Kitap adı: KADIN KRALLIĞI, Kitap yazarı: Ricardo Coler, Sayfa sayısı: 162, Kitabın türü: Anı-Mektup-Günlük, Araştırma-İnceleme, Edebiyat, Sosyoloji, Orijinal adı: El reino de las mujeresç Kitabın konusu: Çin' in güneyinde bulunan Mosuo şehri ve burada yaşayan yerli halk Mosuolular; Günümüzde yaşayan son anaerkil topluluk. Arjantinli gazeteci yazar Ricardo Coler bu bölgeye giderek iki ay boyunca Mosouda gözlemler yapıyor aynı zamanda birçok aileye misafir oluyor ve Mosuoluların yaşam tarzlarına ilişkin birçok röportaj yapıp bu sosyolojik çalışmasını kitaplaştırıyor. kitap bu anıların derlenmesi sonucu okuyucuya ulaşıyor Bilmedikleri sıradışı şaşırtıcı bir yaşamın bütün o çok bilindik kaide ve kuralları kadın, erkek, aile, toplum kavramlarını yeniden gözden geçirmemizi sağlıyor yazar bu çalışmayla dünyanin ortasından başka bir dünyadan masallardaki kadar özgürlükler dünyasından kadın eksenli yaşam tarzını bizlere tanıtıyor. Neolitik dönemin henüz bitmediğini anlatan derin bir araştırma yapıyor. Komünal toplum olan neolitik dönemde olduğu gibi Güney Asya’da hala varlığını koruyan bir topluluk yaşıyor.
Ve burada özel mülkiyet, aile gibi kavramların olmayışı yine kadının eşini seçmedeki özgürlüğünün yanı sıra kadınların elinden çıkan yaşam, eşitlik, adalet barış ve huzuru beraberinde getirmiştir . Bu da eşitsizliği yok ederek, son derece özgür kadın ve özgür toplum gerçekliğini yaratmıştır. Yazarımızın da deyimiyle "Burada evlilik denen bir kurum yok. Bu kadınlara göre gayet gereksiz bir kurum. Neden bütün ömürlerini tek bir erkekle geçirsinler ki? Toplumda erkek ast ve yetkisiz. Erkekler, ne yaşadıkları evin ne de bölgedeki herhangi bir malın sahibi olamazlar. Sadece kadınlar için çalışabilirler. Kadınlar, kalacakları yer ile beslenmeleri için gereken yiyeceklerin temininden ve çocuklarının eğitiminden sorumlular. Ekonominin bekçileri onlar. Ailenin bütün mal varlığı sadece kadınlarda. Yasal olarak kadınlar her türlü avantaja sahipler: Soyadı vermek, miras almak gibi haklar kadınlara ait. Kız çocukları anaerkil bu toplumda çok önemli çünkü soyun devamı kız çocuklarla sağlanabilir."
Eserde Bilinmedik ve şaşırtıcı bir dünyaya yolculuk yapan Arjantinli gazeteci Ricardo Coler, Çin'in güneyine giderek Mosuolar ile birlikte yaşadığı iki ayı anlatırken okuyucularına bildiğiniz klasiklere dokunun konfor alanınızdan çıkın başka hayatlar mümkün dedirtiyor. Son anaerkil toplum olarak adlandırılan Mosuoların kadın özgürlükçü dünyasını tanımaktan sizde mutluluk duyacaksınız. Neredeyse her saniyede namus cinayeti, aşk cinayeti işlenirken ve savaşlarda hala ilk vurulan kadınlar iken adeta bir jenoside dönüşen kadın katliamlarının yaşandığı toplumlarda Mousolarin örnek olabilecek yaşam tarzı kadının elinin değdiği hayatlar, dünyalar yaşanılabilir yerlerdir dedirtiyor. Bunu görüp bu katillerin kadını öldürürken aslında tüm yaşamı katlettiklerini görmesi umudumuzdur. Kitabımızın önemli sayfaları arasında yolculugumuza devam edelim bazı safyalari sizlerle de paylaşalım. Kadınlar başka türlü yönetiyorlar. Onların yönetiminde şiddet yok. Kadınlar yönetimde olunca erkekler daha iyi yaşıyor.”
Yine Coler Ataerkil toplumdaki ve Anaerkil Mosuo toplumundaki erkeklerin konumun şöyle karşılaştırıyor: “Erkekler daha az çalışıyor ve bütün gün arkadaşlarıyla oturuyorlar. Her gece başka bir kadınla beraber olabiliyorlar. Kadınlar parayı da yönettiği için, erkeklerin o alanda bir sorumluluğu yok. Ataerkil toplumlarda biz erkekler çok daha fazla çalışıyoruz, üstüne üstelik ev işlerine de yardım etmemiz gerekiyor. Mosuo’da erkeklerin ev işleriyle ilgilenmesine de gerek yok!” Bu toplumda kız çocuk doğurana kadar çocuk doğurmak adetmiş. Çünkü soy kız çocuğundan devam ediyor. BuradaHiç kız çocuğu olmayan arkadaşının durumunu Mosuo toplumundan Sanshie şöyle açıklar;
“Bana acıyla, “Sadece erkek çocukları var,” diyor. Bir bardak çay daha ikram ettikten sonra, konuşmaya devam ediyor ve kendisinin, soyunu devam ettirecek üç kadın doğurduğu için şanslı sayılacağını söylüyor. Tsie’nin tek şansızlığı bütün çocuklarının erkek olması değildi; kız kardeşi de yoktu. Ayrıca Sanshie gibi Tsie de doğurabilecek çocuk limitini üç çocuk doğurarak ayrıcalıklı bir şekilde doldurmuştu.”
–s.30-
Soyun, ataerkil toplumlarının aksine, kızlardan devam eden Mosuolarda kız çocuk önemlidir. Dört gözle beklenen bir oğlan değil soyu devam edecek aslan gibi bir kızdır. Yani Kız çocuğu doğuran kadınlar hakaret işitip üzerine kuma getirilmiyor diyemem ama Mosuolarda evlilik müessesesi yok. Pekin’de üniversite okuyan ve bu toplumun bir üyesi olan Rugeshi Ana evlilik hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getirir.
“Aile kurmak için evleniyorlar. Ben ise tam tersini düşünüyorum; aile olmanın en iyi yolunun kesinlikle evlenmemek olduğunu.” –s.60-
Evlilik müessesinin pek olmadığı bu toplumda Kızlar ergenliğe girdiğinde ona özel bir oda yapılır ve bu oda onun mahremi olur. Ve Kız istediği erkeği o odaya alabilir. Çocuk doğduğunda annesinde kalır. Zaten baba kavramının da Mosuo toplumunda bir karşılığı yok. Erkekler annelerinin evinde yaşıyorlar ve sadece çağrıldıkları gece seçildikleri kızın odasına giderler.
“Mosuolarda “aile”, aralarında doğrudan kan bağı olanlar ve aynı mülkten gelenlerden yani aynı klanın mensuplarından oluşur. Temel kişi evin kadın reisidir. Onunla birlikte aynı evde kendi çocukları, annesi ve annenin hem erkek hem de kız kardeşleri yaşar. Kız kardeşlerinin çocukları ve torunlar da bu grubun birer parçasıdır. Kocalar yoktur. Kadın reis ile doğrudan kan bağı olmayan erkekler başka bir eve aittirler ve başka çatı altında uyurlar. Bu ise, buralarda tanınmayan veya daha iyi bir ifade ile başka bir eve ait olarak değerlendirilen babaların ve dedelerin yokluğunu tamamen açıklıyor. Aynı evde yaşayan erkekler sadece kardeşler, dayılar ve çocuklardır. Batılı bir aile için böylesi çok farklı ama bu o kadar ciddiye alınıyor ki ve öylesine tutucular ki, baba, anne ve çocuklardan oluşan resmi aile fikri büyük sorun olarak görülüyor. “. –s.36-
“Tanınmayan pek çok şeyin bir parçası da baba ve her zaman sosyal sınıfın eksik kalan tarafı. Bir kadın hamileliği belli olduğunda, karnındaki çocuğun gerçek babasının kim olduğunu öğrenmek bile ilgilerini çekmiyor. Eşlerini her gece değiştirebildiklerinden, kimden gebe kaldıklarını ne anlamaya ne de bilmeye önem veriyorlar.” –s.69-
Evdeki erkekler “Her zaman sizi dikkate alılar mı?”
