Hayalleri Gerçekleştirmenin Tek Yolu Başarmaktır

Merhaba Ferhan Hanım, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

1957 Burdur doğumluyum, eğitim hayatımı burada tamamlayarak Burdur Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldum. Sınıf öğretmeni olarak Antalya Kaş’ın Doğantaş Köyü’ne atanmamla Burdur’dan ayrıldım. Yurdun batısından doğusuna çeşitli yörelerinde görev yaptım. 2004 yılında emekli oldum. Etüt merkezlerinde çalıştım. 

Yazar Ferhan Yeşil

Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında görev aldım. Halen “Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği, ANSAN (Antalya Sanatçılar Derneği) gibi bir çok dernekte aktif üyeyim. Aydın Efesi Dergisi, Truva Edebiyat Dergisi, Alfa Anadolu TV Hatay Gazetesi’nde şiirlerim, yazılarım yayınlanmaktadır.  Evliyim. İki oğlum ve bir kız torunum var. Kitap okumayı, şiir yazmayı, dikiş dikmeyi, güzel olan her şeyi paylaşmayı seviyorum. Çocukları ve onlara birşeyler katabilmeyi, insanlara yardım etmeyi, arkadaşlığı, dostluğu, doğayı tüm canlarıyla seviyorum.

Atatürk sevdalısı bir yazarım. Beni etkileyen toplumsal olaylarda, okul ve aile yaşantısında, meslek yaşantımda duygularımı kağıda dökmek küçük yaştan beri en büyük hobimdi. “Çocuklara Şiirler, Öğretmen Anıları, Cumhuriyet’in 100. Yılında Atatürk ve Cumhuriyet Şiirleri Güldestesi, Filistin Yok Oluyor Suskun Dünya Utansın, Acılara Gömüldük” antolojilerinde şiir ve yazılarımla yer aldım. “Yüreğimin Sesi Yeter Bana, Adı Çocuk Dersiniz” isimleriyle iki şiir kitabım yayınlandı. “Anılarla Öyküleşen Bir Yaşamın İzleri BİZİM KIZ” da siz değerli okurlarıyla buluştu. Eserlerimin her birinde çocuklarımıza ve büyüklere okunası mesajlar var. 

Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Sizi kitap yazmaya yönlendiren nedenler nelerdir?

Çocukluğumdan beri aile, okul ve sosyal yaşamımda, milletçe yaşanan olaylara karşı fazlasıyla duyarlı olmam, acıları derinden hissetmem bunları ilkokuldan beri ufak ufak yazmam ilk basamak oldu. Aileme, vatanıma, milletime, çocuklara, gençlere, hepsinden öte Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'e olan sevgim, saygım, minnet duygum ve bağlılığım, bunların paylaşılması da bende güzel duygular uyandırdı. Paylaşmaktı asıl olan. Hani bölüşmek deriz ya. Mutluluğu çoğaltmak, acıları azaltmak adına yazmak. Bu konuda okunası bir eser bırakmak. Bu duygularımı çocuklarımla, eşimle paylaştığımda, beni içtenlikle desteklediler. Böylelikle bireysel ilk şiir kitabım da okurlarıyla buluşmuş oldu.

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor?

Yazarlığın, deneyimlerin, gözlemlerin, duyguların, hissedişlerin yazılarak insanlara aktarılmasında en etkili yollardan birisi olduğunu düşünüyorum. Tanımadığın insanlarla iletişim kurma yoludur. İnsanlık adına, insanca buluşmaktır. Biz yazarlar iyi ki duyuyor, düşünüyor ve yazıyoruz.

Okurun beğenisini kazanan Anılarla Öyküleşen Bir Yaşamın İzleri Bizim Kız isimli kitabınız Alaska Yayınları’ndan çıktı, tebrik ederiz. Kitabınızda okurlarınızı ne gibi sürprizler bekliyor?

Amacı doğrultusunda çalışıp hayallerine ulaşmanın sevinci, başarma duygusu, arkadaşlığın ve paylaşmanın verdiği mutluluk, acıların azalması. Çocukların, ailenin mutluluğu, eğitimin önemi, daha neler neler. Sürprizlerle dolu yaşam öyküleri sizleri bekliyor.

Başucu yazar ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Nazım HİKMET’ in, “Memleketimde İnsan Manzaraları ve Yaşamak Güzel Bir Şey Be Kardeşim” yapıtı! Toplumsal değişim için kararlı duruşu. Yaşar KEMAL’ in, “İnce Memet”i! Romanlarında, toplumcu, gerçekçi edebiyat akımından etkilenerek yazması. Gülten AKIN’ ın, “Deli Kızın Türküsü”! Yapıtlarında, bireycilikten toplumculuğa yönelmesi, kadın duyarlılığının ön planda olması. Fakir BAYKURT’ un, “Kaplumbağalar”ı! Yazar ve öğretmen kimliği ile eğitime verdiği değer. Ayrıca yazarlarımızın toplumcu, gerçekçi ve mücadeleci yönleri, vatan sevgisi, özgürlüğün ve bağımsızlığın işlenmesi, kadının ön planda tutulması, beni etkileyen yönleridir. 

