Deniz Boyraci: Başınıza Sırça Köşk Kurdurtmayın

Yazar Deniz Boyraci'nın Edebiyat Gazetesi'nin ağustos sayısında yayımlanan Başınıza Sırça Köşk Kurdurtmayın isimli yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

Bu ay ki kitap yolculuğumuza  Sabahattin Ali'nin Sırça Köşk isimli kitabı ile devam ediyoruz. Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “Burası benimdir” diyen ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara “Sakın dinlemeyin bu sahtekârı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimsenin değildir. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz” diye haykırsaydı, işte o insan, insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.

Deniz Boyraci: Başınıza Sırça Köşk Kurdurtmayın

Eserde; Sabahattin Ali için bahsi geçen toprak parçası belki de bu sırça köşktür. Hikayede; Kendi kendisine yetebilen ve halkının mutlu olduğu birbiriyle anlaştığı bir şehre üç yabancı gelir. Bu üç yabancı ellerinden bir iş gelmeyen avarelerdir. Şehirde onlar gelmeden önce her şey yolundadır. Şehre girerler ve halka neden bir sırça köşklerinin olmadığını sorarlar. O güne kadar bir eksikliklerinin olduğunu düşünmeyen halk üç gencin şehrin içinde gezip insanlara neden sırça köşklerinin olmadığını, tüm büyük şehirlerde sırça köşkün olduğunu söylerler. Sonunda bir köşk yapmanın şehirde olan eksikliği gidereceğine kanaat getiren şehirliler bu köşkü inşaa etmeye karar verir. İşte şehrin bütün hikayesi ihtiyaçlarının olmadığı bu sırça köşkün inşasına karar vermeleriyle şekillenir. Daha sonra köşkü gittikçe büyütürler. Sırça köşkün ihtiyaçları giderek artar, oraya giren hazır yemeye alıştığından oradan ayrılmak istemez, dışarıda kalanlar da oraya girmeye çalışırlar.

Sırça köşk giderek halka yük olmaya başlar. Halk, üç uyanık arkadaşa sorular sorar, bu sorulara uygun birer bahane  uydurulur ve halk kandırılmaya devam eder. Günden güne halk sırça köşkün sonsuz talepleri sonucunda fakirleşir. Sırça köşkün ihtiyaçları karşılanamadığında, sırça köşktekiler zora başvurur. Halkın yiyeceğini, içeceğini zorla alır, itiraz edenleri sırça köşkün bodrumuna kapatırlar. Halk bu beladan kurtulmaya çalışmaz, sırça köşkün adamları da köşkün hiçbir kuvvetin yıkamayacağı kadar sağlam olduğu düşüncesini yayarlar, safları inandırır, inanmayanları hile ve zorla sustururlar. Hikayenin başı hikayenin sonuna doğru unutulur sanki halk sırça köşk sayesinde varmış gibi yutturulmaya çalışılır. Zamanla halkın vereceği bir şey kalmaz. Son koyunlarını da bir emirle getirirler. Bu durumda halkın artık korkmayacağını bilen üç tembel arkadaşın elebaşını sesini yumuşatarak halk için yaptıkları fedakârlıkları anlatır. Öyle bir anlatılır ki amaç hep sırça köşkün ne kadar gerekli ne kadar vazgeçilmez olduğudur. Sabrı taşan halka karşı getirdikleri koyunların hepsini yemediklerini bir kısmını halka geri vereceklerini büyük bir fedakarlık gibi açıklarlar. Sanki koyunlar halktan alınmamış gibi lütfederler. Sonra koyunların sadece kellelerinin halka dağıtılması emredilir. Kelleler dağıtılır. Halk  bakar ki kellelerin beyni yok. Kellelerin dili ve gözü de yoktur. Kellelerin beyin, göz ve dillerinin olmayış nedenini sorduklarında "Siz onları ziyan edersiniz" cevabını alırlar. Yani yüksekte halktan, halk sayesinde yükselen o sırça köşktekiler halkı aşağı görür. Öyle bir aşağı görmedir ki bu halka hiçbir işe yaramayan kafa tasları layık görülür. 

Ve halka 'Siz konuşmayan, görmeyen, duymayan boş  kafalar olun 'mesajı  verilir.

Ama halktan biri "bana böyle başın lüzumu yok" diye kelleyi sırça köşke  fırlatınca sırça köşkte bir delik açılır. Sağlamlığı, yıkılmışlığı, gücü, köklülüğü temsil eden o köşkte bir delik açılır. İşte devrim o saraylarda ilk deliği açan ve sarayların çürümüşlüğünü halka gösteren ilk isyandır, ilk cesarettir. Böylece birbirinin ardı sıra halka reva görülen kuru kafalar sırça köşk duvarlarına isabet eder. Herkes elindeki kelleyi fırlatınca, sağlamlığına inanılan köşk tuzla buz olur. Halk normal yaşayışına döner.

Maalesef sıklıkla karşılaşılan bir durum bir zümrenin  iktidar hırsı ve onun yıkıcı  sonuçları halkı  hep yoksulluğa  ve savaşlara sürüklemiştir. Küçük  bir iktidar grubunun kendi çıkarları  uğruna  yapamayacakları çirkinlik yoktur. Bu küçük grupların halkı  bu şekil  sömürmesine  izin vermemek için; Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde  böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuz buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.  Sabahattin Ali usta kalemi ve öngörüsüyle  1940larda günümüzde de yaşanan  kaosu ve iktidar belasını sırça köşkün masalında vermiş. Bugün Türkiye de  belki  sırça  köşk değil  ama sırça  saray kurulmuş. Erdoğan  ve etrafındakiler  Sırça  Saray hikayesiyle 2023 e doğru  giderken halkın  eline dili gözü  beyni çıkarılmış  boş  kelleler tutuşturuyor.

Birilerinin  saray duvarına   kelle fırlatması  onları  kan emici olmaktan çıkaracaktır bunun çoktan  zamanı  geldi ve geçiyor  duvarlarına  açılan  gedikleri  büyütüp sarayı beslemekten vazgeçilmelidir. Bu ülkenin tüm vatandaşları ülke kaynaklarından  eşit yararlanırsa, demokrasi  adalet ve özgürlükler ile huzur gelecektir. 'Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopardı ya' işte o kıyameti  koparmanın  zamanıdır. 

Halkın  gücünün açığa  çıkması için  uyanmak lazım  Demokratik güçlerin birliği  ve akılcı  yönetimlerle bu mümkündür. Ama Siz siz olun Sakın tepenize bir sırça köşk kurdurmayınız. Ama günün birinde böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu da sanmayın. Bu Sabahattin Ali'nin arzu ettiği bir durumdur. O böyle yaşanılan bir dünya, bir ülke, bir düzen aramakta, bunun özlemini duymaktaydı.

SABAHATTİN ALİ KİMDİR?

Sabahattin Ali 25 Şubat 1907'de Eğridere'de doğdu. 2 Nisan 1948, Kırklareli'de vefat etti. Türk yazar ve şairdir. Edebi kişiliğini toplumcu gerçekçi bir düzleme oturtarak yaşamındaki deneyimlerini okuyucusuna yansıttı ve kendisinden sonraki cumhuriyet dönemi Türk edebiyatını etkileyen bir figür hâline geldi. Daha çok öykü türünde eserler verse de romanlarıyla ön plana çıktı; romanlarında uzun tasvirlerle ele aldığı sevgi ve aşk temasını, zaman zaman siyasi tartışmalarına gönderme yapan anlatılarla zaman zaman da toplumsal aksaklıklara yönelttiği eleştirilerle destekledi. Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940) ve Kürk Mantolu Madonna (1943) romanları Türkiye'deki edebiyat çevrelerinin takdirini toplayarak hem 20. yüzyılda hem de 21. yüzyılda etkisini sürdürdü. 

Hayatının son yıllarında Türk milliyetçileriyle yaşadığı tartışmalarla da öne çıktı, özellikle Türkçü-Turancı yazar Nihal Atsız ile yaşadığı gerilim giderek artarak Irkçılık-Turancılık davasının bir parçası oldu. Bu dönemde Aziz Nesin'le beraber çıkardığı Markopaşa dergisinde siyasileri eleştirmesi yüzünden çeşitli davalarla uğraşmak zorunda kaldı. Hakkındaki davaların aleyhinde seyrettiği bir dönemde Türkiye'den ayrılmak istedi ve Bulgaristan sınırını geçmek isterken kendisine kaçma girişiminde rehberlik eden ve Sabahattin Ali'nin kendisine yardım eden bir  arkadaşı olduğuna inandığı Ali Ertekin tarafından milliyetçi gerekçelerle öldürüldü.

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447