Sakın ukalâlık olarak algılanmasın lütfen. Allah’ın talihli kullarından biri olarak yaşantım boyunca gerek iş gerek seyahat amaçlı olarak dünyanın kabaca 40 kadar ülkesini ziyaret etme şansım oldu. Başlığı “Tavsiye” olarak yazmamın nedenine gelince, bu seyahatler esnasında öylesine beklenmedik olaylar yaşadım ki, bir ülkeye ilk defa gidecek dostlara hiç olmazsa biraz faydam olsun istedim. Merak etmeyin, şuraya gidin veya şuraya giderek boşuna vakit harcamayın gibi kendi zevkime göre tavsiyelerde bulunmayacağım.
Tek söyleyeceğim; gitmeden önce o ziyaret edeceğiniz ülke hakkında tabuları, alışkanları veya ekonomik yaşam stilleri gibi bir kaç konuda bir yerlerden bilgiler edinmeniz. Küçük bir örnek vereyim: Japonya’dayım. Dört yıldızlı bir otelin resepsiyonunda kaydımı yaptırdım. Oda anahtarımı alan bir otel çalışanı bana yardımcı olmak üzere bavullarımı odaya taşıdı. Teşekkür edip gence 10 dolar bahşiş uzattım. Bir paraya bir bana baktı. Bakışından biraz tedirgin oldum. Herhalde bahşişi az buldu diye düşünerek bir 10 dolar daha verdim. Gencin yüzü iyice asıldı. Dudakları gerildi. Gözleri nefretle bana bakmaya başladı. Görüntüsü neredeyse karate, tekvando gibi dövüş sporları uzmanı Bruce Lee’ye benzemeye başladı. Her an bir uçan tekmeye hazır olmam gerektiğini hisseder gibi oldum. O sırada şans eseri oradan geçmekte olan başka bir kat görevlisi olayı fark etti. Yanaştı gence Japonca bir şeyler söyledi. Sonra onun elindeki bahşişi alıp bana geri uzattı. “Özür dilerim efendim.” dedi ve ekledi:
“Herhalde bilmiyorsunuz. Japonya’da bahşiş vermek çok ayıptır. Karşınızdakini küçük ve değersiz görmek anlamına gelir. Bu o şahıs için çok aşağılayıcı bir anlama gelir.”
Kıpkırmızı oldum. Hemen özür diledim. Neyse ki buna benzer durumları başka turistlerle de yaşamışlardı da olay çabuk çözüldü. “Kusura bakmayın, bizim ülkede bahşiş vermezsen kat görevlisi dakikalarca kapıda durup yüzünden yukarı bakar” diyecektim ama kendi ülkemin insanını da yerin dibine batırmak istemedim. Örneğim yeterli olmadı mı? … Peki o zaman bambaşka bir örnek daha anlatayım: İngiltere’deyim Herhalde bilirsiniz, orada trafik bizdekinin tam tersi istikamette çalışır. Yani bizdeki gibi caddeyi geçerken sola bakarak adımızı attıysanız geçmiş olsun, orada sağdan gelen otobüs sizi asfalta yapıştırır. Gerçi bunu önlemek için hemen hemen her köşeye yakın caddelere sağa bak, sola bak gibi yazmışlar ama İngilizce bilmiyorsanız tehlike hâlâ geçerliliğini koruyor demektir. Her neyse, İngilizlerin “Gökten kedi köpek yağıyor” diye bir deyimleri vardır. Bununla o gün felaket bir şekilde yağmur yağdığını anlatmak isterler. İşte öyle günlerden birinde, şemsiyemi yanıma almayı da unuttuğumdan inanılmaz bir şekilde ıslanıyordum ve bir taksi bulmak için can atıyordum. Öyle bir yağmur ki taksiyi bile görebilmek büyük bir başarı olurdu. Ama Tanrı yardım etti, birden ileriden yaklaşan bir taksi gördüm ve üzerinde “boş” yani serbest olduğunu gösteren işareti de fark edince uçarcasına ona doğru koştum ve kapısını açıp kendimi içeri attım. Attım diyorum ama atamadım. Bir şey beni engelliyordu. Sanki koltuğun üzerinde bir bavul var da ben üzerine sığmaya çalışıyorum gibi bir duygu. Koluma çarpan bir şeyi de hissedince dikkat kesildim. Gördüğüm manzara şok ediciydi. Koluma çarpıp beni engelleyen şey arabanın direksiyonu idi ve kendimi sığdırmak için uğraştığım şey de şoförün kucağıydı. Birden beynimde şimşekler çaktı. İngiltere’de direksiyonların (tabii ki şoförün de) sağ tarafta olduğunu o telâşla unutmuştum. Acele bir özür dileyip kendimi arabadan atıp hemen arkadaki diğer bölüme daldım. Hiçbir şey olmamış gibi Hintli şoföre gideceğim otelin adresini uzattım. Problem çözülmüştü, ama bütün yol boyunca şoförün Hulusi Kentmen’i andıran pala bıyıklarını burup durarak baygın gözlerle aynadan beni süzdüğünü fark ettim. Buna benzer yaşadığım yüzlerce olay var. Ama anlatması uzun sürer. Siz siz olun minik tavsiyemi dikkate alın.