Merhaba Gündoğdu Bey, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Karaman İli Taşkale Kasabası doğumluyum. İlkokul, ortaokul ve liseyi Taşkale kasabasında okudum. Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi mezunuyum. Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi alanında yüksek lisans yaptım. Kendimi geliştirme adına AÖF Sosyoloji Bölümünü bitirdim ve halen AÖF Felsefe bölümünde okumaktayım. Bugüne kadar yayınlanmış dokuz kitabım bulunmaktadır. İlk kitabım 2008’de yayınlandı. Köşe yazıları yazıyorum. Yerel gazetelerde, internet sitelerinde toplamda yüz elliden fazla yerde köşe yazılarım yayınlanıyor.
Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?
2022 yılında arkadaşlarla birlikte düzenli kitap okuma, güncel konuları konuşma adına kitap okuma kulübü kurduk. Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet döneminin kuruluş yıllarında yazmış, çizmiş yazarların kitaplarını okuduk. Bu yıl da Avrupa ve dünya edebiyatında öne çıkmış yazarları okumakta ve kitapları üzerinde değerlendirmeler yapmaktayız. Yazarların ne kadar değerli olduğunu kitap okuma kulübünde daha iyi anlıyoruz. Yazarların kitabını okuyor, yazarlarla ilgili araştırma yapıyor; kitaplar ve yazarlar üzerine konuşuyoruz. Tek amaç yazarlar ve kitapları öğrenmek… Başkaları konumuz olmuyor. Yazarlardan başkasının bir değeri harbîyesi yok. Krallar, imparatorlar, padişahlar, komutanlar, bürokratlar konuşulmuyor, onların fikir dünyaları mevzubahis edilmiyor. Edebiyatçılardan, sanatçılardan başkasının bir değeri yok. Önemli bir tespittir. Yazar olmanın önemi net ve açık, aleni... En değerli kişiler edebiyatçı ve sanatçılardır. Kutsanacak birileri varsa o da edebiyatçı ve yazarlardır. Tarihe kalmış tüm yazarlara saygı duyuyorum. Onların yüce insanlar olduğunu kabul ediyorum.
Lise yıllarımda “yazar olmak istiyorum.” diyordum. Bu söz öylesine söylenmiş bir sözdü. Ütopikti. Gerçekleşme ihtimali sıfırdı. Erişilebilecek bir mertebe hiç değildi. Kendimce okuyordum. Kitap kurdu falan da değildim. Siyasete, güncel konulara çok fazla ilgi duyuyordum. Bu kadardı. Torosların eteğinde bir köyde yaşayan birisi kendisine ne kadar gerçekçi hedefler koyabilirdi ki? Okumak, öğretmen olmak bizim için en büyük hayaldi. Bu hayal gerçekleşince, dünyalar bizim olurdu. Kendimce denemeler, kısa kısa öyküler ara ara yazdım. Öğretmen olduktan on iki yıl sonra kitap çıkarmayı düşündüm. 2008 yılında “Türküler Susmaz” kitabım okuyucu ile buluştu.
Yazmaya yönelten şey; hayata bakış açım, dünyayı algılama çabamdı. Sorgulayan, toplumsal olayları kendine sorun eden bir kişiydim. Gördüklerimi, yaşadıklarımı kendi dilimde ifade etmek, bir ses olmak istiyordum. Kendimce bu sesi anlamlı buluyordum. Benim için yazmak bir eylemdi. Bir mücadele şekliydi. Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Orhan Kemal, Nazım Hikmet, Ahmet Arif ve diğerleri, yazarak toplumu aydınlatmıştı. Onların yolundan yürümeliydim. Gördüklerimi yazmalı, toplumu aydınlatmalıydım. Sanırım beni yazmaya teşvik eden şeyler bunlardı.
Halkçı belediyecilik anlayışını benimseyen Belediye Başkanı Yaşar Evcen’in bir dönem ilçe olan Karaman’ı batılı bir görünüme kavuşturma çabalarına yer verdiğiniz Memleket Sevdası kitabınız Logo Yayınevi’nden çıktıktan sonra bir hayli ilgi gördü. Tebrik ederiz. Bu kitabın ortaya çıkış sürecinden bahseder misiniz?
Söylemiştim, Karaman’ın Taşkale Kasabasındanım. Lise yıllarımda Yaşar Evcen, Karaman Belediye başkanıydı. Otuz üç yaşındaydı. Türkiye’nin en genç belediye başkanıydı. Zaman zaman kasabamıza gelir, kasabamıza maddi ve manevi destek olurdu. İlin; ilçeleri, kasabaları, köylerine kadar hizmet götürmekteydi. Tabii ki bu hizmetleri karşılıksız kalmadı. İlde öyle bir ün yapmıştı ki ünü il sınırlarını aştı. Ulusal televizyon kanallarında boy göstermeye başladı. Gerçekten de Yaşar Evcen’e herkes hayrandı. Aradan yıllar geçti, Karaman Kitap Fuarında Yaşar Evcen başkanla karşılaştım. Kendimi tanıttım. “Başkanım, gençliğimizin idolüsünüz.” dedim. Sözlerim hoşuna gitmiş olacak ki, kitaplarımdan bir tane almak istedi. “Nasıl Bir Eğitim” kitabımı aldı. Kitap alma işi, işin doğrusu biraz zorunlu oldu. Haklı olarak, tanımıyordu. Sarı çizmeli Mehmet Ağa… Yerel yazar ve şairlerin çıkmış tüm kitaplarını alması, hoş bir davranıştı. Benim de kitabımı almasını istemiştim. Gayretim, çabam “beni de tanısın” arzusuydu. Gayretim, çabam karşılık bulmuştu. Mutlu olmuştum.
Bir hafta sonra Karaman kitap fuarı sona erdi. Aksaray’ın yolunu tuttum. Aradan birkaç gün geçti. Yaşar Evcen, kitabımı okumuş, Facebook sayfasına kitapla ilgili bir sürü güzel şeyler yazmış. Çok mutlu oldum. Karaman’a gittiğimde, kendisini ziyaret ettim. Uzun bir sohbetimiz oldu. Geçmişten, günümüzden konuştuk. Yazar, kitap değerlendirmesi yaptık. Yaşar Evcen, diğer kitaplarımı da okumak istediğini söyledi. Elimde bulunan kitaplarımı posta yoluyla gönderdim. Teşekkür etti. En kısa zamanda okuyacağını söyledi. Dediği gibi de her bir kitabımı çok kısa bir zaman diliminde okumuş. Beni arada tebrik etti. “Çok güzel kitapların var. Her bir kitabını çok beğendim. Akıcı, anlaşılır, ders verir nitelikte; özellikle de “Arap Kızı” kitabın çok hoş, beni gerçekten çok etkiledi.” dedi. “Karaman’a geldiğinde mutlaka yanıma gel!” dedi. Bayram tatilinde, Karaman’a gittiğimde kendisini bürosunda ziyaret ettim. Çok sıcak karşıladı. Yine uzun bir sohbetimiz oldu. Sohbet sonunda kendisinin hayatını yazmamı istedi. Çok mutlu oldum. Üstüme büyük bir yük bindi. Olur muydu? İstediği nitelikte bir eser yazabilir miydim? Büyük bir sorumluluğun altına girdiğimin farkındaydım. Teklifini kabul ettim. Yazacağım kitabın, planlamasını yaptım. Karaman’a gittiğimde görüşmeler, konuşmalar, video çekimleri derken, kitap yazım süreci başladı. Uzun bir çalışmadan sonra nihayet eser ortaya çıktı. Kitabın adı ne olacaktı? “Memleket Sevdası” olsun istedim. Logo Yayınevi'nin de katkıları ile “Memleket Sevdası” çıktı. Güzel bir tanıtımla, okuyucu ile buluştu.
Biyografi romanları bilgi, birikim, bakış açısı ister. Kişisel tahlil önemlidir. Düşünsel olarak da yazılacak kişinin dünya görüşüne yakın olmak, eserin kendi ruhuna yakın yazılması açısından olmazsa olmazdır.
Tabii ki Yaşar Evcen’in yaşam tarzını, dünyaya bakışını, yaptıkları hizmetleri çok iyi biliyordum. Onun içsel dünyasına inmek zor olmadı. Yaşar Evcen; iyi bir Atatürkçü, iyi bir Müslüman, iyi bir milliyetçiydi. Kitabım tamamında bu bakış açısını çok iyi işledim. Okuyucular, “Evet, Yaşar Evcen!” dediler. Benim için büyük bir başarıydı. Olumlu tepkiler, bu işi layığı ile yaptığımı göstermiş oldu. Çok mutlu oldum. Bana böyle bir edebi eseri yazmaya imkân tanıdığı için Yaşar Evcen’e başkanıma çok teşekkür ediyorum. Umarım yerelde belediye başkanlığı yapmak isteyenlere çok güzel bir kaynak olur, yol gösterir. Fikri Sönmez; seksen öncesi Fatsa belediye başkanlığı yapmış bir kişidir. Ülke çapında ses getirmiş bir belediye başkanlığı yapmıştır. Sanırım benim için ilham kaynağı oldu. Neden Yaşar Evcen de Türkiye çapında tanıtılmasındı. Tanıtılmalıydı. Bu konuda bir katkım oldu ise ne mutlu bana.
Edebiyat toplumdan bağımsız, soyut kavramlar değillerdir. İki Şehrin Hikâyesi kitabı; Fransa ve İngiltere’nin hikâyesidir. Fransız İhtilali ve sonuçlarını birebir bize aktarmaktandılar. Kitap okunduğunda o çağda yaşanmış birçok olaya şahitlik etmekteyiz. “Memleket Sevdası” kitabım da okuyuculara, Karaman ve Türkiye hakkında çok şey öğretecektir. Edebiyat, doğruları, toplumsal gerçekleri öğretir. Öğretmeye de devam edecektir. “Memleket Sevdası” kitabında olduğu gibi…
Şehir ve toplum arasında sizce nasıl bir ilişki vardır?