“ “Her zaman beni dikkate alırlar,” diye cevaplıyor, sigarasından uzun bir dumanı dışarı verdikten sonra. “Bir nedenden dolayı eğer karşı çıkarlarsa, sadece beklemem gerekiyor. Bir süre sonra gelip özür diliyorlar.”
– Ben anneyim ve eğer anlamazlarsa onları evlilikle tehdit ediyorum.
– O da nedir?
– Eğer bana itaat etmezlerse onları evlendireceğimi söylüyorum. Bu da gerçekten korku veriyor.
Tsunami Ana’nın çocukları, otuz ile kırk yaşları arasında yetişkin insanlar.
- Peki bu evliliğin hangi yönü onlara korku veriyor?
-Bir yabancı ile yaşamış olacaklar ve her zaman aynı insanla. Üstelik evin geçimini sağlamak için çalışmak zorunda kalacaklar.” –s.74-
“Erkeklerin az iş yapmasından bahseden, onlara gülen ve kendi çocuklarını evlendirmekle tehdit eden, asla onlara ihtiyaç duymayan, ne öğüt ne para ne de bakım isteyen aynı kadın, gecelerini paylaştığı bu erkek ölürken, onun yanında olmak istediğine karar vermiş. Ertesi sabah, hikâyeyi öğrendikten sonra, Tsunami Ana’ya bağışlayıcı ve yiğit olan kadına erkeksi sınırla yaklaşıyorum. Ona şunu soruyorum: “Bir kadın için en iyisi nedir? Pek çok erkek tanımak mı yoksa bir tanesine adanmak mı?” kesinlikle bana net bir şekilde cevap veriyor:
“Sadece bir tane.”
“Neden?”
“Çünkü bunun anlamı şudur: bir kadın, bütün zamanını onunla ilgilenerek geçiren bir erkek için yeterli olacaktır.
Bu da her şeye değer.” “ –s.82/83-Eserimize ilişkin yazarımız ile yapılan bu röportaj aydınlatıcı olacaktır; Sizi bu kitabı yazmaya ve o topraklara sürükleyen neydi?
Buna verebileceğim iki cevap var. Biri görünen, diğeri ise gizli olan. Görünen nedeni; kafamda “Dişinin anlamı ne? Kadın olmak nedir?” gibi sorular vardı. Çünkü bizlerin “kadın” için net bir tanımlamamız yok, buradaki kadınlar kadının, dişiliğin ne demek olduğunu bilmiyorlar, unutmuşlar. Biyoloji bile henüz kadını tanımlayabilmiş değil. Kadınların egemen olduğu bir topluma giderek, “kadın” nedir sorusuna cevap bulabileceğimi, bildiklerimi kontrol edebileceğimi düşündüm. Mosuo'daki kadınlar kadının, “dişiliğin” ne demek olduğunu tam anlamıyla biliyorlar. Bu yolculuğun gizli nedeni ise adı üzerinde gizli, söyleyemem! (Gülüyor) Aslına bakarsanız nedenini gerçekten bilmiyorum. Sadece oraya gitmeye karar verdiğimi hatırlıyorum. Dile getirebileceğim bir nedeni yok. İçgüdü diyebiliriz.
Orada, o insanlarla yaşamak nasıldı? Nasıl bir ortamla karşılaştınız?
Öncelikle, ataerkil bir evden çıkan biri olarak oldukça şaşırdım. Sabahları erken kalkıyordum. Evin kadın reisi, herkese direktifler vererek yapmaları gerekenleri söylüyordu, erkekler işe gidiyordu. Yapmak zorundalardı. Evin kadın reisi erkeklere küçümseyerek bakıyordu, aynı şekilde bana da. Evin tüm kontrolü kadındaydı. Mesela kocası bir yere gidecek, karısından para istiyor. Tüm para kadının elinde. Fakat bir diğer taraftan diyebilirim ki anaerkil toplum, erkekler için tam bir cennet! Yapmanız gereken tek şey kadınların reisliğini kabul etmek. Biz erkekler şanslıyız çünkü daha az çalışıyoruz, sorumluluğumuz yok, istediğimiz zaman kadınlarımızı değiştirebiliyoruz, en önemlisi de tüm hayatımız boyunda annemizle yaşayabiliyoruz. (Gülüyor) Asıl çalışan kadınlar. Batıdaki toplumlarda da kadınlar çalışıyor biliyorum fakat bu tür yerlerde kadınlar “çalışmakla eş değer durumda.. Çok çok çalışkanlar. İnanın nedenini bilmiyorum ama çalışkan bir kadın, erkek için çok seksidir.
