Teknolojik yenilikler -özellikle de 1990’lı yıllardan sonraki- insan hayatında hissedilir derecede değişiklikler meydana getirmiş, günlük yaşam ile kamusal alanda birçok kolaylık sağlamıştır. Bu gelişmeler, insan gücünü en aza indirgenmiş, bireyler arası mesafeleri neredeyse ortadan kaldırmıştır. Teknolojinin bu kadar hızlı gelişmesi, tabiatıyla kişiyi, aileyi, çevreyi, toplumu ve devleti de etkilemiştir. Fert ve toplum olarak ülkemiz, ne yazık ki teknolojideki değişime ve gelişime yeterince ayak uyduramamıştır. Hızla gelişen teknoloji ve sosyal medya ağları, beraberinde -doğru kullanılmadığında- büyük bir tehlikeyi, evlerimize, işyerlerimize ve çocuklarımızın çantalarına kadar getirmiştir.
Ülkemizde ilk olarak 2013 yılındaki Taksim-Gezi olaylarıyla gündeme gelen sosyal medya, doğruluğu teyit edilmeyen bilgilerin, kullanıcılar tarafından paylaşılmasıyla insanları örgütleme ve bir araya getirme fonksiyonu görmüştü. Taksim-Gezi eylemlerine katılanlar birbirlerini haberdar etmelerinde başta Facebook ve Twitter olmak üzere "sosyal medya"nın rolü büyük olmuş, on iki saat içerisinde konu ile ilgili üç hashtag için iki milyona yakın tweet atılmıştı. Protestoların İstanbul dışındaki yerleşim yerlerine yayılmasında da sosyal medyanın etkisi büyük olmuştu. O dönem, yine şüpheli ve tamamen yanlış birçok haber de doğruymuş gibi sunulmuştu. Bu durum, olaylarla ilgili haberler hakkında büyük bir dezenformasyona sebebiyet vermişti. Hatırlanacağı üzere RTÜK, Gezi Parkı olaylarında “halkı şiddete teşvik ettikleri” gerekçesiyle kimi televizyon kanallarını ağır para cezası ile cezalandırmıştı.
Yine, 6-8 Ekim Kobani’yi protesto eylemleri sırasında da eylemciler, sosyal medya ağları üzerinden örgütlenmişti. Her iki olayın sonuçları ve eldeki veriler, ileride meydana gelebilecek toplumsal gösterilerde, “sosyal medya”nın kolaylıkla suistimal edilebileceği gerçeğini gözler önüne sermiştir.
Sosyal medya, siyasal, sosyal ve kültürel gelişmelerin takip edilmesine ve tanıtılmasına katkıda bulunan bir güç olmakla birlikte, bağımlığı; bireyi aileden, çevreden ve en nihayetinde toplumdan uzaklaştırarak, “asosyal” bir kimlik kazandırma riskini de taşımaktadır. Sosyal ağların kullanımı günlük yaşamın bir parçası olmaktan çıkmış, toplumun büyük bir kesiminde bağımlılık derecesine yükselmiştir. Bu ağlardaki kimi paylaşımlar, sigara ve uyuşturucudan daha tehlikeli hale gelmiştir. Sosyal ağlarda birden fazla hesap açan, zamanının çoğunu bu ağlarda gezinmekle geçiren bireylerin sayısı hızla artmaktadır. Sosyal ağlara olan bağımlılık ve uygunsuz kullanım, ülkemizin aile yapısını da tehdit etmektedir. Bu ağların günlük yaşama girmesiyle birlikte, bu durumdan evli çiftler de etkilenmiş, boşanmalardaki rolü artmıştır. “Özellikle sosyal ağların, sohbet sitelerinin kullanılmasının boşanmaya etkisi konusunda yapılan özel bir ankette, boşanmayı düşünen ve eşinin boşanma talebiyle karşı karşıya kalan değişik kültürlere sahip 25-50 yaş arası 780 kadın ve erkekle yapılan görüşmelerde: Boşanmayı düşünen her dört kişiden bir tanesinin, kararını vermesine internette yapılan sanal sohbetler ve paylaşım sitelerinin sebep olduğu, Aldatıldığını düşünen her iki kişiden bir kişi, eşinin kendisini sosyal paylaşım sitelerinde veya sanal sohbet ortamında tanıştığı birisiyle aldattığına inandığı, Eşini aldatan Her iki kişiden bir kişi, sosyal paylaşım sitelerinde veya sanal sohbet ortamında tanıştığı birisiyle aldattığını kabul ettiği tespit edilmiştir.”
Tedbir alınamadığı takdirde, sosyal iletişim ağlarının bireylerin günlük yaşamına verdiği katkı, sosyal medyanın kullanımından kaynaklanan olumsuzlukların gölgesinde kalacaktır.