Merhaba Celalettin Bey, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Adım, Celâlettin KURT... Doğduğumda Elbistan nüfus kütüğüne 15 / 01 / 1960 tarihini kayıt düşmüşler. İlim Kahramanmaraş, ilçem Dulkadiroğlu Beyliğine mekân olan Elbistan... İlk, orta, lise tahsilimi Elbistan’da, yüksek tahsilimi İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsünde tamamladım. İlk öğretmenlik görevime Niğde’nin Ortaköy ilçesinde başladım. Güzel dostlukların içinde Ortaköy’de beş sene çalıştıktan sonra, Trabzon’un şirin bir ilçesi olan Beşikdüzü’ne tayin edildim. Gerçek mânâda hayatın, dostluğun, arkadaşlığın lezzetini Beşikdüzü’nde tattım. Üç sene Beşikdüzü Kız öğretmen Lisesinde görev yaptıktan sonra da memleketim Elbistan’a geldim ve tamamı Elbistan Anadolu lisesinde olmak üzere 19 yıl öğretmen ve idareci olarak çalışarak, 2007 yılında emekli oldum…
Edebî dalların birçok alanında denemeden şiire, hikâyeden roman çalışmalarına ve bunların yanına musikiyi de eklersek, daha doğru olur sanırım. Şimdiye kadar yayınlanan ağırlığı şiir ve çocuk edebiyatı olmak üzere yirmi yedi kitabım oldu. Musiki yönümden de kısaca bahsedersem TRT Türk Sanat Müziği Repertuarına giren sekiz eserimle birlikte, söz ve müziklerini benim yaptığım onlarca eser, çeşitli sanatçıların albümlerinde yer almıştır. Çocuk Şarkıları bestelerim ayrıca notalı hâliyle Türk Diyanet Vakfı Yayınlarından çıkartılarak dördüncü baskısı yapılmıştır.
Sizce şiir nedir? Şiirde olmazsa olmaz dediğiniz öğeler var mı?
Gönül terennümleriyle yüreklerini karıştırarak şiir seslerini dile getiren, şiir doğuran şairler, idraklerine bezedikleri aşk ve sevdayla yollarına revandırlar. Çıktıkları yolda koşmak yerine yürümeyi tercih ederek, bir iddianın sahibidirler. İddialarına sahip çıkan kalem sahipleri çıktıkları yolda mutlaka hedeflerine varırlar ve vardıkları menzilde çevrelerindekilere şiir çeşmesinden sular içirirler. Şiirin yollarında öncelikle yürümek yerine koşmayı seçenlerse, hiç kimselere şiir çeşmelerinden sular içirtemezler. Mesele, edebî sanatların namusu olan şiir atlasında yürek tınılarını kıvamında coşturarak kalıcı olan şiir sanatını yakalayabilmektir. Yürümek yerine acelecilikle koşmayı seçenler, şairliğin sırrı hikmetini anlayamadıklarından yarı yolda dökülürler. Şairlik bir heves değildir, idrak derinliğinde gizli seslerin, kelimelerin şair idrakine yerleşmesidir. Şair şairliğin sırrı hikmetine ererse, o sesleri ve kelimeleri bir bütünlük içinde harmanlayarak herkesin söylemediği şeyleri söyler. Herkesin söylemediğini söyleyenlerin cehtleri de ufuk ötesi menzillere uzanır.
Sanat; sesin, sözün, rengin ve çizginin bir estetik içerisinde güzellikler bütününe ulaşmasıdır. Sanat güzelliklerle besleniyorsa amacına ulaşır. Güzelliğin çizgisinde şekillenmeyen hiçbir unsur, sanat alanında değildir, olamaz... Seste soluk, sözde öz, renkte ton ve çizgide biçim yoksa ortaya sanat olgusu çıkmaz... Ses soluklu, söz özlü, renk tonlu ve çizgi biçimli kılınırsa; gerçek sanat olgusu o zaman ortaya çıkar.
