Yazar Güz: Matruşka

“Beni gör, beni duy” dedi kadın. Erkek ise, “Duyuyorum, görüyorum.” diye çaresizce fısıldadı. Kadın tekrarladı “beni anla”.

Erkek “anlattıklarını anlıyorum” dedi sarılarak kadına. Kadın düşündü “hayır anlamıyor, anlayamıyor, anlaşılmak bu kadar zor mu? Üstelik anlamadığını kabul etmek yerine, hala ısrarla reddediyor beni anlamadığını…” 

Yazar Güz: Matruşka

Hepimiz zaman zaman bu gibi diyalogları eşimizle, sevgilimizle, ebeveynlerimizle, çocuklarımızla yaşamışızdır. Anlaşılmak, fark edilmek, yürekten duyulmak bu kadar mı zor? Ne kadar kolay gibi geliyor oysaki! Anlat kendini karşı taraf dinlesin, o da anlatsın kendisini, bizde onu dinleyelim. Mis gibi bütün problemler çözülür gibi geliyor dışardan bakan gözle, öyle değil mi?  Gel gör ki, günlük hayatta işler hiç de öyle işlemiyor. 

Anlaşılmak, kendini anlatmak maalesef bazen kolay olmuyor.  Kendimize bile saklı kalan, farklı koşul ve dinamiklerde ortaya çıkmak üzere tetikte bekleyen matruşka misali açıldıkça içimizden çıkan hepsi birbirinden apayrı, fakat aynı bütünün bir parçası olan kimi karanlık, kimi aydınlık yanlarımızı kendimiz fark edip, anlayıp, kabule geçiyor muyuz?  Dışladığımız gölge yanlarımızı, kendimize bile itiraf etmekten korktuğumuz taraflarımızı bir başkası nasıl anlayıp, kapsayıp hoş görsün! 

Kimi zaman, farklı deneyim ve koşulda kendi kendimizi bile şaşırtırken, alamam sandığımız riskleri alır bulurken birden kendimizi, asla bırakamam sandıklarımızdan vazgeçerken, korktuğumuz zorlu durumlar başımıza geldiğinde bir kaplan edasında güçlenerek çıkarken içinden, “ben” diye tanımladığımız şeyin ne kadar değişken ne kadar dinamik ve esnek bir tanıma oturduğunu gerçekte fark etmemek mümkün mü?  Kendini tanıma yolculuğu öyle bir yolculuktur ki hayatın ilk nefesinde başlar, ömür boyu sürer; bazen incindiğimiz duraklarda, bazen kendimizi zirvede hissettiğimiz mevkilerde, bazen en sevdiğimizin cenaze töreninde, bazen çok sevilenden vazgeçilen anda, bazen en büyük hayalimiz gerçekleştiğinde, bazen en sırtımızdan hançerlendiğimizi hissettiğimiz anda… Öğrenerek, dönüşerek, değişerek, esneyerek, kapsayarak, azaldığımızı sandığımız anlarda ironik bir şekilde çoğalarak… İnsan kendisini tanıdıkça tüm diğer insan olma hallerini, başkalarının yaşam  yolculuklarını daha anlar tanır,  kapsar kıvama geliyor.  İşte, o noktada başlar tanış olma halleri. 

Bana sorarlarsa, biz bu hayata kendimizi tanımaya, kendi insan olma hallerimize şahitlik etmeye geldik. Ancak,  günlük hayatın koşuşturması içinde, illüzyonist uyaranlara kapılıp, ego, hırs, çocukluk şemalarımızın, alışkanlıklarımızın ve toplumsal yönlendirmelerin etkisiyle ihtiyaç, öncelik, zorunluluk sandıklarımızla oyalanarak, yaşam mücadelesi ve koşuşturması olarak tanımladığımız şeylerle ömrü tüketmekle meşgulken, en çok uzaklaştığımız kendi özümüz değil mi? Biz kendimize bu kadar uzak düşmüşken, âşık olduğumuz o kişi bize ne kadar yakın olabilir? Bu mümkün mü? 

İnsan olma hallerimize farkındalıkla daha yakından bakıp, her halimizi sevgiyle kucaklayıp, kendi içimizde tam ve bütün olmanın doyumuyla, özümüzü gerçekten gördüğümüz günlere, hallere neşe, sevgi, coşku ve aşkla varmak üzere…

Yazar Güz


1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447