“Nefse fenalığı ve iyiliği ilham edene and olsun ki” (Şems Suresi, 8) Zannımca insanı hayvandan ayıran en önemli fark insanın, bir vicdan sahibi olmasıdır. Ayrıca insanlığın ve insanın “iyi”ye doğru yükseliş yaşamakla ödevli olduğuna inandığımı belirtmiştim. Bunun için insanın mutlaka bir vicdan sahibi olması gerekir ama bu yetmez. Neden yetmez?
Bu soruyu cevaplamak için önce “vicdan”ı tanımlamalıyım. Sayısız tanım yapılmış “vicdan” için. Antik Çağ’da yapılan tanımlar ile “Aydınlanma” sonrası yapılan tanımlar çok farklı. Örneğin Edward Young, “Vicdan Tanrı'nın tatlı fısıltısıdır.” demiş. Demiş ama büyük İslam âlimi Ömer Nasuhi Bilmen de “Vicdan, ruhtan kaynaklanan bir güzellik olmakla birlikte yanılmaz değildir.” diyor. Peki, Tanrı yanlışı da fısıldayabilir mi? Aslında bu sorunun cevabı Şems Suresi 8. ayette belirtilmiş. Ben sadece “vicdan”dan ne anladığımı belirterek geçeceğim bu konuyu. Vicdan, içimizdeki mahkemedir. Mahkemenin yasa koyucusu “çağın insanî ruhu”dur. Sanığı biziz. Tanığı, çağ; savcısı, çağın bilgeleridir. Hâkimi ise insana fenalığı ve iyiliği ilham eden Tanrı’dır. Mahkemenin sanığı olan biz ve hâkimi olan Tanrı hiç değişmez ama yasaları, savcısı ve tanıkları her an değişmektedir. Tanrı, iddiaları mevcut yasalar çerçevesinde değerlendirir; hüküm kurar ve bize fısıldayarak bildirir. Kişi, eğer Vicdan Mahkemesinin yasalarını çağın insanî yasalarıyla, savcısını çağın bilgeleriyle güncellememişse o mahkemeden doğru karar çıkmaz.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder