Edebiyat sanatı bir yazma ve okuma etkinliği olarak kabul edilir. Edebiyata toplumsal boyutunu katan gelişmelerden biri matbaanın icadı olmuştur. Sanayi devriminin gelişmesiyle birlikte kâğıdın baskı makinesine girip yazılı metin hâline gelmesi bilginin tüm topluma yayılmasını sağladı.Teknoloji devrimine kadar uzun bir süre Batıda kitap, dergi, gazete gibi basılı ürünler, toplumun bilgi alışverişinde etkili oldu. Basılı ürünleri okumak, kuşaktan kuşağa aktarılan bir alışkanlık hâline geldi. Basılı kâğıdın kokusunu duymak, o kâğıttaki bilgi kadar önemli sayıldı. Batı toplumlarında kitap okumak, yazmak; kültürlü, görgülü olmanın bir alameti kabul edildi.
Kitap okuma kültürünün yerleşmesi Avrupa’da yüzyıllar süren bir süreç içinde oldu. Giyim kuşam gibi, yeme içme gibi bir alışkanlık haline gelmesi, bilginin kuşaktan kuşağa aktarılarak güç hâline gelmesini sağladı. Matbaa bize batıdan iki yüzyıl sonra geldi. Gelir gelmez de batıdaki gibi kullanılmadı. Cumhuriyet dönemine kadar daha çok dini yayınlar basıldı. Cumhuriyet’in aydınlanmacı felsefesiyle birlikte bilgiye ulaşmak kolaylaştı. Okuma yazma seferberlikleri, okulların yaygınlaşması, orduda kurulan, okuma yazma öğreten Ali okulları, okuma kültürünü yaygınlaştırdı. Matbaanın geç gelmesinden kaynaklanan geri kalmışlık yavaş yavaş ortadan kalkarken yeni bir sorunla karşı karşıyayız.
Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte yazılı basın yerini bilgisayar ve telefonlara bıraktı. Z kuşağı ve ardından gelenler okumayı bilgisayar, tablet ve telefonlardan yapıyorlar. Gençlere göre internetin ucuzlamasından dolayı ekrandan okuma yapmak daha hesaplı. Gençlerin ebeveynleri olan yetişkinler ise ekrandan yapılan okumanın yetersiz olduğu görüşündeler. Onlara göre çocukları kitap okumuyor, okuyormuş gibi yapıyor. Gerçek okuma yazılı metinle olur. Öğretmenlerin çocukları daha çok yazılı metinden okumaya teşvik etmesini istiyorlar. Öğretmen, çocuğu yazılı metin okumaya zorlamalı. Yazılılarda kitap sorusu sorarak, kitap okuma saati yaparak, özet isteyerek çocuk kitap okumaya zorlanmalı. Ebeveynlerin genel görüşü böyle.
Korona döneminde evden ders görerek teknolojiye bağlanan çocuklar artık kitaba para vermek istemiyorlar. Neyi okumaları isteniyorsa internetten okumak istiyorlar. Dostoyevski mi okunacak, Orhan Pamuk mu okunacak, kim olursa olsun yeter ki internetten okunsun. Ekranın sık kullanılmasından kaynaklanan dikkat eksikliği, göz rahatsızlıkları, oturma bozukluklarından kaynaklanan sırt rahatsızlıkları çocukların umurunda değil. Derslerde bilgisayar kullanımının yasaklanması tartışılırken sınıflarda akıllı tahta dediğimiz tahta büyüklüğündeki bilgisayarların yaygınlaşması, ödevlerin whats app üzerinden gönderilmesi gibi uygulamalar yasaklama işinin o kadar da kolay olmadığını gösteriyor. E kitap,sesli kitap gibi uygulamalar yaygınlaştıkça kitap basımı işi zorlaşıyor. Kâğıdın matbaaya gidip kitap, gazete, dergi olarak insanlara sunulması günümüzde masraflı bir iş hâline geldi. Yayıncılar satılacağından emin olmadıkları metinleri basmak istemiyorlar. Kâr getirmeyecek bir işe girmek riskli bir davranış gibi görünüyor.
Ekonomik olarak önlerini göremeyen yayıncılar, maliyeti azaltmanın yollarını arıyorlar. Paulo Coelho’nun “Okçu’nun Yolu” adlı kitabı 26 sayfa olarak basıldı ve 26 TL’den satıldı. Bu bir ticari zekâ mıdır, kurnazlık mıdır yoksa faydalı bir iş midir? Tartışmaya açık bir konu.
Yayıncılar teknolojik gelişmeler ile ekonomik sıkıntılar arasında sıkışmış durumdalar. Harcamalarının üstüne kârlarını koyup satmaya kalksalar satacak müşteri bulamıyorlar. Gazetelerin durumu biraz farklı. Basılı gazetelere para verip almayan toplum, aynı gazeteleri internetten okuyor. Gazete patronları için değişen bir durum yok. Onlar kârlarını yazılı ürünlerden değil de internet satışından sağlıyorlar.
Okuma kültürümüz hiçbir zaman çok güçlü olmadı. İster yazılı eserler olsun isterse e kitap olsun okuma düzeyimiz yeterli değil. PİSA gibi uluslararası sınavlardaki başarı düzeyimizin düşüklüğü okuma kültürümüzün düşüklüğünden kaynaklanıyor. Okuduğunu anlayamayan çocuk matematik sorularını , fen derslerinin sorularını anlayamıyor. Anadili olan Türkçeyi kavrayamayınca yabancı dili hiç öğrenemiyor. Yarım sayfalık bir paragrafı okuyup anlayamayan çocuk derslerin çoğunda başarısız oluyor. Okumadan kelime dağarcığına sahip olmak, genel kültür sahibi olmak mümkün değil. Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal binlerce kelimeyle yazan aydınlarımız… Ellerinde her türlü teknolojiyle yaşayan çocuklarımız ise yüzlerce kelimeyle konuşuyorlar. Demek ki teknoloji onların dil gelişimini sağlamıyor. Yaşadığımız sorunları sadece biz yaşıyoruz zannediyoruz. Bu gerçekçi değil. Batı toplumları da aynı süreçlerden geçtiler. Onların sorunlarını nasıl çözdüklerine odaklanmamız bize fayda sağlayabilir. Bizim sorunlarımız bize özgüdür, çözümü de bizdedir diyorsak edebiyatın teknoloji ile olan sınavında başarılı olabilmek için kafa yormak zorundayız. Çocuklar, gençler bizim geleceğimiz… Cahil nesiller yetiştirmek istemiyorsak onlara biraz daha çok kulak vermemiz lâzım. Sorunlarını çözmelerine destek olmamız lâzım. Nitelikli okumalar yapmaları için ,nitelikli kuşaklar olmalarını sağlamak için her birimizin bir rehber öğretmen olması lâzım.
Okumayan toplumlar, okuyan toplumların gerisinde kalmaya mahkûmdur. Çağdaş ulusların gerisinde kalmak istemiyorsak okumalıyız. Bu okumayı basılı bir kâğıttan mı yoksa cep telefonundan mı yapacağız? Bu sorunun cevabını çocuklarımızla birlikte, en doğru cevabı bularak vereceğiz. Yazımı Yunus Emre’nin dizeleriyle bitiriyorum: İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır