Yazar Güz: Güneş

Yazar Güz'ün Edebiyat Gazetesi'nin temmuz sayısında yayımlanan Güneş isimli yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

Kadın, ilişkinin başlarında erkekle birlikte yaratmış oldukları harmoniye büyük anlam ve saygı ithaf ederek, süreçte erkeğin sergilemiş olduğu kırmızı bayraklı davranışları fark etmedi. Verdikçe verdi, alttan aldıkça aldı, hoş gördükçe hoş gördü. Beklentisiz, karşılıksız, öylece sevdi erkeği. Kadın, mizacı ve büyüdüğü evdeki bazı koşullardan dolayı, çocukluktan beri küçük abla, küçük anne, küçük öğretmen rollerine büründüğü, bürünmek zorunda kaldığı için kolayca, hızla, sorgulamadan, yüksünmeden yine bu rolü üstlendi ilişkisinde de. Ne de olsa sevmek; fedakârlık, kapsayıcılık, hoşgörü demek değil miydi? “İçinde hesap kitap olan, kim kimin için ne yaptı, ne kadar yaptı sorgulamalarının olduğu ilişkilerde sevgiden bahsedilmez ki” dedi yakınlarının “Ne zaman limit koyup, yetti artık diyeceksin bu adamın kırıcı hal ve tavırlarına cevaben?” uyarılarına karşılık.

Yazar Güz: Güneş

Erkek ise, bugüne kadar insanlarla kurmuş olduğu ilişkilerinde deneyimlediği dozun çok üzerinde özeni, onayı, takdiri, sevgiyi kendisine kolaylıkla, neşe ve samimiyetle sunan kadını görünce, artan öz güveninin etkisi ile “ben bu ışıkla nereye gidersem parlar dikkat çeker, çekim merkezi olurum” dedi içinden kendisine. Pek çaba harcamadığı halde, bu düzeyde bir kadının etrafında bu denli pervane oluşu erkekte adeta bir sarhoşluk hali yaratır.

Erkek, bu sarhoşluk hali ile, git gellerin yoğun olduğu bir ilişki dinamiğinin içine sokar kadını bir şekilde. Ara ara alınganlıklar, kırgınlıklar yaratarak bazen de kişisel sorunlarını mazeret göstererek uzaklaşır kadından. Kadın kendisini suçlu hisseder, adamın bu geri çekilmeleri karşısında, kendisini sorgular “Ne yaptım da kırdım, hangi sözüm onu incitti?” diye düşünür, ölçer biçer. Oysa bilmez ki eksik bir şey yapmamıştır, aksine çok fazla adım atmıştır, fazla hoş görmüştür, fazla alttan almıştır erkeği. Kadının bu zaafını fark eden adam, bunu manipülasyon amaçlı kullanır istemli ya da istemsiz bir şekilde. Güzelliği, endamı dillere destan olan kadını, başka kadınlarla rekabete sokacak imalarda, konuşmalarda bulunur erkek. Oldukça iyi bir eğitim ve kariyer geçmişi olan kadın, girdiği her ortamda gerek dış görünüşü gerekse donanımı ve tavırlarıyla yıldız gibi parladığı için başlarda bu sözlere pek aldırış etmez, üstüne almaz. Ancak aradan aylar, yıllar geçtikçe adamın bu şekilde davranmayı sürdürmesi sonucu, kadın derinden yaralandığını hisseder. Kadın, bu duygularını bastırmaya çalışır, ne de olsa kötü niyetle yapmamıştır adam bunları. Hem zaten adamın bu ara maddi manevi sorunları yok muydu, mutsuz bir süreçten geçmiyor muydu? Öyle dememiş miydi adam ona.  Kadın susturur “adamın onu arkasından hançerlediğini, özensiz, saygısız, duyarsız davrandığını” söyleyen iç sesini. Kadının gündeminde adamı iyi hissettirmek, onun mutluluğuna katkıda bulunmak vardır. Hem zaten kadının çocukluktan beri alışageldiği şey; her koşulda, her soruna çözüm bulmak değil miydi? Herkese yardım etmeye, yetmeye idmanlı değil miydi bugüne kadarki yaşam yolculuğunda? Ne olurdu ki yine bu sefer de hoş görse bazı şeyleri, anlayış gösterse, eline mi yapışırdı, ne kaybederdi ki…

Kadına, çocukluğundan beri “Sen akıllısın. Sen olgunsun. Sen toparlayansın. Büyüklük sende kalsın. Sen ver. Sen affet. Her zaman veren el ol, hatta hiç alma, sen hep kendine yet, kimseden bir şey isteme, ama senden bir şey isteyeni asla geri çevirme” denilerek ebeveynleri tarafından bilinç altı kodlaması yapılmıştı çocukluktan beri. Kadının yumuşak mizacı, küçük yaşlarda iken yaşıtlarından daha olgun ve zeki oluşu, “büyümüş de küçülmüş denilen” tipte sorgulamaları, soruları, merhametli, sevecen doğası da ebeveynlerini kadına bu şekil yaklaşmakta motive edip, cesaretlendirmişti. Olgun olmak, alttan almak, affetmek, hoş görmek, verilen en küçük şeyle yetinmek, karşısındakinden hiçbir şey talep etmemek, etrafa neşe ve güven vermek, herkesin iyiliği ve mutluluğu için çabalamak; adı, soyadı gibi kimliğinin ayrılmaz bir parçası olmamış mıydı kadının çocukluktan beri? Şimdi yine en iyi bildiği enstrümanı çalmak değil miydi dahil olduğu ilişki orkestrasındaki görevi kadının!