Şehir ve toplum bir bütündür; şehir neyse toplumda odur. O nedenle kişilerin nereli olduğu önemlidir. Ankaralı, Yozgatlı, Urfalı ya da Konyalı olmak büyük anlam ifade eder. Her şehir kendi toplumunu yaratır ya da her toplum kendi şehrini var eder. Diyalektiğin yasası gibidir. Biri olmadan diğeri olmaz. Tarihsel süreçlere bakıldığında da toplumlar ve şehirler büyük anlam ifade eder. Şehirlerin gelişmişlik durumu, konumu, ilkimi birebir topluma zuhur eder. Şehre ve topluma bakarak bir sürü yargılarda bulunabiliriz. Konya bir Karaman değildir; Karaman da bir Konya değildir.
Biyografi türünde eser üretmenin diğer türlere kıyasla farklılıkları nelerdir?
Biyografi, diğer eserlerden çok farklıdır; çünkü biyografide tarihsel bir gerçeklik vardır. Bu gerçeklik, edebiyata çok iyi bir şekilde aktarılmalıdır. Yaşanmamış bir olayı yazamazsınız. Ne ise odur. Kişiyi doğru anlatmalısınız. Her bir bilginin doğru olması şarttır. Burada kurgu yaptım diyemezsiniz. Her bir şey yerli yerinde olmalıdır. Okuyucu bir tarih metni okur gibi okumalıdır. Bir tarihi eserdir biyografi aynı zamanda. Tabii ki bunlar bir edebi dille anlatılmalıdır. Diğer eserler daha kolaydır. Şu günler Yılmaz Özdil’in Mustafa Kemal kitabını okuyorum, o da bir biyografi. Okurken, her bir olayı kafamda sorguluyorum; tarih kitapları ile karşılaştırıyorum. Bu çok önemlidir. Yanlış bilgi, abuk sabuk bir yorum kitabın değerini düşürür. “Memleket Sevdası” kitabı içinde aynı şeyler söz konusudur. Yaşanalar ya da kitapta anlatılanlar tarihle bütünlük taşımak zorundadır. Her bir kişi ve yaşanan olay, yerinde ve zamanında verilmelidir. Biyografi kitapları kendi içinde değerli bir yere sahiptir. Edebi değerinin yanında tarihsel bir değere de vardır. Biyografi kitapları okunmalı, okuyuculara önerilmelidir. Kişiye ve topluma çok şeyler katar.
Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?
Tüm yazarlar, şairler yazdıkları eserler çok değerlidir. Bizi biz yapan, kişiliğimize, düşünce dünyamıza yön veren şair ve yazarlar vardır. Çocukluğumuzda Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Yılmaz Güney, Orhan Kemal, Server Tanilli, Fakir Baykurt, Bekir Yıldız, Ahmet Arif, Nazım Hikmet, Ataol Behramoğlu şuan adını sayamadığım bir sürü yazar ve şair… Düşünsel dünyamızı oluşturdu. Onların kitapları ile bilgilendik, kişilik, kimlik bulduk. Okuma ve yazar serüveni devam etmekte, elime geçen yazarları ayırım yapmadan okumaktayım. Her bir kitabın insan düşün dünyasını çok büyük katkıları var. Her bir bize bir şeyler anlatır. Yeter ki kitaptan uzak durulmasın. Dünya klasikleri okunmalıdır yoksa düşün dünyanız eksik kalır. Her bir eser çok büyük değer inanın. Mutlaka okuyun hem de çok okuyun…
Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?
Kitap deyince, insan her şeyi yazmak istiyor. O kadar çok yazacak şey var ki, bazen yazma konusunda seçim yapmakta zorlanıyor insan. İlk önce sizi çok etkileyen şeyleri yazmak istiyorsunuz. Sonra kafanızı kaldırıp etrafınıza bakıyorsunuz. Önemli gördüğünü konuları ilginizi çekiyor, “bunu mutlaka yazmalıyım” dediğiniz, kafanızda yer ediyor. Son dönemde deprem bizi çok üzdü. Bir arkadaş da depremle ilgili bir hikâye anlattı. Konuyu önemli buldum. Yazmalıyım, dedim. Başladım yazmaya, içinde depremin de anlatıldığı bir roman çalışmasını bitirmiş bulunmaktayım. Umarım okurlar beğenir.
Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Okuyucularım beni çok mutlu ediyorlar. Sağ olsunlar kitaplarımı, köşe yazılarımı okuyor, çok güzel ve olumlu yorumlar yapıyorlar. Tüm okurlarıma çok teşekkür ediyorum, iyi ki varlar…