İnsan melekesine çok şeyler sığdırılmıştır. Bu melekelerin bazıları beceri ve kabiliyetlerdir. İnsan beceri ve kabiliyetlerini iyiye, güzele, doğruya yönlendirirse mutlak olan sanatı yakalar. Kötü, çirkin ve karanlık düşüncelerle yapılmaya çalışılan sanat, sanat değildir. Sanat mutlak hakikat doğrultusunda güzeli aramaksa sanata sevgi katmak gerekir. Sevginin unsurları sanata katılım sağlamazsa, yapılan sanat her zaman kısır kalır. Sanatı güçlü ve soluklu kılmanın yolu, bütün idraklerde sevgiyi barındırmak ve beceriyi yüklemek olmalıdır.
Şiiri insan ruhunu ve idrakini güzel tesirlerle süsleyen bir boyutlanma olarak görüyorum. Milyonlarca şairi olan bir memlekette, her şairin tarif konusunda farklı tezahürlerinin olduğu kanaatindeyim. Yüzlerce şiir tarifinin içinde, şiirin net ve gerçek bir tarifi var mıdır? Bence net ve gerçek bir tarifin üstüne oturmamıştır şiir… Ölümlerin soylu ve soysuzluğu gibi, şiirlerin de soyluluklarına ve soysuzluklarına inananlardanım… Ölümlerin nasıl güzel olanları mukaddesse, şiirlerin de güzel olanları mukaddestir. İşte bu perspektifte şairlik; şiirle-şairin birlikteliğinde idrakin ileri bir cehdi olduğu ortaya çıkabilir. Eğer ki şiirin ve şairliğin sırrına erişilirse...
Şairlik sizin için ne ifade ediyor? Öykü, deneme tarzında yazılar da yazıyor musunuz?
Şair yüklendiği görev gereği günübirlik, statik bir hayat tarzını seçemez. Seçen şairler hormonlu bir hâle bürünenlerdir. Şair içinde bulunduğu toplumu göz ardı etmeden ve yaşadığı topluma karşı sorumluluklarının olduğunu unutmadan, şiirlerine bir takım soylu söylemler yüklemelidir. Bu söylemler yukarıda söyledim yine söylüyorum; şair topluma estetikten fikre, duygudan düşünceye kadar yön vermelidir. Velhâsıl şair; beslendiği kaynakları iyi bilen, öz kaynakları iyi değerlendiren, herkesten farklı olarak yüreğine ve duygularına sevdalar yükleyen bir gönül adamıdır. Şair bazen sükûtta bir derviş, an geldiğindeyse hançeresi yırtılmış bir volkan ağzı gibidir.
Elbette ki şair sanatı üzerinde kafa yormalı, düşünmeli, yüreğinden fışkıran duygulara daha sonrasından bir nizam, intizam hatta bir kuyumcu titizliğiyle işçilik katmalıdır. Düşünceye uğramayan bir şiirin ne zarfı ne de mazrufu olur. Hem zarf hem mazruf şiirde cem olmak istiyorsa evet şiirinde bir düşünce iklimine girmesi gerekir. Öyleyse şair yaptığı sanat üzerinde düşünmeli, kafa yormalı estetikten muhtevaya kadar bir alan açmalıdır şiir sanatına… Şiir her ne kadar duygu atmosferli bir coğrafyadan çıkıp gelse de sonrasında uğrayacağı bir takım muameleler vardır. Yani şiir, duygu ve düşünceyle mutlaka bir köprüde buluşmalıdır. Tefekkürsüz yapılan sanatlar yağsız pilava benzerler. Özellikle aşka mutlaka tefekkür gerekir.
Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?
Şair; herkesin söylemediğini söyleyen ve söylemlerini topluma yansıtan insandır. Şairin söylediği şiirse, vakti geldiğinde haksızlığa karşı aykırılığı, güzellik karşısında saflığı ortaya koymalıdır. Günübirlik yaşayan şairlerin, insanlara karşı müspet mânâda faydaları olamaz... Şair; mensubu olduğu toplumu göz ardı etmeden ve toplumuna olan sorumluluklarını unutmadan şiirlerine bir takım söylemler yüklemeli, söylemleriyle topluma, estetikten fikre, duygudan düşünceye kadar çeşitle alanlarda yön vermelidir.
