İnsanlar ilk çağlardan beri topluluklar hâlinde yaşıyorlar. Doğa karşısında, vahşi hayvanlar karşısında ayakta kalabilmek için güçlerini birleştirmek gereğini duymuşlar. Zamanla işbölümünün gelişmesiyle birlikte köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum gibi toplum biçimleri ortaya çıkmış. Günümüzde var olan toplum biçimi kapitalist toplum. Kapitalist toplum biçimi içinde son iki yüzyıldır modern yaşam tarzını kabullenmiş durumdayız. Modernizm, toplum yaşamına yeni kavramlar hediye etti. Yabancılaşma, duyarsızlık bu kavramlardan ikisi.
Toplumu oluşturan insanlar bazen toplumun sorunlarına duyarsız kalıyorlar. Fikir üretmek, çözüm önerileri getirmek, çaba harcamak, mücadele etmek insanlara zor geliyor. Bu durumda duyarsızlığı tercih ediyorlar. Toplumsal duyarsızlık konusunda edebiyat sanatından bolca örnek bulmak mümkün. Gabriel Garcia Marquez’in kendisine Nobel Edebiyat Ödülü’nü getiren “Kırmızı Pazartesi” romanı, duyarsızlığın neye mal olduğuna güzel bir örnektir. Roman,bir kasabada yaşanan olayları anlatır. Zengin ailenin oğlu, hizmetçi kıza tecavüz eder. Kızın babası bu gençten intikam alacağını çevresinde gördüğü herkese anlatır. Cinayeti işleyeceği güne kadar ayrıntı verir. Kimse bu kişinin sözlerini ciddiye almaz. Romanın final bölümü insanların duyarsızlığının neye mal olduğunu gözler önüne serer. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” romanı toplumsal duyarsızlığa güzel bir örnektir. Roman kahramanı Ahmet Celal, savaşta gazi olmuş bir subaydır. Emir erinin tavsiyesi üzerine Mehmet Ali’nin köyüne gider. Köyde günlük yaşam devam etmektedir. Savaş kimsenin umurunda değildir. Ahmet Celal, emir erine niye savaşa katılmadıklarını sorar.
Düşman kapıya dayandı, niye vatanınızı savunmuyorsunuz, siz Türk değil misiniz?” der. Emir eri Mehmet Ali şu cevabı verir: “Yok Bey, biz Elhamdülillah Müslümanız. O dediklerin Haymana tarafında yaşarlar.”
Halide Edip Adıvar’ın “Ateşten Gömlek” romanında İstanbul işgal altındadır. Roman kahramanlarından hemşire Ayşe İngiliz subaylarla tartışmaya girdiğinde başta onu seven Peyami olmak üzere kimse ona destek olmaz. Herkes vatanından önce kendi canının derdindedir.
Tarık Buğra’nın “Küçük Ağa” romanında İstanbullu Hoca ile Çolak Salih, kasabadan uzaklaşıp eşkıya Çakırsaraylı’nın yanına sığınırlar. Düşman kapıya dayanmış fakat Çakırsaraylı ve adamlarının keyfi yerindedir. Yunan ordusuna karşı gelmek gibi bir niyetleri yoktur. Silah eğitimi alan İstanbullu Hoca dikkat edince sandık dolusu İngiliz silahının eşkıyalara sırf Yunan ordusuna karşı savaşmasınlar diye verildiğini öğrenir.
Birçok romanda, hikayede, şiirde insanların toplumların sorunlarını umursamadığını, sadece kendi kişisel çıkarlarını düşündüklerini görürüz. Önce ben, sadece ben diyen insanlar sonunda hem kendi yıkımlarına hem de toplumun yıkımına sebep olurlar. Çağımız küresel sorunların çağı. Küresel ısınma, susuzluk, doğal felaketler, çarpık kentleşme ve daha birçok sorun,kişilerin tek başlarına üstlerinden gelemeyecekleri büyük sorunlar. Sorunların çözümü hem birey olarak sorunlara duyarlı olmaktan hem de birlikte hareket etmekten geçiyor. Sorunlarımızı çözeceksek birlikte çözeceğiz.
Nazım Hikmet’ın “Akrep Gibisin Kardeşim” şiiri toplumsal duyarsızlığa yapılan bir eleştiridir. Kuvay ı Milliye Destanı vatan için canlarını verenleri anlattığı gibi vatanın elden gidişini umursamayanları da anlatmaktadır. Reşat Nuri Güntekin’in “Yeşil Gece”si, Halide Edip Adıvar’ın, “Vurun Kahpeye” romanı Kurtuluş Savaşı’na duyarsız kalan insanlarla dolu metinlerdir. Her devirde sadece kendi çıkarını düşünen insanlarla onlara karşı çıkanların mücadelesi var olmuştur. Dileğimiz odur ki herkes önce ülkesini sonra kendini düşünsün.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder