Toprağa bulanmış ellerini birbirine sürterek çamurdan olabildiğince arındırmış, çömeldiği yerden doğrulup ağrımaya yüz tutmuş belini geriye doğru esneterek rahatlatmıştı. Bulutlar, içinde bulundukları sonbaharı temsilen güneşin önünü kapatıyor; gündüz vakti yeryüzüne gölge düşürüyordu. Bileğindeki siyah tokayı saçlarını toplamak için kullandığında bu eylemi daha yeni yapıyor olduğu için kendine kızmadan edemedi. Sürekli kulağının arkasından kurtulup önüne savrulan saçları, görüşünü kapatmış dolayısıyla bu işteki verimini de düşürmüştü.
Pek alışık değildi saçlarını toplamaya, genelde onları hür bırakır; yüzünü belli oranda kapatıyor olmasından memnuniyet duyardı zira dış görünüşü genç kızın beklentisini karşılamıyordu. Yüzüyle orantısız duran büyük burnunu, onu yetişkin bir kadın olarak gözükmekten alıkoyan yuvarlak yüz hatlarını saklayabilmek gibi bir seçeneği-ya da şansı demek daha yerinde olurdu-varken onu özgüvensizliğine karşı bir kalkan olarak kullanmak işine geliyordu. Yalnız yüzünü değil, bu dünyada sadece ismiyle var olmayan benliğini de etrafındakilerden saklıyordu. Evinin küçük bahçesinde vakit geçirmeye henüz birkaç aydır başlamıştı. Başlarda toprağa, ağaçlara ve çiçeklere karşı bir ilgisi olduğundan habersizdi fakat kendini tanıma yolculuğunun hala başlarında olan biri için bu durum garip sayılmazdı; önemli olan bu süreci "Ben buyum." diyebileceği noktaya kadar ilerletebilmek, bu hayattan göçüp giderken dünyayı ve kendi dünyasını keşfetmiş olabilmekti. Krem rengi bahçıvan tulumunun ön cebine koyduğu mor sardunya çiçeğini kokladı. İki parmağının arasında, belki de dalından koparıldığından bir haber yaşama tutunmuş bu çiçek genç kız için anlamlıydı. Klasik sebeplere dayanmış türden bir anlam ifade etmiyordu üstelik.
Ne çocukluğunda annesine sarıldığında ciğerlerini dolduran kokuyu anımsatıyor ne de sevgilinin sunduğu aşkı temsil ediyordu.
Sonbaharda dökülen yapraklara inat açan sardunyalar genç kızın hayat dinamiğini kökünden sallamış ve tümden yıkılmamak adına birtakım esnetmeler yapmasına olanak sağlamıştı. Herkesin "Bitti. Yolun sonuna geldik." dediği noktanın aslında kimileri için bir başlangıç olabileceğine dair genç kızın yüreğine umut tohumları serpilmiş, bu tohumlar sonbaharın sert rüzgarlarıyla can bularak birer sardunya çiçeği oluvermişlerdi. Çabası ve inancıyla beslediği bu çiçekleri bahçesine de ekmeye karar vermiş olduğundandı tüm gününü toprakla geçirmiş olması. Başının hemen üstündeki kara bulutlardan yükselen gürültü ile irkilmiş, gözlerini gökyüzüne çevirdiği anda alnına damlayan yağmur damlası ile tebessüm etmişti. Toprak ıslandıkça yükselen koku, yağmurlu günlerde en sevdiği ayrıntı olabilirdi; yaşamı, yaşamayı anımsatan her olay onu derinden etkiliyordu ve hayatı böylesine içten, birebir, olduğu gibi idame ettirmekten haz duyuyordu. Yağmurun şiddetleneceğini haber veren gök gürültüsünün ardından duyduğu adım sesleri ile sol tarafına döndü. Küçük bir kutuyla beraber dikiliyor olan genç adam hava durumunu sıkı takip ediyor olacak ki şemsiyesinin altında hiç ıslanmadan duruyor, genç kızın bir metre ötesinde öylece dikiliyordu.
"Sana bir hediyem var." dedi sonunda sessizliği bozarak. Yavaş adımlarıyla karşısında kirli bahçıvan tulumu ile dikiliyor olan kıza yaklaşırken bakışları durmadan onun üzerinde geziniyor, alışık olmadığı görünüşünü incelemekten geri durmuyordu. Çamur olan spor ayakkabısı genç kızın parmak uçlarına vardığında duraksamış, şemsiyesi ile birkaç saniye önce başlamış olan sağanaktan koruyabilmişti kendine nazaran kısa kalan bedeni. Genç kız yakınlıklarının vermiş olduğu huzursuzlukla derin bir nefes aldı, göz teması kurmamaya çalışarak kendisine uzatılan kutuyu açtığında beyaz pamuklar üzerinde bulunan çiçek tohumlarını görmeyi beklemiyordu. Anın verdiği şaşkınlıkla parlak gözleri donuk kahverengilerle buluşmuş, genç adamın heyecanla şemsiyeyi tutan parmaklarını sıkılaştırmasını sağlamıştı. "Zambak çiçekleri. Bahçene dikmeni istedim." Heyecanla dökülen kelimelerine karşılık genç kızın yüzünde o an için genç adamın anlam veremeyeceği türden bir gülüş belirmiş, yağmurun verdiği serinlikten daha fazla üşüterek bacaklarını titretmişti. "Zambaklar yazın çiçek açar." Genç kız buz gibi sesiyle karşısındaki bedenin sıcak nefesine zıt kalacak kasırgalar yaratmış, geriye doğru bir adım atarak şemsiyenin altından ayrılmıştı. "Geç kaldın." dedi, duraksadı ve bir kez daha kendi kendine gülümsedi. Genç kızın dudaklarını kıvıran bu etkinin mutluluk kaynaklı olmadığı barizdi fakat genç adam onun bu beklenmedik, soğuk tavrına fazlasıyla şaşırdığından bu ayrıntıyı kaçırıyor, genç kıza hiç hak etmediği bir konuda kırılıyordu. "Mevsimi çoktan geçti." Yağmur damlaları altında, geçen zamanın ardında bıraktığı artıklardan arındığını hissediyordu genç kadın.
Onunla bir yüzleşme yaşayamamıştı, bir zamanlar bu anı geceleri uykusuz kalmayı göze alacak kadar beklemişti fakat şimdi karşısındaki adama söyleyeceği birkaç cümle için dahi güç bulamıyordu içinde. Ona olan sevgisi her zorluğu aşar, her yanlışı düzeltir sanıyordu; öyleyse göğsünün tam ortasında hissettiği boşluğu nasıl tanımlardı? İyi ya da kötü olarak anlamlandırabileceği hiçbir şey hissetmiyordu. Tanıyamadığı, isim veremediği hislerden de iz yoktu, ne ona söyleyebileceği bir kelimeye ne de aşkını sunabileceği kaçamak bir dokunuşa sahipti. "Telafi etmeme izin ver." dedi genç adam, hayal kırıklığını tüm benliği ile karşısındaki kadınla paylaşıyordu; yine de bu üstünkörü çabasının ve hayal kırıklığının miladı çoktan dolmuştu.
Genç kadının sevgisinin sonsuzluğuna inanmış, inancı onu zamanla bencilleştirmiş hatta sevgisini gün geçtikçe yüreğinde büyütmeye devam eden kadına karşı nankörleşmişti. Şimdi yine aynı kadının bahçesinde yağan yağmurdan bile ıslanmaktan korkan bir halde dikiliyor, çoktan kaçırmış olduğu şansı dilenirken dahi kibrinden vazgeçmiyordu. Süregelen sessizlik, karşısındaki adamı zehirli kelimeleri ile yaralamak istemeyen kadının bir tür cevabıydı; şimdi kabullenme süreci genç adam için en baştan başlıyordu.