Her ikisi de duyularak, dinlenerek zevk alınan sanatlardır. Anlatılanların kulağa hoş gelmesi, insanlara zevk vermesi ilk çağlardan beri amaçlanmaktadır. İncil’de ilk söylenen ‘’Başlangıçta söz vardı.’’ cümlesidir. Kuran-ı Kerim Oku sözüyle başlar. Kutsal kitaplar kulağa hoş gelen sözleriyle binlerce yıl insanları etkilediler. Sözün etkisi yazı yaygınlaşmadan önce insanlar üzerinde çok fazlaydı.
İliada ve Odysseia destanlarında Homeros kimi insanlar için “kanatlı sözler söyledi” demektedir. Kanatlı sözlerden kastettiği ezgiyle söylenen şiirlerdir. Anlatıcı hikâyeyi şiirin anlatım zenginliğinden faydalanarak dinleyiciye aktarır. Metni okuyan ve dinleyen insanlar bir müziğin etkisinde kalmış gibi olurlar. Bu etkiyi Homeros ve diğer anlatıcılar nasıl sağlıyorlar?
Günlük yaşamımızda birçok insanla tanışırız fakat pek azıyla dost ve arkadaş oluruz. Sözcükler de bizim gibi hareket ederler. Her sözcük her sözcükle bir araya getirilemez. Sanat metinlerinde bir araya getirilecek sözcük ve seslere dikkat etmek sanatçıların işidir. Sözlerin kulağa hoş gelmesi, müzik zevki verebilmesi için ritim v e ahenk unsurlarına dikkat etmek gerekir. Yunan şairleri, tiyatro yazarları sözcüklerin büyüsünü kavramış insanlardı. Cümlelerini belli bir ahenkle ifade ederken müzik aletlerinden faydalanıyorlardı. Pan, Yunan mitolojisinde Müzik Tanrısıdır. Çaldığı flütle savaşların başlamasına neden olur. Yunan kültüründe Lir, yoğun duyguların ifade edilmesini sağlayan çalgıdır. Günümüzdeki gitarın atası kabul edilir. Bu çalgıdan dolayı Batı Edebiyatı’nda duyguların yoğun ifade edildiği şiirlere Lirik şiir adı verilir. Modern romanın başlangıcı sayılan Don Kişot romanında silahtar Sancho Panza, Don Kişot’un uyarılarına rağmen sürekli atasözlerini tekrarlar. Birçok atasözü söylemesinin nedeni insanların kulağına hoş gelmesidir. Konuyla ilgili olmasının bir önemi yoktur. Modern hikâyede, şiirde, romanda her zaman sözle müzik iç içedir. Birbirlerine destek olurlar. Klasik müzik, opera sanatları müzik ile hoş sözlerin birlikte ifade edildiği sanatlardır. Gelelim bizim kültürümüze.
Orta Asya’da yaşayan atalarımız Gök Tanrı inancına, Şamanizme, daha sonra Maniheizm ve diğer dinlere inanıyorlardı. Bu dinlerin din adamlarına Kam, Baksı, Şaman gibi isimler veriyorlardı.
Bu insanlar çok yönlü kişilerdi. Topluluğun dini törenlerini yönetiyorlardı. Töreni yönetirken şiirler söylüyor, destanlar anlatıyorlardı. Boyun bilge kişisi, yöneticilerine yol gösteren akil insanlardı. Ellerindeki çalgılarına kopuz adı verilirdi. Kopuz için günümüzdeki bağlamanın atası diyebiliriz. Kalın ağaçlardan yapılan kopuz, at kılından yapılan telleriyle çok uzak mesafelere sesini duyurabiliyordu. Eğitimin okullarda olmadığı zamanlarda Din adamları, kopuz eşliğinde toplumun eğitim ihtiyacını karşılayan eğitimcilerdi. İslam Dininin Türkler arasında yayılmasıyla birlikte Şamanlar yerini Ozanlara bıraktı. Bu ozanların en tanınmışlarından biri Dede Korkut’tur. Destandan hikâyeye geçiş sürecinin en önemli örneği olan Dede Korkut hikâyeleri bir önsöz ve on iki hikâyeden oluşur. Bu hikâyeleri anlatan Dede Korkut zaman zaman kopuzu eline alır ve ezgili sözlerini söyler. Hikayenin sonunda yine ortaya çıkar ve öğütlerini verir. Bu destanlardan kulağa hoş gelen sözler ve müzik birlikte var olur.
Halk hikayesine geldiğimizde şaman yerini ozana,kopuz yerini bağlamaya bırakmaktadır.Müzik ile sözün dansı hiç bitmez.Karacaoğlan,Köroğlu,Aşık Kerem ,aklımıza gelen bütün aşıklar Anadolu’yu dolaşırken bağlamaları ellerinden eksik olmaz.Azerbaycan’da yaşadığına inanılan Köroğlu varyasyonunda şu dörtlük dile getirilir:
Koroğlu der Çenlibel’de Bey menem
Paşaya Hodkara boyun eymenem
Düzelt şu sazı korkma deymenem
Usta kulun olam al düzelt sazı
Kerem Aslı’ya kavuşabilmek için diyar diyar dolaşırken sazını yanından hiç eksik etmez.Dertlendiği zaman sazını eline alır ve dertli sözlerini söyler:
Hey ağalar hangi derde yanayım
Yitirdim Aslımı gören olmadı
Pervaneler gibi yandım tutuştum
Yandım ateşine soran olmadı
Divan Edebiyatı Osmanlıca adını verdiğimiz, üç dilin senteziyle (Arapça, Farsça, Türkçe) oluşmuş, karma bir yazı dilidir. Bu üç dilin müzikal zenginlikleri, anlatım özellikleri bu yazı dilinde ortaklaşıp üç kıtaya yayılmıştır. Ağırlıklı olarak şiir dili olması, ses zenginliğine ve musikiye önem verilmesini sağlamıştır. Ritmin ve ahengin sağlanabilmesi için Aruz vezni dediğimiz ölçü, kafiye çeşitleri ve kafiye örgüsü, nazım birimi olarak da beyit kullanılır. Asonans, aliterasyon, vurgu ve tonlama Divan Edebiyatında olduğu gibi Halk Edebiyatında da kullanılır. Bu terimler, şiirin müzikal etki yaratması için zorunlu sayılmıştır. Fuzuli’nin, Baki’nin şiirleri özenle seçilmiş sözlerden oluşur:
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.
Fuzuli Rind i şeydadır hemişe halka rüsvadır
Sorun bu ne sevdadur bu sevdadan usanmaz mı
Modern Edebiyata geldiğimizde Batı Edebiyatında sona, terza Rima gibi şiir türleri kulağımızda hep müzik etkisi bırakır.
Ahmet Haşim şiirde kapalı anlamı savunur ve ‘’şiir sözden ziyade musikidir’’der.Yahya Kemal’in şiirlerinde müziğin etkisi çok yoğun olarak görülür: Mehlika Sultan’a aşık yedi genç
Gece şehrin kapısından çıktı
Mehlika Sultan’a âşık yedi genç
Kara sevdalı birer âşıktı
Cumhuriyet dönemi şiirimize damga vuran şairlerimize bakarsak onların da şiirlerinde müzik dilini kullandıklarını görürüz.
Müziğin ruha gıda olan havasından yararlanarak şiirlerini etkileyici hale getirmek için ellerinden geleni yapmışlardır.
Necip Fazıl: Kendi yurdunda sürgünsün, öz yurdunda parya
Yüz üstü çok süründün ayağa kalk Sakarya
Nazım Hikmet: Değil birkaç değil beş on
Otuz milyon aç bizim
Onlar bizim biz onların
Dalgalar denizin deniz dalgaların
Şairler nasıl müziğin etkisinden yararlanmak istiyorlarsa müzisyenler de şiirin etkisinden yararlanmak istiyorlar. Müziğin sektör haline geldiği atmışlı yıllardan itibaren Aranjman müziği denen müzik türü ortaya çıktı. Yabancı bestelere Türkçe sözler yazılarak piyasaya sürüldü. Belli bir süre bu müzik türü tuttuktan sonra yerini yeni müzik anlayışlarına bıraktı. Anadolu Rock adı verilen müzik türü halk kültüründen beslenip yeni bir rock müziği tarzı oluştururken Halk şairlerinin ve modern şairlerin şiirlerinden beslendi. Moğollar, Barış Manço, Erkin Koray, Zülfü Livaneli, Selda Bağcan, Cem Karaca gibi birçok müzisyen, Karacaoğlan’dan Nazım Hikmet’e kadar pek çok şairin şiirlerini bestelediler. Bir dönem o hale geldi ki sanki Nazım Hikmet’in bütün şiirleri bestelenmiş gibi oldu. Şairlerin müziğe verdikleri önem şiirlerinin bestelenmesini kolaylaştırdı.
Yazımızı Zülfü Livaneli’nin Nazım Hikmet’ten bestelediği bir şiirle bitirelim:
Karlı Kayın Ormanında
Yürüyorum Geceleyin
Efkârlıyım efkârlıyım
Elini ver nerde elin
Ben ordan geçerken biri
Amca dese gir içeri
Girip yerden selamlasam
Hane içindekileri
Yedi tepeli şehrimde
Bıraktım gonca gülümü
Ne ölümden korkmak ayıp
Ne de düşünmek ölümü
Memleket mi yıldızlar mı
Gençliğim mi daha uzak
Kayınların arasında
Bir pencere sarı sıcak
FIRAT KASAP
No comments
Post a Comment