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Vatan ve kadın konularının işlenerek toplandığı bir şiir kitabı üzerinde çalışmalarım devam ediyor.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Hayalleri gerçekleştirmenin tek yolu başarmaktır. Çalışmakla işe başlamalı, çok çalışmalı, kendimize güvenmeliyiz. Göreceksiniz ki, sonuç bizi ve etrafımızdaki herkesi mutlu edecektir.

Çözül Ağır Ölümüm

Binnaz Deniz Yıldız

Gözlerimin mor kasığı, retinamda Mikail, bir kadın yıkanıyor yaşlarımın taburesinde

Işıksız çukur, ayakları devrilen sehpa, yangın hükmetti yağmurdan tarlalarıma…

Kanıksadım sabahların limon çiçeklerini.Pencerelerde türlü giysiler içinde ayna…Ağzımdan damlıyor kentin uçurum lekesi…Kustum sokaklara cennetin çıplak sesini…

Dua eden güruh, başlarında yeşil aplik, kertenkele resitali… Sönmüş yıldızın içindeki kan! Ağzımda bir iğneyle eğildim mermerden rahibeye. Plastik teniyle söndürdü dilimdeki cinneti…

Karanlığın şarabı peygamber mottosu…Pusuya yatmış akbaba…İstanbul’un vapur hatlarında bir kedi ilan etti kendini tanrı olarak- arp tellerine asılan yılanlar yıkıyor ellerini

Solucan patikası, sıcaklık fahrenayt, damıttı zihnimin etini otel odalarına…Giydirdim kirli anahtarı tren kapılarına. Yürüyordu çarşaflar ve kurban istiyordu haykırarak

Kumdan dirilişle astı kendini Zebercet. Masada son kırıntı…Güvercin kanatları…Çözül ağır ölümüm! Karanlık vagonlarda

Zaman kendini yiyen bir fare, ekşiyor bağıran kompartıman... Kollarımda can veren “o” …Çekiyor saçımı Zebercet. Uyuyorum cam kırıkları üstünde.

Bekliyor Zebercet! Düşen fotoğrafta aşağılık bir delilik içinde bekleyecek!

Bu ne ilk ne son felaket! Her şey dönüşecek!


Binnaz Deniz Yıldız / Edebiyat Gazetesi / Şubat 2025 / Sayı 25

Fazlı Humar Yazdı: Kartal

Fazlı Humar Yazdı: Kartal

kanadını kıramaz

aşkına gem vuramaz

kafeslere koyamazsın 

sen onu

keza

gökte doğar

özgürlük ile yaşar 

bir 

haykırırsa

üstüne yıkılır dağlar


Fazlı Humar / Edebiyat Gazetesi / Şubat 2025 / Sayı 25

David Copperfield Bunu Nasıl Yaptı?

Kuzu kuzu tabirini genellikle kendilerine söylenenleri hiç sorgulamaya gerek duymadan hemen kabullenen kişiler için kullanırlar. Hemen kuzu kuzu kabul etti her şeyi derler. Ya da hayatı öylesine, hiçbir olaya merak göstermeden, nasıl olduğunu çözmeye uğraşmadan dümdüz yaşayan kişiler için. Etliye sütlüye karışmadan kuzu kuzu bir yaşam. Bir yazlık tatil yerinde (ben 10 yaşlarındayken) 18 yaşındaki bir akrabam bana bir iskambil numarası yapmıştı. Yani kartlarla sihirbazlık. Elindeki asları destenin ortalarına koyup, sonra “hokus pokus” diyerek hepsini destenin en üstünden çıkarmıştı. Benim yaşımda biri için yeterince şaşırtıcıydı. Anlamak istiyordum.

David Copperfield

“Bir daha yapar mısın?” dedim, “Ama biraz daha yavaş hareketlerle lütfen!”

Desteyi eline alıp aynı sihirbazlığı çok yavaş hareketlerle tekrarladı. Yine başardı. Ben şaşkın gözlerle bakarken, “Nasıl yaptın bunu.?” dedim. Güldü. 

“Sihirbazlık öğretilmez. Düşün çözmeye çalış!” diyerek iskambil destesini masanın üzerine bırakıp çekti gitti.- Bana ne ya - diyemedim. Çünkü kuzu kuzu karakterim yok. Saatlerce o desteyi elime alıp çeşitli ihtimal hesapları veya hileler düşünerek böyle bir şeyin nasıl gerçek olabileceği üzerine kafa patlattım. O yaptığına göre, demek ki yapılabilirliği vardı. Bütün arkadaşlarım her gün denize girerken ben bu sihirbazlığın hilesini çözmeğe uğraştım. Ve tam 3 gün sonra başardım. O andaki mutluluk duygusu nasıl bir duygudur  anlatılamaz. Daha sonra bu sihirbazlığı arkadaşlarıma yaptığımda suratlarındaki şaşkınlığı görmek de anlatılması zor bir mutluluk duygusu. 18 yaşımdaki akrabamın bana uyguladığı taktiğini kullandım ve hiç kimseye bir şey öğretmedim tabii. 

Bir gün bir kitapçının vitrininde “İskambiller ile Sihirbazlık “ isimli bir kitap gördüğümde ise sanki Tanrı’nın bana o güne kadar yaptığı en büyük lütuf gibi gelmişti. Cebimdeki tüm harçlığımı o kitaba harcadım. Evde gece gündüz hayretler içinde kitaptaki sihirbazlıkları okuyup iskambillerle yapmaya çalıştım ve öğrendim…ve bu benim için hayatım boyunca ilginç bir hobi oldu. Gençliğimde yurt dışına gittiğimde bazı dükkanlarda bulduğum çeşitli sihirbazlık oyunları sayesinde iskambil oyunları dışında  diğer sihirbazlıkları öğrendim. Artık kolay kolay beni şaşırtabilecek bir sihirbazlık düşünemiyorum. Olursa da kuzu kuzu kabullenmem, sırrını çözmek için kafa yorarım.

Yıllar geçti. Evlenip çocuk sahibi olduğumda tabii ki kızıma da yeterince sihirbazlık öğrettiğimden onu da şaşırtacak biri de pek olmaz. Şaşırtırsa araştırıp sonunda çözer sırrını.

Kızım 14 yaşlarında iken Yurtdışındaki bir fuar nedeniyle Las Vegas’a gitme durumum oldu. Onu da götürdüm. Gittiğimiz tarihte Las Vegas’ta dünyaca ünlü sihirbaz David Copperfield’in, hani sahnede birisini kıtır kıtır keser de bir türlü nasıl tekrar birleştirdiğini çözemezsiniz, o illüzyonistin gösterisi vardı. Bu fırsat kaçmaz dedik. Bilet aldık.

Büyük  tiyatrovari bir gösteri salonunda show başladı. Nasıl olduğunu üç aşağı beş yukarı tahmin edebildiğimiz birkaç gösteri yaptıktan sonra David “ Önemli bir show için içinizden birkaç kişiyi sahneye alacağım” dedi. Kızım buna benzer gösterileri daha önce Türkiyede ‘de izlemiş olduğundan,

 “Ya, önceden anlaşmalı kişileri hiç tanımıyormuş gibi sahneye çağırıyorlar ki numaraları yakından bakınca anlaşılmasın. Veya mesela çıkan bir kıza-  birden ona kadar bir rakam tut içinden- deyip, sonra -4 rakamını tuttun- derler . Kız da hayret çığlıkları atarak – Doğru!- diye bağırır. Her kes şaşırır, falan filan. Basit sihirbazlık aslında.” dedi. O sırada David:

“Elimdeki şu birkaç iskambil kağıdını fırlatacağım, kim yakalarsa o gelsin sahneye” dedi.  

Sonra da iskambil kağıtlarını baş parmağı ve işaret parmağı arasında tutup, elini yan çevirip sırasıyla tek tek bumerang fırlatır gibi fırlattı. Bir iskambil kağıdı üçüncü sıradaki bayana gitti. Alkışladık, kalktı sahneye yöneldi, sonra biri daha, biri başkası daha, toplam 5-6 kişi çağıracak. Attığı kağıtlardan biri havada kavisler çizerek bizim masaya doğru yöneldi ve “AAA-aaaaa ?!” kızımın kucağına düştü. Biran şaşkınlıkla bakıştık.

“Bu adam seni de mi tanıyor kızım ?”diye espri yaptım. Kızım da şaşkınlıklar içinde elinde kart ile sahneye yöneldi. Sahnede içinde 4 kişinin oturduğu eski dev 1956 model Amerikan arabalarından biri var. David çağırdığı 6 kişiye bir büyük kumaş açarak her birinin bunun bir ucundan tutmasını istedi. Tuttular ve o şekilde arabanın üstünde tutmalarını ve hafif hafif sallamalarını istedi. Yani o koca bez parçasını çeşitli köşelerinden tutmuş altı kişi ,(bezin altındaki araba görünemeyecek kadar geniş bir bez), arabanın üzerinde  tutup aşağı yukarı silkeler gibi hareketler yapıyorlar. David bir ara “Kaldırın bezi!”dedi. Bezi kenara doğru çektiler. O ne ?!

Araba ortada yok! Tabi otomatikman içindekiler de. Bahsettiğimiz şey oyuncak araba değil, basbayağı içinde şahıslar olan gerçek kocaman bir arabaydı. Nasıl oldu bu? 

Hayret sesleri, alkışlar, alkışlar. David eğilip alkışları mütevazi bir şekilde kabul etti.

Kızım geri geldiğinde bana sordu: “Baba bu nasıl oldu?”

“Kızım ben 30 metre mesafeden seyrettim, ama sen 1 metre yakınındaydın, anlamadın mı?”

Kızım şaşkın. “Vallahi hiçbir şey anlamadım!”  

David’e saygı duydum. Ama kızımla birbirimize bakıştık.

“Bunu otelde bir düşünelim, çözeriz” dedi. 

Kısacası anlatmak istediğim şu. Hani bir deyim vardır: “ Her seyahat bir adımla başlar” diye.

O adımı atmazsanız hiç seyahate çıkamazsınız. Kızım “ bunu çözeriz” demeseydi, biz de olayı öylesine kabullenip sırrını hiç öğrenememiş olurduk. Biraz geç de olsa ( yani Las Vegas’dayken değil) ama İstanbul'a döndüğümüzde olayı çözmüştük. Merak neticeye giden yoldur. Meraksızsanız, yapacak bir şey yok. Hayatınız çok düze olur. Gayesiz yani. Yani… Kuzu kuzu.

Kadir Ersoy / Edebiyat Gazetesi / Şubat 2025 / Sayı 25

Yeni Sezon Dosya Başvuruları Başladı

Alaska Yayınları

• Eseriniz, sözleşme süresince yayıncılık dünyasının en çok tercih edilen modellerinden talep doğrultusunda baskı sisteminde sınırsız basılıyor.

• Alaskakitap.com’un yanı sıra Kitapyurdu, D&R, Idefix, Kitap Sepeti, Pandora, Bkm Kitap, Tıkla24.de gibi onlarca platformdan satışa sunuluyor.

• Sosyal medyadan ve ulusal haber sitelerinden kitap tanıtımı yapılıyor.

• Yazar ile Türkiye’de aylık yayın yapan Edebiyat Gazetesi söyleşi gerçekleştiriyor.

• Yazara 25 adet kitap veriliyor. Yazar % 40 indirimle istediği kadar kitap alabiliyor.

• 100 adet satıştan sonra yazara % 20 telif ücreti ödeniyor.

• İlk baskının tükenmesinin ardından eseriniz ücretsiz olarak tekrar basılıyor.

• Yayınevi katıldığı kitap fuarlarına yazarı da davet ederek imza günü düzenliyor.

Detaylı bilgi için iletişime geçiniz. 

www.alaskakitap.com

Telefon: +90545 311 23 06

E-Posta: editor@alaskakitap.com

Telefon: (0312) 3609862

Mervenur Uç Yazdı: Kızıl Tilki

Mervenur Uç Yazdı: Kızıl Tilki

Güzel gözlü İnci çiçeği, 

Sever misin kalbimi? 

Yoluma ışık ateş böceği, 

İçinde saklar mısın beni? 


Parıldasın kum tanesi, 

Kaybolmuş yıldız gibi. 

Hisseder yüreğini, 

Korur seni Kızıl Tilki. 


Mervenur Uç / Edebiyat Gazetesi / Şubat 2025 / Sayı 25

Geçmişten Günümüze Resim Sanatı

Resim sanatının kökleri ilkçağlardaki mağara resimlerine kadar gitmektedir. Yazının henüz icat edilmediği dönemlerde insanlar duygularını, düşüncelerini çizgilerle duvarlara yansıtıyorlardı. Sanat yapma kaygısından uzak, estetik zevkten habersiz bu ilk insanlar bilinçsiz bir şekilde sevgilerini, korkularını, hayallerini duvarlara nakşettiler. İlkçağ insanlarının neler yaşadıklarını, yaşadıkları bölgelerde hangi hayvanlarla mücadele ettiklerini mağaralardaki ilkel resimlerden anlıyoruz.

Geçmişten Günümüze Resim Sanatı

Yazının icat edilip gelişmesiyle birlikte resim sanatı da ilerledi. Resimde renklerin, çizgilerin kullanımı, perspektif kavramının oluşması ve daha birçok yenilik Avrupa uygarlığını bir resim uygarlığı haline getirdi. Leonardo Da Vinci, Michelangelo, Tiziano,Tintoretto, Köylü Bruegel, Rembrandt, Paul Cezanne, Claude Monet, Rafaello, Albert Dürer, Goya,Vermeer, Van Gogh, Pichasso ve adını sayamayacağımız kadar çok Avrupalı ressam bugün tüm dünyada tanınan, müzelerde sergilenen eserler ürettiler. Bu eserlerin çoğu zamanında tanınmadı, ressamlar yoksulluk içinde yaşadılar. Van Gogh’un kardeşi Teo resim galerisinde resim satarken abisinin bir tek resmini satabildi. Resim sanatının toplumda yaygınlık kazanması modern zamanlara denk geldi.

Osmanlı’da resim sanatının gelişmesi çok zor oldu. İnsan portresinin yapılması dince sakıncalı olduğundan resim sanatı hat, tekzip, ebru sanatları şeklinde gelişti. 

Orhan Pamuk kendisine Nobel Edebiyat ödülünü kazandıran Benim Adım Kırmızı isimli romanında sarayda ders veren Hattat Osman ve öğrencilerinden bahsetmektedir. Camilere, hamamlara ve diğer tarihi eserlere baktığımızda resme ilgi duyan sanatçıların, Avrupa’daki meslektaşlarından hiç de geri kalmadıklarını görüyoruz. Tanzimatla birlikte modern anlamda resim sanatından bahsedebiliriz. Bugün herkesçe tanınan Kaplumbağa Terbiyecisi resmini çizen Osman Hamdi Bey’in sadece Türk resmine değil müzeciliğimize de büyük katkıları olduğunu çok az kişi bilir. Resim sanatının gelişmesiyle birlikte ressamların eğitimine önem verildi. Modern resim okulları, resim atölyeleri kuruldu. Öğrencilerine resim sanatının inceliklerini öğreten hocaların başında İbrahim Çallı gelmektedir. Yetiştirdiği öğrencilerle Türk resim sanatına büyük katkılarda bulundu. Resmi sadece erkekler yapmaz, kadınlar da iyi ressam olurlar. Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım ilk ünlü ressamlarımızdandır. Resim yeteneğini oğluna aktarmıştır diyebiliriz. Şakir Paşa’nın kızı, Halikarnas Balıkçısı(Cevat Şakir Kabaağaçlı)'nın ablası Fahrenissa Zeyd Resim sanatımızın önemli sanatçısıdır. Fahrenissa Zeyd ilk resim sergisini apartman dairesinde açmış. Sergiyi izlemeye bir tek havagazı şirketinin çalışanı gelmiş, o da gaz kontrolü için gelmiş. Bu kişi İnce Memed romanının yazarı Yaşar Kemal’dir.

Cumhuriyet dönemiyle birlikte resim dersi, ilkokuldan üniversiteye kadar her branşta verilmeye başladı. Fakültelerin resim bölümlerinde çok değerli sanatçılar yetişti. Yurt dışına gidip akademik eğitimlerini geliştiren sanatçılar yurda döndüklerinde değerli öğrenciler yetiştirdiler. Devrim Erbil bu sanatçılardan biridir. Halk kültürüyle resim sanatının inceliklerini bir araya getiren Nuri İyem, Fikret Otyam gibi sanatçılarımız Türk resminin dünyaya açılmasını sağladılar. Fikret Otyam’ın Gide Gide isimli gezi kitabı okunmaya değer bir kitap.

Resim sanatı sadece okullarda değil cezaevinde de öğretildi. Nazım Hikmet cezaevinde Orhan Kemal, Kemal Tahir gibi yazarlara yazı konusunda destek olurken bir mahkuma resim sanatını öğretti. Bu gencin ismi İbrahim Balaban’dır. İbrahim Balaban ünlü bir ressam olmasında Nazım Hikmet’in nasıl bir etkisi olduğunu anı kitabında ve söyleşilerinde dile getirdi.

Halikarnas Balıkçısı Bodrum’a sürüldüğünde( kendisi hem yazar hem ressamdır) kendisini yazıya verdi. Bodrum’u tanıtan yazılar yazınca ( Bodrum o dönem bir köydü) merak eden arkadaşları Mavi Tur’u düzenlediler. Mavi Tur’a katılanlardan biri Şair ressam Bedri Rahmi Eyuboğlu’dur. Sahilden giderlerken her durdukları sahil ilçesinde ya bir resim çizip ya da bir heykel yapıp bırakıyordu.Bedri Rahmi ile ilgili hikayeye göre Resim öğretmenliği yaparken öğrencisi olan Ermeni kızına aşık olmuş. Onun için bilinen şu şiiri yazmış:

Karadutum çatalkaram çingenem

Nar tanem nur tanem bir tanem

Ağaç isem dalımsın salkım saçak

Petek isen balımsın ağulum

Günahımsın, vebalimsin

Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan

Bir süre sonra Ermeni kızı veremden ölmüş. Yıllar sonra bir ortamda Bedri Rahmi’den bu şiiri okumasını istemişler. Şair bu şiiri okuyunca ağlamaya başlamış. Karısı durumu görünce, ‘’onu unuttu sanmıştım’’ deyip şairi terk etmiş.

Bedri Rahmi gibi tanınmış diğer ressamımız, şairlerin dostu Abidin Dino’dur. Uzun yıllar yurt dışında yaşamış olan Abidin Dino ülkesiyle bağlarını hiçbir zaman koparmamış, sevdiği şair arkadaşlarının şiir kitaplarına resimler çizerek destek vermiştir. Nazım Hikmet’in Kuvay-ı Milliye’sine çizdiği resimler bugün beğeniyle karşılanmaktadır. Edebiyatı resme benzeten sanatçılar edebiyatın sözcüklerle yapılan resim olduğunu belirtirler.

