birlikte çalışmaya devam edelim. Yaşasın Cumhuriyet, Her Şey İçin Teşekkürler Mustafa Kemal Atatürk…