Vedalar yerine, vuslatları ister gönül… Gel gör ki bazen ne seninle, ne sensiz döngüsüne giriyor insan. Defalarca deniyor, deniyor ama her seferinde başa dönüyor. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir noktada doğru adrese götürecek otobüsü bekler gibi bekliyor insan, emek verdiği için sabırla… Gelmeyecek otobüsü bekledikçe alışıyor insan, beklemeye de otobüs durağında öylece olma haline de. Öyle bir sebatla bekliyoruz ki otobüs gelmese bile, başka vasıtaları kullanarak gitmeyi umduğumuz yerden daha iyisine bile gidebilme fırsatını ıskalıyoruz…Nihayetinde, bekledikçe bekleme haline, yoruldukça “o kadar bekledim, dur şimdi pes etmek olmaz” iç sesine tutuluyoruz. Sadakatle o işlevsiz otobüs durağında beklemiş olmak, daha da umutlandırıyor bizi, o durakta da bir gün hayatın canlanacağına, ekilen tohumların meyve verip yeşereceğine dair, ta ki umudumuzu kaybedip pes edene kadar. Sahi, insan sevilenden vaz mı geçer, pes mi eder?
Vazgeçmek, insanın kendisini önceliklendirdiği nispeten makul bir noktada kendi yoluna gitmesi iken; pes etmek insanın kendisinde ne var ne yoksa verip, tüm kaynaklarını tüketip artık verilecek bir şeyinin kalmadığını tüm hücreleriyle anladığı ve umudunu kaybettiği o hüzünlü an…İşte, o an gözünü de gönlünü de uzun zamandır alamadığı ile helalleşerek bir başka zaman ve yolculukta kendisini yeniden doğuracağını umarak gider insan…
Biriktirilen anılara uzaktan bakıp, “iyi ki” dedirten hafif yürek burkan ama insanı en çok kendisine yaklaştıran, bambaşka hasatları getirecek bir mevsiminin başlangıcıdır o an. Benden öte benleri, bulma yolculuğunda bir adım daha ileriye atılan adımlar hep o anlarda gelir. Bunca hüzne, yürek burukluğuna değer mi? Değer. İçinde sevgi ve içten paylaşım olan her şey için değer, tek taraflı da olsa, karşılıklı da olsa, fark etmez… Veren gönül genişler, evrenle başka tür iletişim kurar.
Tamamen vedalaşmak mümkün mü peki sevdiklerimizle, bir zamanlar ilişkide, iletişimde olduklarımızla…
Ardımızda bıraktığımızı sandığımız herkes aslında geleceğimizde de vardır bir şekilde, kimi zaman alınan derslerle, kimi zaman onarılan yaralarla, kimi zaman açılan yeni yaralarla… O nedenle, her veda içinde başka bir tamamlanmayı, üzerimizde taşıyacağımız izlerle geleceğe yürümeyi de getirir beraberinde. Her temas, Rodin’in mermer parçasından yonta yonta muazzam heykelleri ortaya çıkarışı gibi, bizdeki fazlalıkları da yontarak, içimizdeki sanat eserini, özümüzü ortaya çıkarmak için payımıza düşen kutsal dokunuşlardır bence. Olaylar, insanlar, deneyimler tarafından mermer gibi yontula yontula, olma halleri arasında yolculuk yaparak kâmil olmak değil mi yaşam amacı…
Bu nedenle, üzerimde çalışan gelmiş geçmiş ve gelecek olan tüm heykeltıraşlar için müteşekkirim.
Aşk ve sevgiyle yeni kavuşmalara, buluşmalara, paylaşımlara, deneyimlere…