Şiir şair idrakinde ana rahmine düşen bir cenin gibi vakti geldiğinde doğmak zorundadır. Bunun içinse, nasıl ana rahmine düşen ceninin beslenme kaynaklarına ihtiyacı varsa, bu şiir içinde böyledir. Şiiri duymak, hissetmek ve doğurmak için, dünden bugüne uzanan bir süreçte şiirin tarihi kaynaklarını çok iyi bilmek gerekir. Gelenekle beslenmeyen, geleceğe kapısını açmayan şair ufkunun dar olacağı muhakkaktır. Bu mânâda şiir konusunda benim durduğum yer, gelenekle geleceğin buluştuğu şiir köprüsüdür.
Kelimelerde seçicilik elbette önemlidir. Yalnız sırf şiiri seçkin kelimelerle kuracağım diye şiirin özünden, idrakinden sapmamak gerekir. Geçenlerde bir şair dostuma: “nasılsın, neler yapıyorsun” diye sordum; “lügat karıştırıyorum iyi şiir yazmak için” dedi… Bende: “iyi şiir yazmak için lügat değil, önce yüreğini karıştır” dedim… Şiirde seçkin kelimelerden önce bence yüreğin karışması gerekir. Çünkü şiir yürekle alâkalı bir şeydir. Yürek kısmı hallolmadan diğer kısmı hallolmaz!...
Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?
Kahramanmaraşlı birisi olarak, hâliyle şairistan denilen bir beldede yaşayınca öncelikle Karakoçlar akla gelen ilk isimlerdir. Abdürrahim Karakoç ve Bahaettin Karakoç ağabeyler, bizim şiir mayamızı ilk çalanlardır diyebilirim… Yine üçüncü bir isim olarak yine hemşehrimiz Ali Akbaş bu isimlerin yanına ekleyebileceğim bir isimdir. Bunlar şiir dünyamıza gerçekten gen ve maya çalanlardır. Fakat herkesin bir ustası vardır; benim şiirde ustam Bahaettin Karakoç’tur. Sezai Karakoç, yine şiir atlasımda beni en çok etkileyen şairlerden birisi olmuştur.
Şiire poetikalarıyla yaklaşan Maria Rilke ve Mayakoviski biri Batı’dan biri doğudan iki şair beni en çok etkileyen şairler olmuşlardır. Yine aykırı ve dik duruşuyla, tarzıyla Suriyeli şair Nizar Kabbani beni çok etkileyen şairlerdendir. Doğudan Batı’dan Puşkin Togore, Pablo Neruda, Viktor Hugo sevdiğim şairlerin arasına giren ünlü isimlerdir. Bir duruşları, bir tarzları oluşan şairler haliyle yarınlara iz bırakan şairlerdir. İsimlerini saydığım şairlerde kalıcı şiir sanatları ve ortaya koydukları şiir dilleriyle bugünlere kadar gelmişler; dünya edebiyat tarihi içinde yerlerini almışlardır.
Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?
Aydibâ isimli şiir kitabım 28. eserim olarak Alaska Yayınları imzasıyla çıktı. Baskıya hazır bir deneme, bir roman ve üç adet şiir dosyam baskıya girmek için zaman bekliyor. Sırasıyla onlarda basılacak elbette, onlarda gün bekliyorlar.
Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Edebî sanatların kendi bünyelerinde yüklenmiş oldukları farklı farklı görevler vardır. Şiir bunların içinde en müstesna yerde duranıdır. Şiir, şahsım adına söylemem gerekirse, edebî sanatların namusudur. İşte bu yüzdendir ki, şiiri çok özel bir yerde konumlandırmamız elzemdir. Şiir, üst sorularınıza verdiğimiz cevaplarda olduğu gibi öncelikle duyguya, yürek sesine aittir. Daha sonra şiire düşünce ve işçilik katılır. Şiirin dizelerinde ritim, musiki, ses, armoni mutlaka gerekir. Bunlar olmadan şiir, hiç bir zaman kalıcılık arz etmez... Bahsettiğim özelliklerle yazılmayan dizelerde zaten şiir olmaz. Mısra kurguları arasında şiiri anlamlı kılan şiirin oluşturduğu bir şiir dilinin olmasıdır. Eğer şairlerin idraklerinde bir şiir dili oluşmamışsa, yazdıklarını şiir diliyle yazmıyorlarsa yazdıkları sadece manzum hâle bürünen denemelerden öteye geçemezler. Ya da kelime örgülerinin yan yana, alt alta dizilmeleriyle yazılanlar sadece manzum nesirler olurlar. Nasıl hikâyenin, romanın, denemenin bir dili varsa, şiirin de bir dili vardır. Mesele, şiirin dilini iyi kullanarak kelime örgülerinden, kelime kurgularında ortaya saf şiiri çıkarabilmektir.
