Bu sabah, dört yaşındaki manevi yeğenim Ruxy, mavi gözleri ve kelebekli objeleri çok sevmesi nedeniyle, öğretmeninin ona “mavi kelebek” ismini taktığını anlattı bana. Ardından, çocukken bana da bir takma isimle seslenip, seslenmediklerini sordu. O zamanlar üç lakabımın olduğunu, birinin pamuk prenses olduğunu söyledim ona. “Pamuk prenses mi, sen pamuktan mı yapılmışsın ki!” diye sordu şaşkınlıkla bir eliyle kolumu, yüzümü yoklayarak.
Saç ve ten rengim nedeniyle bana bu şekilde seslendiklerini söyledim Ruxy’e. Sonrasında, Pamuk Prenses masalını anlattım ona. Masalın tamamını dinledikten sonra, beni de elma ile zehirleyip zehirlemediklerini sordu bana. Belki de kimseden elma almamam gerektiğini de ekledi sözlerinin devamına. Öyle bir durumun olmayacağını, bunun sadece bir masal olduğunu anlattım ona, ardından aynı masalı, o bana anlatmak istedi, saçlarımı tarayarak. “Sen çocuk ol, ben annen olayım, olur mu?” dedi. “Olur” dedim. Ruxy başladı saçlarımı taramaya ve benden öğrendiği masalı kendi yorumuyla anlatmaya.
O an, az önce bana sormuş olduğu soru geldi aklıma. Sahi bana hiç zehirli elma veren olmuş muydu? Ve ben karşımdakine güvenerek elmadan bir ısırık almış mıydım? Zehirli elma sadece masallarda mı uzatılıyordu?
Zehir, sadece kimyasal içeriklerle mi bünyemize bulaşıyordu ve panzehir de sadece kimyasal reaksiyon oluşturan başka bir içerikten mi ibaretti? Bana kalırsa, teşhisi de hatta bazen tedavisi de daha kolaydı kimyasal içerikli zehirlerin. Öyle zehirler var ki insan maruz kaldığını bile anlayamıyor, konduramıyor uzun yıllar, hatta bazen bir ömür.
Bizi zehirleyen motivasyon ve şevk kırıcı konuşmalar, yargılayıcı bakışlar, toplum baskısı yüzünden kendi özümüzden uzaklaşmamız, sınırlarımızın ihlali, iyi niyetlerin suistimali, üzerimizden maddi ve manevi kazançlar elde etmek için dost görünenler, emek, çaba, azim, çokça fedakarlık ve çoğunlukla uykusuz kalarak çalışılan yılların ardından gelen büyük başarıları şans faktörüne bağlayarak değersizleştirme yöneliminde olanlar, hak gasp edenler, kendi eylemlerinin sorumluluğunu almak yerine her türlü yük, sorumluluk ve bedeli karşı tarafa yükleyenler, hem iğneyi hem çuvaldızı karşı tarafa batıranlar, kişisel kaynaklarını arttırmak amacıyla karşı tarafın emek, para, zamanını hoyratça sömürenler… Bunlar zehirli değil mi?
Ruxy saçımı tarayıp bir yandan da bana masal anlatırken, benzer biçimdeki zehirlenmelere benim de maruz kaldığımı, ancak ikinci lakabım olan Polyanna’ya yaraşır şekilde, her şeyi olumlu yorumlamam nedeniyle, bu durumları çok yakın zamana kadar fark etmediğimi düşündüm.
Evet, bana da uzatmışlardı zehirli elmayı ve ben de farkında olmadan elmadan kocaman bir ısırık almışım herkes gibi. Kimimizin payına bir sepet dolusu zehirli elma düşüyor, kimimize ise sadece bir dilim zehirli elma uzatılıyor. Ama her birimizin payına düşüyor anlaşılan bir miktar.
Peki panzehiri nereden bulacağız? Samimiyetle seven, kalbiyle dinleyen, gönül gözüyle gören ve anlayan, sevgi dolu ve besleyici paylaşımlarda bulunan, kalbindeki bahçeyi besleyip, büyüten, dünyaya da kalbindeki bahçe ile güzellikler katan insanlarla etkileşim içinde olmak; Pamuk Prenses’i öpen prensin nefesindeki şifalı iksir gibi etki eder insana. Ne de olsa o öpücüğün de hammaddesi sevgi idi.
Ancak, her şeyden önce işe kendimizden başlamalıyız, kalbimizdeki sevgi ışıltısını parlatıp neşe ve sevgiyle etrafı kucaklamaya hazır olup, toksik etkileşimlerden de kurtulmak için elmaya ve elmayı uzatanlara karşı seçici olursak, hem zehri bertaraf etmiş oluruz, hem de her daim şifalı iksire erişimimiz olur. Aşk meclisinden uzatılan elmalardan ısırıklar almak dileğiyle, aşk ve sevgiyle kalın…