Sizi en çok şaşırtan ne oldu?
Çok ilginç bir olay yaşadım, onu anlatmak istiyorum. Öğle yemeği için bir ailenin yanına gitmiştim. Yemekten sonra ayağa kalktım ve bulaşığımı yıkamaya başladım. Çünkü anaerkil bir toplumda olduğumu ve bunu yapmam gerektiğini düşündüm. Ama bulaşıkları yıkamama izin vermediler. Evin reisi kadın, tüm mal varlığı kadına ait, anneden çocuklara geçiyor mal varlığı (kıza yani)... Tüm ayrıcalıklara sahipler ancak her kadının hayal ettiği böyle bir toplumda, erkeğin önüne yemeği koymak, ona hizmet etmek gibi eski gelenekler hala devam ediyor ve buna çok önem veriyorlar. Bundan hiç rahatsızlık duymuyorlar çünkü kendilerini köle gibi görmüyor, hissetmiyorlar. Benim kalkıp da bulaşığımı yıkamaya çalışmam onlara çok ters geldi. Oysa ki ben hoşlarına gideceğini düşünmüştüm.
Bu toplum, ataerkil toplumdan tamamen farklı diyemiyoruz o halde?
Kesinlikle, anaerkillik ataerkilliğin tam tersi demek değil. Kadınların sözü geçiyor her konuda ve toplumu çok farklı bir şekilde yönetiyorlar bu doğru. Onları ataerkil toplumdan ayıran en önemli özellikleri şiddete asla izin vermemeleri. Onların toplumunda, yönetim şekillerinde, yaşantılarında şiddete yer yok. Tabii ki erkekler arasında kavgalar oluyor. Bizler bunu rahatlıkla anlayabiliyoruz ama orada iki erkeğin kavga ettiğini gören kadınlar durup bakıyor ve “Neden kavga ediyor bu insanlar”diye düşünüyorlar. Kavga etmek, onlar için utanç duyulacak bir şey. Bir diğer özellikleri de, toplumsal ve ailevi bağlarının, birbirleri ile olan ilişkilerinin, dayanışmalarının çok daha kuvvetli olması.
Anlattığınız toplum erkekler için olduğu kadar kadınlar için de bir cennet. Peki bunu elde etmek mümkün mü? Feminist mücadeleyle bu başarılabilir mi?
Sanmıyorum, çünkü bence özellikle feminist hareketin içindeki kadınlarda, kendilerini erkek davranışlarıyla özdeşleştirme gibi bir eğilim var. Biliyorsunuz ki Güney Amerika'da birçok kadın başkan, başbakan var. Arjantin, Şili, şimdi de Brezilya. Örneğin, İngiltere'de Margaret Thatcher vardı ve o belki de gördüğüm en “ağır erkek”ti. Giysilerinden tavırlarına kadar, kadından çok bir erkeğe benziyordu. Anaerkil toplumda “kadınlık”, “dişilik” ne demek, tam anlamıyla görüyorsunuz. Oradaki kadınlar dişiliklerini sonuna kadar hissediyorlar. Çok farklılar.
'ERKEKLER HALLERİNDEN MEMNUN'
Fakat kitapta yazdığınıza göre Mosuo'da belediye başkanı bir erkek...
Evet öyle. Çünkü güce, devlet idaresine önem vermiyorlar. Başkanın görevi, dış ilişkileri yürütmek, idari sorunları halletmek. Hiçbir değeri yok kadınların gözünde. Onunla birlikte köyde yürüdüğümüzde kimse selam dahi vermiyordu ona. Peki oradaki erkekler durumun farkındalar mı? Dünyanın başka yerlerindeki erkeklerle aynı konumda olmadıklarının bilincindeler mi? Evet bunun farkındalar ve bundan gurur duyuyorlar. Çünkü anaerkillik onların kültürünün bir parçası. Yaşantılarından çok memnunlar ve değişmek gibi bir düşünceleri olduğunu sanmıyorum. Hallerinden çok memnunlar. Değiştikleri taktirde sorumluluklarının artacağını, daha çok çalışmaları gerekeceğini biliyorlar ve tabi ki bunu istemiyorlar. Kim ister ki...