Şiir, özellikle ritim, musiki, iç ses örgüsü arar. Nesirde bunlara çok önem arz edecek şekilde ihtiyaç yoktur. Bütün edebî akımların kendilerine has bir dilleri vardır. Edebî sanatları kendi bünyelerinde oluşturdukları bu diller zengin ve bereketli kılar. Yine söylüyorum: şiirde önce yürek terennümlerinin dile gelmesi, sonra şiire işçiliğin eklenmesi gerekir. Bu minvalde çıkan şiir, ötelere kalır, ötelerde dem tutar.
FERAHNAZ
Dinlediğim en tatlı nağmeydi dillerinden dökülen
Konuşman, ferahfeza makamından bir şarkı gibiydi
Sen konuşmaya başladığında susardı tüm kuşlar bile
Sükûta kesilirdi her taraf, âlemde yalnız sesin kalırdı
Ben, yüreğimde hecelerdim ismini üç heceye bölerek
Adına besteler yapardım en tiz seslerden makamı hicaz
—Sen, yüreğimin seslerine akortluydun Ferahnaz…
Bir nakkaş gibi oyardım yüreğimin ortasına ismini
Adın ne zaman söylense, deli çaylar gibi coşardım
Dökülürdüm yükseklerden görklü çavlanların sesiyle
Alçaklara inerdim; durulurdum, dinginleşirdim
Bir söğüt ağacına yaslanırdım mavi sular başında
Zeytin yaprakları açardı, Maraş’a gelirdi ilkyaz
—Sen, Maraş’ta gözlerimin nişanıydın Ferahnaz…
Dil vurup söyleştiğimiz günler içinde günler vardı
Sana sunduğum bir gül içinde, binlerce güller vardı
Ve güller / ve şiirler; ne de güzel yakışırdı birbirlerine
Gül sendin, şiir bendim; ikindi yellerinde Maraş’ın
Ben, ilkyaz türküleri söylerdim sana, Kerem ayaklı
Çalınırdı, dem tutardı sesime üç telli bir kırık saz
—Sen, sol yanıma sancılar bırakırdın Ferahnaz…
Ta / Binboğa dağlarında duyulurdu nalânlı sesim
Zeytin ağaçlarındaki yapraklar titrerdi sesimden
Gün dönerdi günler üstüne, doğarken ışığı günün
Esriğindim; belâlındım, sevdalındım ben senin
Kanıma, iliklerime kadar işlerdi gül kokulu sevdan
Yüreğim ellerimde kalırdı, ederdin kırk türlü naz
—Sen, firak vakitlerine mi ayarlıydın Ferahnaz…
Özge bir aşk hikâyesiydi, seninle yaşadığım her an
Ustura kesiği bir kavi sevdaydı, yarası derin mi derin
Dertkârı olduğum veçhendi, beni kasırgalarda bırakan
Ve cam kırığı umutlarımı onulmaz hâllere sendin koyan
Vefayı derdest edip, yürek sepetine koyarken beni
Utanırdın, susardın; kızarırdı yanakların biraz kiraz
—Sen, Ferahnâk bestemin, ilhamıydın Ferahnaz…
Bir yaman firkatteyim behr-i zamanda, hâlâ içimdesin
İstanbul’da esriğim şimdi, bilmiyorum sen nerelerdesin
Bilmediğin tufanlara uğradım; adresler, hesaplar değişti
Ah bir bilsen! Her dem kulaklarımda çınlıyor o özge sesin
Unutmadım; şarkılar, şiirler tadında konuşmaların vardı
Bugün yıllar sonrası; ediyorum ardından binlerce kez niyaz
—Sen, can içre canımın, canânıydın Ferahnaz…
Celâlettin KURT