1829 yayınlanan Bir İdam Mahkûmunun Son Günü’nün de ölüme mahkûm edilen bir insanın son günü büyük bir ustalıkla işlemiş, kamu vicdanını etkilemeyi ve idam cezasına karşı bir protesto hareketi başlatmayı amaçlamıştır ve bunda başarılı da olmuştur.
Giyotinin icadıyla ölüm sırasında mahkûmun acı çekmeyeceği düşüncesinin yanılgısını infaz öncesi mahkûmun yaşadığı ölümcül acıda okuyacaksınız. Ölüme hazırlanmayan karakterimizin bütün hikâye boyunca emri verenin kendisini dinleyeceğine, kendisini anlayacağına olan inancına rağmen gerçekleşen bu idama şaşıracak bu ölüm fermanıyla irkileceksiniz. Romanımız kaynağını yazarımızın tanıklık ettiği bir olaydan almaktadır.
Victor Hugo, bir arkadaşı ile Paris sokaklarında gezinirken, bir meydanda toplanmış kalabalık dikkatlerini çeker. Yaklaştıklarında, bir suçlunun cezasının infazının yapılmakta olduğunu görürler ve bu olayın ardından yazar, hemen oradan uzaklaşır. Kuşkusuz böylesine acı bir görsel olayın böylesi bir romana kaynaklık etmiş olması, bu yapıtın anlamını ve önemini artırmaktadır. Peki, siz; Öleceğinizi bilseniz zaman sizin için nasıl geçerdi? Pencereden dışarı bakıp sizin ölümünüzü izlemeye hazırlanan kalabalığı nasıl değerlendirirdiniz? Yemeğinizi yerken ne hissederdiniz? Hiç idam cezasına çarptırılmış bir mahkûm olduğunuzu düşündünüz mü? Kaçamayacağınız bir ölümle ve onun psikolojisiyle zaman geçirdiniz mi?
Sadece seri katillerin veya canilerin idam cezasına çarptırıldığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Sembol haline gelmiş en önemli örneklerinden biri olan Giordano Bruno İtalyan filozof ve gökbilimciydi... Dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söylediği için Roma meydanında diri diri yakılarak öldürüldü. Eserimizde idam Mahkûmu olan karakterimiz isyanını şu sözlerle dile getiriyor.
Bizim yaşamımızdan çok ölümümüzle ilgileniyorsunuz."
Ardından şöyle anlatıyor yaşadığı acı dolu anları: "Ne yaparsam yapayım, bu iğrenç düşünce hep burada yanımdan uzaklaşmayan, kurşundan bir hayalet gibi; yapayalnız ve kıskanç; benim gibi bir sefil insanın bütün hayallerini, mutluluklarını altüst ediyor, gözlerimi kapamak ya da başımı çevirmek istediğimde, buz gibi elleriyle beni sarsıyor. Ruhumun ondan kurtulmak için sığınabileceği bütün biçimlere giriyor, bana söylenen her söze korkunç bir nakarat gibi karışıyor, hücremin iğrenç demir parmaklıklarına benimle birlikte yapışıyor, uyanık olduğum zaman gözümün önünden gitmiyor, çırpınmalarla dolu uykumu kolluyor ve düşlerimde bir bıçak biçiminde bana görünüyor" (sayfa 62)
Hikâyemizdeki karakterimiz kendisi hakkındaki idam kararıyla altı hafta geçiriyor. Altı hafta boyunca ne ona yemek getirenler ne ondan günah çıkartmasını isteyen papaz ne onun ölümünü izlemek için biriken kalabalık onu anlamıyor. Hikâyemizdeki karakter anlaşılamamanın, etrafındaki hiç kimse tarafından idama mahkûm edilmenin, öldürülecek olmanın psikolojisini paylaşamıyor... Mübaşirin idam mahkûmunu, idam edileceği Greve Meydanı'na götürürken ki aşırı nezaketi, rahip 'in bir formaliteyi yerine getirmek için yaptığı teselli konuşmaları, bürokrasi ve din kurumlarının ölüm karşısındaki yabancılaşmış ritüellerini gösterir. Nöbet yerine gelen yeni ve idamı bir gösteriymiş gibi izleyen halk ise ölüm karşısındaki diğer bakış açılarıdır. Yani kitapta ölüm, ya kurumların rutin işlerinden biridir ya hurafelere malzeme olan bir olgudur ya da halkın can sıkıntısını gidermesine, vakit öldürmesine yarayan bir gösteridir. İdamın bir gösteri haline gelmesi en az idam cezası kadar eleştirilir ve Greve Meydanı'nda giyotinle birini kesme süreci, 'ibret olsun' mesajı taşıdığı kadar kitleleri eğlendirmeye de yarar. Çünkü bir başkasının ölümünü izlemek "iyi ki ölen ben değilim" neşesini de taşır. Victor Hugo'nun eleştirisinin kaynağı tam olarak budur. Eser kahraman bakış açısıyla yazılmıştır. Mahkûm hikâyeyi bizimle paylaşan kişidir.
Onu anlayan onun nedenlerini, paniğini gören onu duyan biziz. Bu yüzden mahkûm edildiği ölüm gerçekleştiğinde artık onun yalnızlığı bize geçiyor. Onu tanımış, onu anlamış birisi olarak geriye kalan kişiler. Eseri okuyan biziz. Kahraman bakış açısının ustalığını karakterimizi kaybettiğimiz anda yaşadığımız hislerle görüyoruz.
Victor Hugo, idam gerçeğini daha yirmi yedi yaşındayken ve 1829 Fransa’sında kavramıştır. “Devrimlerin yok edemediği kaide” diye nitelendiriyor giyotini ya da örtülü olarak bunun altında yatan “idamı. Fransa açısından bu cezanın yürürlükten kaldırılmasının, ancak 1981 yılında Sosyalist Parti iktidarında gerçekleştirildiğini de belirtmeliyiz. Bu, kitabın yazılmasından 152 yıl sonra gerçekleşmiş bir olgudur. Ne yazık ki birçok Batı ülkesinde bu uygulama sürmektedir. Doğal olarak, bunun siyasal ve ahlaksal yönleri de vardır. Toplumun düzenini sağlamak için bu cezayı, bir caydırıcılık öğesi olarak görenler de vardır. Victor Hugo, bu düşünceyi taşıyanlara daha 1830’lu yıllarda karşılık vermektedir.
Cezayı verip insanı yok etmenin yerine, suçluları iyileştirmeyi öğütlemektedir. Yok etme gücünün Tanrı’ya özgü olduğunu vurgulamaktadır; çünkü bu yok etme eyleminde bulunan insanlık, bunu yaparken içindeki nefret dolu duygularını boşaltmakta ve yabanıl bir tören için ortam yaratmakta ve onu süslemektedir. İşte Victor Hugo, insanlığın yarattığı bu vahşet sahnesini yıkmak istemektedir, çünkü uygar dünyada bu sahnenin yeri yoktur. Uygar insanlık bu vahşet gösterisine layık değildir ve onun hak ettiği konum da bu değildir. Bütün yaşamsal haklarından yararlanamayan ya da yararlandırılmayan bir insan, gerçek anlamda bir insan değildir onun gözünde. Victor Hugo’nun bu idealleri, bugünkü uygar dünyada bir ölçüde gerçekleştirilmiştir; çünkü insanlık ancak böylesi haklara layıktır ve yüreğinde sevgi taşıdığı sürece buna layık olacaktır. İdam sehpası, insanlığın kaldırması gereken tek engel değildir, yalnızca engellerden biridir; ancak kaldırılması gerekenlerin en başında yer almaktadır. Bu kitaptaki adsız, suçu belirtilmemiş herhangi bir suçlunun son gününde hissettiklerini okuduğumuzda, bu sorunun daha iyi anlaşılacağını umut ediyoruz.
İdam ve idam çeşitleriyle ilgili bilgi alacağınız bu kısımdan duyabileceğiniz rahatsızlık için: Gerçeklerin utancı, onu yazana ait değildir. Ölüm cezası, bir devletin, suçlu gördüğü bir mahkûmun hayatına, işlediği suçun bedeli olarak son vermesidir. Bu ceza biçiminin uygulanışına ise idam adı verilir. Şu an dünyada 58 ülkede idam cezası serbesttir. 98 ülke, idam cezalarını hukuken kaldırmış olup, 7’si ise savaş suçları ve istisnai hâller dışında idam cezasını uygulamamaktadır. 1) Aç Bırakmak, 2) Asarak İnfaz Etmek, 3) Kurşuna Dizmek, 4) Recm (Taşlayarak Öldürmek), 5) Boğazlayarak İnfaz Etmek, 6) Çarmıha Germe, 7) Ezerek İnfaz Etmek, 8) Elektrikli Sandalye, 9) İkiye Bölerek İnfaz, 10) Giyotinle İnfaz Etme, 11) Kılıçla Baş Kesmek, 12) Zehirleme.
Bugün dünyanın birçok ülkesinde idam cezası yürürlükten kaldırılmışsa, böylesi bir cezanın hem trajik hem de insanlık dışı yanını daha XIX. yüzyılın ilk yarısında gözler önüne seren Hugo’nun bunda hiç de azımsanmayacak bir payı olsa gerek.
Victor Hugo, 26 Şubat 1802, Besançon, 22 Mayıs 1885, Paris
Romantik akıma bağlı Fransız şair, romancı ve oyun yazarı. En büyük ve ünlü Fransız yazarlardan biri kabul edilir. Hugo'nun Fransa'daki edebi ünü ilk olarak şiirlerinden sonra da romanlarından ve tiyatro oyunlarından gelir. Pek çok şiirinin içinde özellikle Les Contemplations ve La Légende des siècles büyük saygı görür. Fransa dışında en çok Sefiller ve Notre Dame'ın Kamburu romanlarıyla tanınır.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder