Hüseyin Avni Cengiz: İnsanlık Nereye 3

Yazar Hüseyin Avni Cengiz'in Edebiyat Gazetesi'nin temmuz sayısında yayımlanan İnsanlık Nereye 3 isimli yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

Tarık Buğra’nın Osmancık romanında bir cümleye keyifle çok gülmüştüm: Yaşlı papaz ile bir tekfur sohbet ederken papaz diyor ki gençlik bozuldu, gençler artık hep Türklere özeniyorlar.  M.Ö 400’lerde yaşamış tartışmasız büyük düşünür Sokrates ise ‘‘Bugünün gençleri lüks ve gösteriş düşkünü, saygısız, başkaldıran, geveze ve obur yaratıklardır.’’ diyor. M.Ö 2500’lerde yazıldığı tahmin edilen Sümer tabletlerinde bile gençlerin terbiyesizliğinden şikâyet edilir. Tarih, geçmişten günümüze akıp gelen bir zaman ırmağı. İnsanlık değerleri olarak inişler çıkışlar yaşandı akıp gelen zaman nehrinde. Çok acı çekti insanlar. Göçler, sürgünler, katliamlar yaşandı. Şüphesiz güzel günler de oldu. Medeniyetler kurdu insanoğlu, şehirler inşa etti. Bu iyi bir şey mi, o da ayrı konu. Kimi düşünürler Mısır medeniyetini örnek vererek zulüm olarak algıladı medeniyeti kimisi medeniyeti olumladı. 

Hüseyin Avni Cengiz: İnsanlık Nereye 3

Peki, insanlık iyiye mi gidiyor yoksa kötüye mi? Bu soruya bir cevap verebilmek için insanlık adına iyinin ve kötünün ne olduğunu tanımlamak gerekir. “Kadın-erkek ayırımı yapmadan daha insani, daha hukuki, daha adil olanı, daha vicdani ve toplum bireylerinin birbirine daha saygılı olmasını”  “iyi” kabul edersek tarih, iniş-çıkışlarla doludur. Ama tarihin ana eğilimi (trendi) bir borsa terimi olan gökkuşağı grafiği gibi daima yukarıya doğrudur. Bu konuda çok fazla örneğe gerek yok ama bir örnek verecek olursak: kölelik... Bundan yaklaşık 14 yy önce, kız çocuklarını diri diri toprağa gömen bir toplumu çağına göre dünyanın en medeni toplumu hâline getiren İslam dini dahi köleliği tam olarak kaldıramadı. Tarihçilerin tespitine göre 19.yy’da İstanbul’da 47 bini kadın olmak üzere 50 bin esir vardı. Parayla alınıp satılan insanlar… Düşünsenize Kafkasya’dan, Balkanlar’dan veya Afrika’dan ailesinden satın aldığın veya sokakta, kırda, tenhada yakaladığın çocuğu hatta yetişkini atıyorsun gemiye, getirip İstanbul’da göğsünü gere gere, gururla satıyorsun. Anlatması dahi zor geliyor insana.  İstanbul’daki cariye pazarı henüz 1846’da Abdülmecid tarafından kapatılabildi. Gerekçesi de çok ilginçti: “ şer’i ve insani ilkeler”le bağdaşmaması. 

O zamana kadar akılları neredeydi acaba? Tabii bu sadece bize özgü bir durum değildi. Zamanın ruhu öyleydi. Şunu da belirtmeden geçmek herhalde yanlış olur. Bugün parkta oynayan çocukları kaçırıp bir başka ülkede köle olarak satmak yasal kabul edilse bile bunu hangi vicdan kabul edebilir? Şüphesiz böyle bir duruma tanık olsak vicdanımız incinir, mahşeri vicdan incinir; ama geçmişte neden böyle bir vicdani hassasiyet yoktu? Demek ki vicdanî değerlerimiz dahi zamanın ruhuyla şekilleniyor. Tevfik Fikret’in çok tartışmalı “Haluk'un Amentüsü” adlı şiiri… Şüphesiz şiirde dile getirilen fikirlerin tamamına katılmam mümkün değil. Ama “Fıtratta tekâmül ezelîdir; bu kemâle/ Tevrât ile, Incîl ile, Kur’an’la inandım.” (Yaradılışta gelişme, olgunlaşma, evrim hep var, hep olmuş, hep olacak. Ben buna Tevrat'la, İncil'le, Kuran'la inandım) beyti konumuz bağlamında incelenebilir. Dikkat edilirse burada geçen “tekâmül” işte bizim bahsettiğimiz “iyi olana doğru” olanı işaret ediyor. Tevrat, İncil ve Kur’an tek tanrılı dinlerin kutsal kitapları. Kronolojik olarak sırasıyla veriliyor bu isimler. Zaman içinde dinler dahi daha insanî, daha hukukî, daha adilane olana doğru evirilmektedir, diyor şair. Dinlerdeki “Asli Günah” meselesi buna örnek gösterilebilir. Yani çocuğun doğuştan günahkâr olması. Daha doğrusu Hz. Âdem’in günahıyla doğması. Bugün insanlığın ulaştığı hukuk anlayışına göre tartışmasız hiç kimse, başkasının fiilinden sorumlu tutulamaz. Suça katılanların tümüyle suçsuz olduğu ya da hak etmediği halde cezalandırılması da söz konusu değildir. Cezanın şahsiliği ilkesi. Oysa Yahudi Rabbinik düşüncesine göre insanın suça temayülü ve ölümlü oluşu, Hz. Âdem’in günahından ileri gelmiştir. Hıristiyanlığın büyük ismi Pavlus’a göre günah, dünyaya Hz. Âdem vasıtasıyla girmiştir. Her insan Hz. Âdem’in suçundan bir miktar taşımakta ve bu suç nesilden nesle geçmektedir. İnsanlığı bu suçtan kurtaran ise Hz. İsa’dır. Her doğan çocuk vaftiz olmadığı müddetçe suçludur. İslam’a geldiğimizde ise her insan fıtrat üzere doğar. “Fıtrat”, yaradılış, demek ama burada kastedilen, selam ve esenlik dini olan İslam’a uygunluktur. XVIII. yüzyıldan itibaren Hıristiyanların önemli bir bölümü aslî günah inancını değiştirilmeye veya ondan tamamen vazgeçmeye başlamıştır. Peki, bugün modern sömürü, modern kölelik, modern hukuksuzluk yok mu dünyada? Katliamlar yok mu? Ebetteki var. Çin’de Uygur Türklerinin maruz kaldığı muamele, insanlığın ulaştığı bugünkü değerler açısından insan olanı utandıracak mahiyette. Hakeza Orta Doğu’da yıllardır kan gövdeyi götürüyor. Hele Filistin’de yaşananlar, insanlığın yavaş da olsa ‘iyi’ye doğru olan yükseliş eğiliminin kırıldığını düşündürecek mahiyette maalesef.  Tarih boyunca büyük acılar çekmiş bir ulus, intikamını Filistin halkından alıyor sanki. Daha dün sayılabilecek geçmişte, Hitler Almanya’sında maruz kaldığı insanlık dışı eylemleri bugün zavallı Filistin halkına yöneltiyor. Ve bu katliamları meşru gösterecek her türlü ilk-karşı eylemi de fikrimce kendisi kontrol ediyor; yönlendiriyor. Bu gidişata dur diyebilecek insanlar, tarladaki gündöndülerin güneşi seyretmesi gibi bütün bu olan biteni seyrediyor. İnsanlık onurumuz inciniyor… İnsanlığın bilinen en az 6000 yıllık tarihine baktığımızda, insanî değerler olarak iniş çıkışlarla dolu olması ne anlama geliyor? Her şeye rağmen, yine de her şeye rağmen… 

Zamanın akış grafiğinde toplamda ‘iyi’ olan, “kötü” olandan daima daha fazladır, diyebiliyoruz yine de. Zaten bu durumu gökkuşağı grafiğine benzetmiştim. Borsada bir kâğıda olan talep fazlası o kâğıdın grafiğini yükseltir. Bu tür bir grafiğin yükselişte olması o kâğıdın hiç satılmadığı anlamına gelmez ki! Kâğıda olan talep, kâğıdı elinde tutmak isteyenlerden fazlaysa kâğıdın grafiği yükselir. Zaten ‘satış’ olmadan “alış” olabilir mi? Aynen “kötü” olmadan “iyi” de olamaz. Varoluşsal olarak ‘beyaz’, ‘siyah’a; ‘iyi’ de ‘kötü’ye muhtaçtır çünkü. Bu bağlamda bazen iyilikler artar bazen kötülükler artar; ama zaman grafiğini takip ettiğimizde iyi olanın daima kötü olandan fazla olduğunu görürüz. Eğer bu böyle olmasaydı insanlığın hâlâ Taş Devri seviyesinde olması gerekirdi. Demek ki tarih iniş çıkışlarla hep daha insanî daha vicdanî daha irfanî olana doğru çalkalanarak gelmektedir. İnsanlık, zaman zaman kötü günler yaşasa da mutlaka kötü günlerden daha uzun süren iyi günlere ulaşıyor. Öyle ya da böyle ilerlemesini sürdürüyor. Savaşıyor ve barış için savaştığını söylüyor; barışıyor, savaşa daha iyi hazırlanmak için barıştığını söylüyor. Hakkın batıl ile, doğrunun yanlış ile, zulmün adalet ile, aydınlığın karanlık ile mücadelesi kesintisiz için için devam ediyor. Tarih akıyor. İnsanlık böyle böyle medenileşiyor. Peki, insan mükemmel mi doğuyor ki insanlığı yavaş da olsa daha iyiye doğru ilerletebiliyor?

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447