Günler, haftalar, aylar geçtikçe adamın bir var bir yok ilişkilenme tarzı ve kırıcı konuşmaları, hal ve tavırları ile tükenen kadının dostları, kadında bir durgunluk, neşesinde, coşkusunda düşüş gözlemlerler. Ancak kadın görmez kendisindeki değişimi. Kadın, adama odaklandıkça kendine körleşir, daha da alır adamı merkezine. Adamın da merkezinde sadece kendisi olduğu için ahenkli bir ilişki imiş gibi gelir hem kadın hem de erkeğe bu ilişki tipi. İkisinin de ortak bir amacı vardır; adamın iyi hissetmesi. Adama sorsak kadını seviyordur, değer veriyordur. Fakat gerçek sevginin içinde önemsemek, özenli davranmak yok muydu? Kadın ara ara bu soruyu sorsa da kendisine, her seferinde adamın değersizleştiren ve sıradanlaştıran davranışlarını, adamın geçmiş travmalarına bağlar. Böylece, bir şekilde temize çeker adamı. Arada sırada, yorulup, fazlaca kırıldığını kısık bir sesle fısıldayan iç sesini susturur, yok sayar… Mumun etrafında dolanıp yanmaya razı olan bir pervane misali her kalp kırıklığında yine de sadakat ve anlayışla adamda kalmaya, onun etrafında dönmeye devam eder samimi, içten seven ve sorgulamayan bir kalple.

Bir gün, kadın aynada kendisine bakar ve adamla tanışmadan önceki halini hatırlar. Girdiği her ortamda ışık gibi parlayan, başarılı, kendinden emin, neşesi ile her ortama cıvıl cıvıl bahar esintisi getiren, tarzı, duruşu ve güzelliği ile dillere destan olan o kadını hatırlar. “Sahi ne oldu bana, ben nerede ışığımı, ışıltımı kaybettim?” diye sorar kendisine. Tam da o sırada telefonu çalar kadının, arayan adamdır. Heyecanla cevaplar kadın telefonu. Tüm enerjisini ve odağını adamın kendisini iyi hissetmesi için amade eder yine. Bir an, adamın telefon konuşmasında kendisinin hatırını dahi sormadığını fark eder. Fazla bir şey istememiştir kadın hayatındaki adamdan, sadece kendisinin de nasıl olduğunun merak edilmesidir beklediği o an. İlk defa o konuşma anında, kadın adama “nasıl olduğumu dahi sormadın” der. Adamın cevabı ise “Sen her zaman iyisin, ne olmuş olabilir ki sana! Telefonda konuşabildiğine göre hayattasın, sesinden anladığım kadarıyla da gayet iyisin” olur. O an kadın duruma uyanır. Işığın kaynağı kadının kendisi iken, pervane misali yanma pahasına dönmüştür bir mumun etrafında, kendi içindeki ışıl ışıl parlayan güneşi unutarak, kendinden uzağa düşerek.

Bu farkındalıkla merkezine gelen kadın, çocukluktan beri kendisine yüklenen kurtarıcı ve aşırı fedakârlıklarda bulunan rolleri üstlenmesine sebep olan bilinç altı kodları, öğreti ve alışkanlık haline dönüşen davranış kalıplarıyla yüzleşti kendi iç dünyasına, özüne çekilerek. Adama kalpten teşekkür etti, onunla yaşamış olduğu ilişki sayesinde aşırı kurtarıcı ve fedakârlık hallerinin kendisini tükettiğini ve böyle bir rolü üstlenmenin dengeli, sağlıklı, iki tarafı da gözeten ve besleyen ilişkiler için işlevsiz bir dinamik olduğunu fark ettirdiği için. O güne kadar kurmuş olduğu tüm insan ilişkilerini gözden geçirdi. İlişkilerindeki arınma, yeniden yapılanma, değişim ve dönüşüm süreci böylece başladı kadın için.

Şimdi mi ne yapıyor kadın? Şu anda kadın, ılık bir yaz gecesinde, upuzun dalgalı siyah saçlarını savurarak, denizin huzur veren iyot kokusunu içine çekerek, yüzünde kocaman bir gülümseme ile ay ışığının büyüleyici güzelliğine şahitlik edebildiği ve merkezinde kalarak artık kendi ışığına sahip çıkabildiği için derin minnet duyarak çıplak ayakla dans ediyor ıslak kumların üzerinde. Fonda ise Omar Akram’ın Echoes of Love isimli şarkısı çalıyor. Işığınıza sahip çıkın! Aşk ve sevgiyle…

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447