Siyaset gündeminin ana konularından biri haline gelen Selahattin Demirtaş Devran adlı kitabi ile bu ay ki kitap yolculuğumuza devam ediyoruz. Yüzyılımızın çözülemeyen sorunu olan Kürt sorunu 21 yy. in ilk çeyreğinde hala günceliğinden hiç bir şey kaybetmemiş. Kürtler ise aradığı insanlığı bulamıyor diyor Demirtaş. 90 'lı yıllarda faili meçhuller, köy yakmalar, hak ihlalleri had safhadaydı bu zulmü anlatırken dahi insan insanlığından utanıyor, ama bu zulmü yaşatanların öyle bir sorunu yok maalesef...
Bunu onlara hatırlatmak ve yaşananları unutmamak için sayın Demirtaş çok ince mizanseniyle yaşanmışlıkları Devran ile toplum hafızasına ışık tutmuş . Zaten yaşattıklarını barbarlığı anlattığı için şu an cezaevinde. Son 40 yıldır ülkemizde yaşanan durum bu; Varlık ve yokluk mücadelesi... Varsın ama dilini konuşamıyorsun varsın ama kültürünü yaşayamıyorsun, yoksulsun, eziliyorsun, dilin kültürün inkar ediliyor ve yok sayılıyorsun! Öte yandan yoksun deniliyor ama düşmansın, ama en tehlikelisin ve acımasızca bir diğer kesimle kutuplaştırarak üzerine düşman diye boğaya kırmızı şalı gösterir sana saldırtıyor . Kürtlerin bu ülkede son kırk yıldır yaşadığı bu handikabı özetlemeye çalışan sayın Demirtaş "in Devran isimli kitabını tanıtacağız sizlere, aslında her hikayesinde sizde varsınız gelin Demirtaş'ın kaleminden kendinizi okuyun.. Eserdeki her hikaye anlamlı mesajlar içeriyor; Selim Bey; hikâyesinde sizce kaç tane Selim vakası yaşanmış o hazin topraklarda, Peki Selim bey gibi kaç kişi bu yüz kızartıcı suçuyla yüzleşmeye çalıştı? Selim Bey gibiler söz verdimi bir daha bu olaylar yaşanmayacak diye, Suçsuz sebepsiz kimse öldürmeyecek diye? Sizce sadece o haksızlığa uğrayan köylünün çoban oğlu mu öldürüldü? Hayır kimlik hak adalet insanlık mücadelesi veren binlerce Kürt genci savaş kuralları çiğnenerek işkencelerden geçirildi, haksız hukuksuz yargılandı. Zindanlarda çürütüldü, bazen de yargısız infaz edildi. Kobayda: Çözümsüzlük noktasında içine düşülen hataların tekrarı çözüm değil çözümsüzlüğün kendisi olmuş, hatalarımızdan ders çıkaramamanın bedelini veriyoruz mesajı veriliyor. Kimdir bu hataları yapanlar? Hataların bedelini kimler ödüyor? Baranın Beşiği; Kimler sorumlu ölümünden?
Baran, bebek yaşta neden kendisinin yaşadığı bereketli toprakları bırakıp göç yollarında ailesiyle beraber hayatından oldu. Baran’ın topraklarının nimetini kim yiyiyor ki? Baran yoksulluktan öldü? Kapkaç: Neden kapkaççı olur bir insan? Ayrıca bir insan yoksul ise bile kapkaççı mı olunur yoksa devrim ve mücadele yolunu seçip aç bırakanlarla mücadele mi etmeli? Okuyunca, Siz karar verin. Cizre'de: Aslında bodrumlarda tüm insanlık öldü. Canlı yayında tüm dünyanın gözleri önünde katliam yapıldı. O gün orada toplumun her kesiminden insanlar vardı Genci, devrimcisi köylüsü, yerlisi çocuk yaşlı herkes yaşanan savaşa dur demek için oradaydı. Fakat Devlet Barışı Cizre'de bodrumlarda katletti. Demirtaş tüm bu süreçleri yakından yaşadı, hissetti yüreğiyle unutulmaz bu direnişi hikâyeleştirdi fakat yaşananlar sığar mı hikâyelere? Bilemiyoruz. Kahramanlık ve kalleşlik o gün orada çarpıştı. Tarih direnenlerin kahramanlığını unutmaz, katiller ise hep katil olarak anılacaklardır. Diğer tüm hikâyeleri eserde devamla okuyacaksınız... Her bir direnişçi Kürt evladı gibi oda yaşananlara kayıtsız kalmayıp bulunduğu zindandan bu dramı hikâyeleştirerek aslında faşist iktidara gereken cevabı vermiştir. Fakat Devran hala dönmüyor hala Kürtler sürgün ediliyor işkence görüyor, eziliyor ,hala da Kürtlere yerde işkence yetmedi gibi, Kürtler helikopterlerden atılarak işkence ediliyor . İşçiler hala ölüyor ve hala yoksullar. İşi olanların işi ellerinden alınıyor. İş bulmak için kamyon kasalarında , yollarda can veriyorlar.... Ama faşist iktidarlar, Bırakın Kürtleri tüm Türkiye’yi böldüler. Kendilerinden olmayan herkese bir klişe, bir ötekileştirme damgası vuruluyor. Kürt, Kadın, Alevi Ezdi, Hıristiyan, Müslüman ise onlardan olan onlardan olmayan olarak binlere bölünen bir toplumda.
Selahattin Demirtaş ve alanda siyaset yapanlar, yiğitçe direnenler, demokratlar tüm bu saydığımız kesimlerin ortak paydası ve umududur. Bunu yaygınlaştırma, sahiplenme ve kenetlenmeyle Gün gelir devran döner insanlık düşmanlarından kurtulacak. Ama hala bu fitne tohumlarını halkların demokratik hareketlerin içine de katarak kendi düşüncelerinin izdüşümlerini içimize de sokmaya çalışıyorlar kendilerinin parçalı bakış açısını bize dayatıyorlar. Oysa Demokratik sosyalist düşünce hareketleri insanlık hareketleridirler, kucaklayıcı ve çoğulcudurlar. Bizim onlara bunu göstermemiz lazım. Demirtaş'ın kendisi 90'li yıllarda yaşanan bu zulme hukukçu olarak tanıklık etti. Varlık mücadelesi veren dilinden kültüründen uzaklaştırılan Kürtleri ayakta tutan şey , nerde ve hangi şartta olursa olsun, ister hasta, ister tutuklu, ister diasporada ve ister dağlarda , ister kuzeyde ,güneyde, batı ve doğuda olsun hiçbir engele takılmadan tüm bunların haklı mücadelesini vermekten vazgeçmemelerindedir. İnsanlık düşmanlarının korkulu rüyası ise bir gün Demirtaş'ın da hayal ettiği gibi; Devrimcilerin, işçilerin, kadınların, köylülerin, gençlerin, yoksulların birleşip bu zulme dur demesidir. Devrim olacak ve devran o zaman dönecektir. Özgürlük barış demokrasi ve halkların devri başlayacaktır. Bakın Selahattin Demirtaş'ın tüm hikâyelerinin ortak noktası nedir? Bu hikâyeler nerede birleşiyor? Bildiğiniz gibi Demirtaş bir siyasetçi ve şu an hapiste olmasına rağmen hâlâ aktif olarak siyasetin içerisinde olmaya gayret ediyor. Bunu artık meclis kürsüsünden siyasi açıklamalarla yapmak yerine hikayeler anlatıyor. Belki de bu yöntem kürsüden açıklama yapmaktan daha iyidir. Onun anlattığı her hikâye Ülkemizin bir başka ücra gerçekliği gözler önüne seriyor. Halkın çocukları, diplerde yaşayanlar, Emekçiler, Kadınlar, Kürtler ve elbette tüm ötekiler için bu hikâyeler sürpriz değil... Şaşırtıcı hiç değil. Hatta bunlar bir nebze basit bile olabilir. Asıl mesele bu hikayelere şaşıranlarda saklı..... Bence Demirtaş’ın amacı da tam olarak onlara ulaşmak ve anlatmak. "Biz bu mücadeleyi niye veriyoruz biliyor musunuz?" Sorusunu sorup cevabı olarak hikâyelerini anlatıyor sanki. Aynı zamanda da siyasi çizgisinin bir tezahürünü görüyoruz. Daha önce de belirttiğimiz gibi hikâyesi sadece Kürtleri içermiyor.
Özellikle ekonomik olarak zor günlerden geçerken yani aşırı işsizlik, yoksulluk hayatta kalma mücadelesine dönüşmüş vaziyetteyken bu hikâyeler daha da gerçekçi bir çıplaklığa dönüşüyor. Aynı zamanda da bütünleyici bir siyasi çizgiyi yeniden ortaya koyuyor. Bu devirde yaşananlar sadece Kürtleri vurmuyor ancak Kürtleri vururken yaşanan o sessizlik değişmeyen dönemi yaşatanların haksızlığını ve zalimliğini büyütüyor. Bazı siyasetçiler var, siyaseten ölü doğarlar hayata mi, değil mi bilmezsiniz. Konuşur, dinlemezsiniz sahnede çekilir, fark etmezsiniz. Bazıları da var gömülmeye çalışıldıkça filizlenir, susturulmaya çalışıldıkça daha güçlü ses verir. Selahattin Demirtaş öyle bir parti başkanı iste. Son dönemde Türkiye siyasetinde pek karşılaşmadığımız görmeye hasret kaldığımız bir karizması var. Sempatik, espritüel, hazırcevap ama en önemlisi sapa sağlam siyasal bir duruşu var kararlı ve Cesur. Üstelik resime müziğe yazmaya yeteneği var. Bu yeteneklerin yanında demokratik moderninde iyi bir pratik sözcülüğü var. Tüm baskılara cevabi twitter oluyor, roman oluyor, tiyatro oluyor, türkü oluyor, mesaj oluyor, karikatür oluyor, demeç oluyor çıkıyor dışarı hatırlatıyor ve konuşturuyor kendisini. Üstekilere korku alttakilere umut oluyor. Diktatörü en çok korkudan bu devran kitabinin onun yakın arkadaşların yüreğine dokunması diktatörü en çok ürküten ve korkutan bu olsa gerek. Şimdi bu devranın döneceği daha iyi görülüyor.