Gökkuşağı

Yazar Güz'ün Edebiyat Gazetesi'nin eylül sayısında yayımlanan Gökkuşağı isimli yazısını sizlerle paylaşıyoruz.

Bulutlar yoğunlaşmaya başlamıştı gökyüzünde. Az önce ışıl ışıl parlayan huzur veren masmavi gökyüzü, yerini git gide grileşen bir ortama bırakmıştı. Tüm bu kasvetli renge rağmen, yine de bulutlar önceden sözleşmişçesine bir koreografiyi takip eder gibi dans ediyorlardı. Ancak, bulutlar yoğunlaştıkça, bir kaygı, endişe, kapana kısılmışlık hissine teslim oluyordu içlerinde bulunan her su damlacığı istemsizce. Su damlacıkları dile gelmişti. Farklı tını ve kelimelerle birbirlerine aynı şeyi soruyorlardı. “Değişim, dönüşüm, alışageldikleri yöreyi terk etme zamanı mı gelmişti yoksa?” Aralarında konuşuyorlardı, safların sıkılaştığını, daha fazla aynı formda kalamayacaklarını, döngünün devam ettiğini, dönüşümün zorunlu olduğunu birbirlerine anlatıyorlardı. Yok olmaktan ne farkı vardı ki bu denli büyük bir dönüşümün, üstelik de birbirlerinden ayrılacaklardı, nereye gideceklerini, neye dönüşeceklerini de bilmiyorlardı. Ah o bilinmezlik, belirsizlik, en korkutucu, en çaresiz bırakan şey değil miydi, ne olacaktı şimdi…

Gökkuşağı

Bulutlar yoğunlaştıkça, sesler yükselmeye devam etti; “Bir köye mi düşeceğiz sence? Bari güzel ve temiz bir köy olsa orası” dedi içlerinden bir tanesi. Bir diğeri ise “Düştüğümüz yerde, birbirimizi bulup, el ele tutabilecek miyiz, ya yalnız kalırsak, tekrar kavuşamazsak, birbirimizi tekrar hiç bulamazsak” dedi, ağlamaklı bir sesle.  Arkalardan bir ses “Ölüyor muyuz yoksa, bizsiz bu gökyüzü yetim kalır, biz olmazsak bu gökyüzü nasıl tekrar eski güzelliğinde olur ki, bizsiz hiçbir şey eskisi gibi olamaz” diye haykırdı. Ön sıradan cevap geldi “Döngü böyle, her şey değişir, dönüşür, her şeyin yeri doldurulur, değişim, dönüşüm olmadan, gelişim olmaz, istesek de istemesek de, dirensek de, kabule geçsek de olacak olan olur, bize kalan adapte olup keyfini çıkarmak” oldu. Ortalardan gelen fısıltı şeklindeki cevap ise “Sessizce, huzur içinde sürecimde kalmak isterdim ama etraftan ne çok isyana teşvik eden, nasihat veren ses geldi, sükunette ne çok huzur vardı oysa”. Başka bir su damlacığı ise “Benim de iç sesim susmuyor ki, içime içime konuşuyorum, sessiz kalsam da,  ne farkım var isyan edip bağıranlardan” diye düşündü. Yanındaki su damlacığına baktı, öylesine sessiz, huzurlu, sadece seyir halindeydi. O an, onun halini kendine hal edindi.

O sırada gök gürledi, “Hah işte şimdi sur çaldı, geldi işte kıyamet” dedi en öndeki su damlacıklarından biri. Ardından, yağmur damlaları olarak gökyüzünde süzülmeye başladılar. Kimileri endişe ve kaygı içindeydi ya eskiyi özlerlerse diye, kimileri sanki ellerinden bir şey gelirmiş gibi düşmemeye çalışıyordu ama nafile güçleri bunu engellemeye yetmiyordu, kimileri ise bu yolculuğu yeniliklere açılan bir kapı olarak görüp şarkılar söylüyordu, yolculuğu bir yok oluş olarak algılayanların tersine… 

İsyan etseler de direnseler de, ağlasalar da, sevinseler de nihai an gelmişti. Yağmur damlaları farklı farklı yerlere düşmüşlerdi, ağaçlara, rengarenk çiçeklere can olmuşlardı, denizle kucaklaşmışlardı, bir kız çocuğunun elindeki elma şekerine düşenleri vardı, nikah salonundan çıkan genç kızın duvağına davetsiz misafir olarak ilişeni, bir cenaze merasiminde toprağa düştüğü an cenaze sahiplerini “gökten bereket yağıyor” diye sevindirenleri de vardı. O an anladı her bir yağmur damlası boşa üzülmüşlerdi, yeni bir döngü başlıyordu her biri için, yaşam değişerek de, dönüşerek de güvenli bir şekilde devam edebiliyormuş, olması gereken olması gereken zamanda oluyormuş, bu yolculuk onlarda bu idraki çıkarmaya hizmet etmişti en çok. Birden, güneş tekrar gökyüzünde parladı olanca güzelliğiyle, ardından beliren gökkuşağı eşliğinde. 

Az önce, “Yok mu olacağız yoksa?”  diye haykıran su damlacığı, yanındaki damlacığa bu sefer görmüş geçirmiş bir bilge edasında “ Gökkuşağının belirmesi için, meğerse binlerce yağmur damlasının düşmesi  gerekiyormuş, iyi ki o damlalardan biri de benim” deyivermişti. Bazen göz yaşı, acı, hayal kırıklığı, yenilgiler, kayıplar, değişimler, dönüşümler gerekir ki özümüzü bulalım, kalbimizde kendi gökkuşağımıza yer açabilelim. Aşk ve sevgiyle nice gökkuşaklarını mutlulukla kucaklayabilmeniz dileğimle…

1932-2024 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447