Oradaki kadınların şiddetten çok uzak olduklarını ve bunu utanç verici bir şey olarak gördüklerini söylediniz. Ancak son yıllarda gerçekleşen şiddet olaylarına baktığımızda, kadınların da en az erkekler kadar cinayet işlediğini, şiddet uyguladığını görüyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
“Kadın olmak” ve “dişilik” aynı şey değil. Kadınların davranışları ve konuşmaları erkeklerle aynı olabiliyor. Bence bu bahsettiğiniz kadınlar erkeklerin düşüncelerini takip ediyorlar, onları taklit ediyorlar. Çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, dünyadaki politik, ekonomik yönetim mekanizması kadınların elinde olsa, tabii Mosuo kadınlarındaki gibi kadınlardan bahsediyorum, her şey çok daha farklı olurdu. Olumlu yönde elbette. Kadınların içinde bulundukları durumun, erkek egemen toplumdaki problemlerinin en büyük nedeni ne size göre? Erkek gibi olmaya çalışmaları! Tabi ki bunun nedeni de, toplumun erkeğin kurallarına göre yönetilmesi.Bütün kadınların derdi aynı mı?
Kadınlar kendilerine hayranlık duyulmasını istiyorlar. Bu onlar için çok önemli bir şey ve evliliğe hiç sıcak bakmıyorlar. Çünkü evlendiğiniz takdirde bir taraf, diğer tarafa geçiyor ve artık o aileyle birlikte yaşamaya başlıyor, onlar da bunu istemiyorlar. Onlara göre aile olmak sadece kan bağı ile sağlanıyor, başka bir insanın o ailenin içine girmesiyle değil. Evlilik yürümüyor, erkek, aileyi sonsuza dek sürdüremiyor. Bana “Eğer sonsuza kadar sevilmek istiyorsan, asla evlenmemelisin” dediler. (Gülüyor). Ne kadar basit bir cevap düşünsenize. Aile konusunda çok ciddiler, aynı şekilde aşk, sevgi konusunda da. Evlilik hep aynı adamla seks yapmak, çocukları, ekonomik sıkıntıyı, aileyi paylaşmak demek ve onlar böyle bir şey istemiyorlar. Bu toplumdaki insanlar, güzel bir aile kurmanın ve sonsuza kadar sevilmenin yolunu bulmuşlar!
'KADIN YÖNETİMİNDE HER ŞEY DAHA FARKLI'
Kadınların sürekli bir anlaşılamama durumları var. Peki Mosuo'daki kadınlar ve erkekler birbirlerini anlıyorlar mı? Hayır hayır, kesinlikle birbirlerini anlamıyorlar ve zaten anlamaya çalışmıyorlar. Çünkü bu tarz toplumlarda yani anaerkil toplumlarda kadınlar, biz erkeklerin sınırlarını biliyorlar ve kapasitemizi aşmamızı beklemiyorlar! İşte bu kadar basit. Erkeklerden problem çözmelerini beklemiyorlar, vemeyecekleri şeyi istemiyorlar. Karşılık alamayacaklarının bilincindeler. Bu yazmış olduğunuz kitap, anlatıklarınız bir cevap verebilir mi, bir çıkış yolu gösterebilir mi erkeklere?
Emin olun göstermez! Yani siz sadece oradaki yaşantıyı mı göstermek istediniz?
Farklı aile yapıları, ilişkiler olduğunu gösterdim, kimsenin kimseyi öldürmediği, öldürmek istemediği bir toplum olduğunu gösterdim. Sürekli ağlayan insanlar yok orada. Ekonomik olarak da çok güçlü durumdalar. Günümüzde en büyük problem sadece politika, siyaset değil. Cinsiyet problemi çok önemli. Dünyanın en büyük problemlerinden biri bu ve buna bakmamız gerekir. Bu kitapta, yönetim kadınların elinde olunca her şey nasıl daha farklı oluyor bunu gösterdim. İnsanlar böylesinin de mümkün olduğunu görmeli. Benden kadınları çözmeye yönelik bir cevap bekliyorlarsa bunu veremeyeceğimi söyleyebilirim. Çünkü bu mümkün değil.
Deniz Boyraci