Günümüzde resim sanatı oldukça yaygınlaştı. Resim sergileri, atölyeler, resim sanatını bilimsel yöntemlerle öğreten okullar bu sanatın hakkını veren sanatçılar yetiştirmektedir. Resim sanatının önü açık gibi görünüyor. Nazım Hikmet’in oğlu Mehmet Nazım ömrünü resim sanatına vermiş bir sanatçıdır. Yakın tarihlerde vefat eden Mehmet Nazım’ın resim sergisi günümüzde Ankara’da sergilenmektedir. Mehmet Nazım’ın arkadaşı yazar Gündüz Vassaf, Ressamın İsyanı adlı eserinde Mehmet Nazım hakkında bilgi vermektedir.

Yazımızı Nazım Hikmet’in Abidin Dino’ya yazdığı şiirle bitirelim:

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?

İşin kolayına kaçmadan ama

Gül yanaklı bebesini emziren melek

Yüzlü anneciğin resmini değil

Ne de ak örtüde elmaların 

Ne de akvaryumda su kabarcıklarının 

Arasında dolanan kırmızı balığınkini

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?


Fırat Kasap / Edebiyat Gazetesi / Şubat 2025 / Sayı 25


Ayna

Bu sabah uyanır uyanmaz, işlerimin yoğunluğu nedeniyle hızla kendime bir kahve yapıp çalışma masamın başına oturdum. Odamdaki nergis çiçeklerinin kokusu dışarıdan gelen kuş sesleri ile birleşince bendeki telaşı alıp götürdü, daha dingin bir ruh hali ile oturdum masamın başına. Çalışırken müzik dinlerim ben. Çevrimiçi radyolardan birini açtım, çalışmaya koyuldum. Radyoda Concerto pour elle isimli eser çalıyordu. Bu şarkının yeri bende özeldir. Şarkı beni aldı, anılara götürdü.

Yazar Güz, Ayna

Doktoramı yeni bitirmiş, yurt dışına taşınıyordum kariyerim nedeniyle. Uçakta yanımda oturan bir hanımefendi (Estella) ile sohbet etmeye başladık. Yolculuk sebebimi sordu, “kariyer” dedim. Ben ona sorunca aynı soruyu, “Ruh ikizimle buluşacağım” dedi.

Sohbet sohbeti açtı, birbirimize telefon numaralarımızı verdik. İletişimimiz hiç kopmadı onunla yıllar içinde. Ben kariyerimle, hayatla ilgili gelişmeleri anlattım ona, o ruh ikizine kavuşmak amaçlı başlayan dönüşüm yolculuğunu anlattı bana. Kendi ruhuna belki de ilk kez yakından baktı süreçte. Gölge yanları ile tanıştı. Gölge yanlarının karanlığında kayboldu bazen, acı çektiği de oldu, şaşırdığı da oldu. Sohbetlerimizde bazen sustu, sadece beni dinledi. An geldi henüz bir ay önce anlatmış olduklarının bile yanılsama olduğundan bahsetti. Aslında onlar yanılsama değildi, o an onun anlamaya, hemhal olmaya hazır olduğu gerçeklikti. Estella değişip, dönüştükçe kendisine dair başka bir gerçeklik, onun hazır olduğu kadar açılıyordu ona. 

Bir dönem, anlatmayı kesti. Sadece dinler oldu beni. Akabinde dinlemek de fazla geldi ona, anladım bunu halinden. Bu gibi dönemlerde, o benimle temasa geçene kadar, iletişime geçmedim Estella ile. 

Estella neye bakıyorsa kendisini görüyordu. O içine döndükçe kendisini anlar, kendisine yakınlaşır, kendisini tetikleyen şeylerin dedektif dibi izini sürerek görmezden geldiği yanlarına, yaralarına, özlemlerine, yaslarına yakalanır olmuştu. Böylece gölge yanları da ışığa kavuşuyordu, 

Estella, gölge yanlarını fark edip aydınlığa çıkardıkça, değişmiş, farklılaşmıştı hayata bakışı, istekleri, öncelikleri. Kariyerinde köklü değişiklikler yapmış, yakınında tuttuğu bazı insanlarla arasına mesafe koymuş, uzak bildiği bazı insanları ise yakınına almıştı. Sıradan bildiği şeylerin aslında hayattaki asıl lüksler olduğunu anlamış, vazgeçilmez sandığı lükslerinin ise gereksizliğini anlamış, hepsinden arınmıştı.  

Bu süreç, onun miracıydı. Estella, bıraktığı her şeyle birlikte sanki kendisine ait başka bir kaybettiği parçasına kavuşuyordu. Bir arkeoloğun kazdıkça ulaştığı gizli bir hazine odasında, asırlardır saklı kalan mücevherleri ilk gördüğü anda duyduğu coşkuyu, heyecanı, merakı, mutluluğu hissediyordu kendi içindeki cevhere ulaştıkça.

Bu coşku onun dış görünüşüne de yansıyordu. Yüzünde, vücudunda hiçbir estetik müdahale olmamasına rağmen, her ortamda duruşu, güzelliği ile eskisinden de daha dikkat çekici hale gelmişti. Estella zaten çok güzel bir kadındı fakat bu içsel yolculuğu vesilesiyle kavuştuğu gerçek benliği, onun ışığına ışık katmıştı. Bir keresinde ona “Senin gizli güzellik iksirin, kendini bulmuş olman” dediğimde, gözlerini teveccüh ile kaçırıp “Ben halen yolcuyum ve yol ömürlük” demişti mahcup bir şekilde. 

Estella, kendini tanıyıp anladıkça, dışarıdakini sorgulama, inceleme, gözlemleme ihtiyacı duymaz olmuştu. Nasıl olsa, o gün hangi haldeyse, o halden dinleyip, görüyordu etrafında olup biteni. Kendini bilmek olmuştu önceliği. Genç kadın, sırlı yolculuğuna ruh ikizini bulma arzusuyla girdi. Ancak, anladı ki kendi ile gerçekten tanışmadan, ruh ikizi kelimesinin içi boş kalıyordu. 

Yolculuğunda farkeeti ki, insanı kendisine götüren yol; koşullar ne olursa olsun,  yanında kim olursa olsun bir noktadan sonra tek başına yürünüyormuş. İnsanın atalardan getirdiği epigenetik kodları ve çocukluk travmalarıyla yüzleşmesi, içine doğduğu toplumun yüklediği kodlardan arınması, okuyup, izlediği, örnek aldığı rol modellerinin kendisine uymayan kalıplarından sıyrılması, olmaya çalıştığı ile gerçekte olduğu halinin arasındaki farkı hazmetmesi, kendisine itiraf etmekten çekindiği ya da farkında dahi olmadığı gölge yanlarını ışığa çıkartıp, aydınlatması zorlu, uzun, sabır gerektiren ve yalnız başına içinden geçilen bir süreçmiş. Estella’nın yolculuğuna uzaktan şahitlik ederken Platon’un mağara alegorisini daha iyi anlar olmuştum. 

Genç kadın, kendisini buldukça dışarıdakine ihtiyaç duymaz olmuştu. Dışarıda aradığı her şeyin kendi içinde saklı olduğunu anlamıştı.

Estella ile tanışalı yedi yıl olmuştu, çocukluk hayali olan dedelerinin geldiği topraklar olan Barselona’ya taşındı yanına sadece iki bavul alarak. Dışardan gören belki de “ne kadar basit, sıradan ve az şey alarak taşındı” derdi onun için. Oysa Estella kalbine kocaman evreni sığdırarak, epey varlıklı bir şekilde yeni bir hayat kuruyordu kendisine Barselona’da.  

Onun için ev hediyesi olarak, kırmızı tennure giyen uzun siyah saçlı, narin ve zarif görünümlü Estella’ya benzer bir kadın semazenin kendi etrafında döndüğü bir tablo çizdirdim tanıdığım bir ressama. Tennurenin eteğine küçük parçalara ayrılmış ayna parçaları yapıştırmasını istedim ressamdan. Tuvalde resmedilen semahanenin de her yerine ayna kırıntıları yapıştırdı ressam benim isteğim üzerine. Tablonun arkasına ise şunları yazdım;  “Ruh ikizine kavuşmak için ülke ve iş değiştirirken bilemezdin ki bu yolculuğun bu kadar zorlu olup, aldığın yaralarla önce sana kendini sorgulatıp, sendeki ötekiler ve ben ayrışmasını ilk başta körükleyeceğini bu denli, sonrasında ise seni sana yaklaştırırken dışarıdaki ile arandaki duvarın kademe kademe yıkılacağını, ötekinin de senin bir parçan olduğunu anlayacağını, akabinde ise dışarıdakinin aslında var olmadığını anlayıp, olanı da olmayanı aşkla kucaklayacağını. Tüm evrende ne varsa sende de var olduğunu, sende ne varsa tüm evrende var olduğunu anlayacağını. Vuslatın kutlu olsun, aşkta kal Estella, aşkla yürümeye devam et…” 

Yıllar önce uçakta ilk sohbete başladığımız an, bir gün Estella’nın Barselona’daki evinde, elimde böyle bir hediye ile onun pişirdiği deniz ürünlü paellayı yiyeceğimizi hayal dahi edemezdim, O,  hediye paketini heyecanla açarken fonda Concerto pour elle çalıyordu. O sofra, Estella’nın tuvaldeki resmi gördüğü an duyduğu sevinç ve yolculuğu boyunca yaşadıklarını hatırlarım bu şarkıyı ne zaman dinlesem.  Benim için bu şarkı, tüm o süreci içine saklayan bir zaman kapsülü gibi tılsımlı. 

“Alem tek bir suretin aynalarından ibaret” diyerek sizlerin de yolculuğunuzun, bütüne ve size güzellikler getirmesini dilerim. Aşk ve sevgiyle kalın.

Yazar Güz / Edebiyat Gazetesi / Şubat 2025 / Sayı 25

‪Şeyma Esma Yaşar‬ Yazdı: Siyah Gül

‪Şeyma Esma Yaşar‬ Yazdı: Siyah Gül

Bi nilüfer misaliydi bu mazi

İnanmazdık öylesine

Bakardık görürdük ama neden

Neden sevemezdik


Dikenlerim mi batardı

İnsanlar mı kovalardı seni

Şaşardım anlayamazdım kalbini

Göremedim içindeki siyah gülü


Kanmışım amansız bi hastalığa

Kara toprak olmuş bizim kavuşma

Artık yedi cihan birlikte olsa da

İnanmazdım bu amansız hastalığa


Amansız bu hastalığa aşk demişler

Kara toprakta umut olmuş meğerse

Kanmışım bi siyah güle

Şeyma Esma Yaşar / Edebiyat Gazetesi / Şubat 2025 / Sayı 25

İnsan Olmak Kolay Değil

George,  öfkeli, akıllı, hayalperest. Lenni, güçlü, saf, neyi nasıl yapacağını bilmeyen, aşırı unutkan biri.  Arkadaş  sevgisi ile dolu olan, iki insanın hayat hikâyesidir bu. Ancak dikkatli okuyucular için birçok konuyu işlemiş olan kitap, bir insanın başka bir insana  iyilikte bulunmasını, güç sahibi olan insanların kendilerini diğerlerinden üstün görerek bunu daha da göklere çıkarmak için nasıl insanlığını yitirdiğini, iyi niyetli insanların da büyük hatalar yapabildiğini,  umut etmenin insanı nasıl ayakta tuttuğunu!

Fareler ve İnsanlar

"İnsan olmak kolay değildir, hele ki ‘insanca’ yaşanabilecek bir toplum düzeni yoksa!" der John Steinbeck. George ve Lenni geçimlerini ırgatlık yaparak kazanan iki arkadaştır. George ufak tefek ama zeki birisiyken, Lenni iri yarı aşırı güçlü ancak zekâ geriliği ve unutkanlığı olan birisidir. Lenni' nin zekâ geriliği onun çocuksu saflığıyla irdelenir. Lenni yumuşak şeylere dokunmaktan, okşamaktan  hoşlanır. Bu yumuşak şeyler fareler ve tavşanlar bile olabilmektedir. Ancak dokunurken orantısız gücü ve belki de bu yumuşak şeylere dokunma açlığı yüzünden fareleri ve tavşanları öldürür.  Lenni'nin bu tavrı onun bir şekilde hasta olmasına bağlanabilir. Ancak satır araları bunun basit bir rahatsızlık olmadığını açığa çıkarır nitelikteki ince ayrıntılarla doludur. 

Lenni'nin tek dostu George'dur. Lenni ırgattır ve ırgatlar için hayat oldukça zordur. Bu zorluk hayatı yaşanılabilmek için her ırgatı belli bir kabalığa belli bir anlayışsızlığa iter. Hayatta kalabilmek için anlamak değil sürekli savaşmak zorunda kalırsan eğer. Aralıksız olarak. Hiçbir zaman fırsatın olmazsa durup düşünmek, anlamak, kavramak için öyleyse nasıl görebilirsin sebepleri? Lenni neden yumuşak şeylere dokunmak konusunda obsesif bir ısrar göstermektedir? Neden fareleri sadece onların  yumuşaklığını hissetmeye çalışırken öldürmektedir? Hikâyemizin başında  George Lenni'nin cebinde ölü bir fare bulduğunda ona sinirle soruyor: Ölü bir fareyle ne yapabilirsin ki? Lenni ona yalnız başına  yürürken onu baş parmağımla sevebilirim der. Lenni yalnız hissettiği zaman, sevmek istediği zaman yumuşak şeylere dokunuyor. Ben bunun en çok da şefkat hissetmek için obsesiflik derecesinde dokunma hissine dönüştüğünü düşünüyorum. Yalnızlığın en büyük düşmanı başkasından gördüğümüz şefkat ve arkadaşça destek değil midir zaten? Peki yol arkadaşı, tek arkadaşı olan George neden ona şefkat gösterememektedir? George Lenni'yi  aşırı sevmesine rağmen ona şefkat gösterecek durumda değildir... Yaşam mücadelesi o kadar zordur ki durup yumuşayacak zaman yoktur. "insan olmak kolay değildir, hele ki ‘insanca’ yaşanabilecek bir toplum düzeni yoksa!" der John Steinbeck. 

Kimdir bu insanlar, kimdir bu fareler? İşçiler köle gibi karın tokluğuna çalıştırılmaktaydı. Bir şeye sahip olmak, örneğin küçük bir toprak parçasına ve bir eve sahip olmak büyük bir hayaldir. Karınlarını doyurabilmek için o çiftlikten bu çiftliğe savrulan ve günün sonunda bin bir güçlükle yatağa uzanan bu işçiler tıpkı fareler gibidir.  Peki bu düzende insanlar kimdir? İnsanlar mıdır? George Lenni'nin de çiftlikteki diğer ırgatlardan bazılarının da içinde umut ateşi yakan onlara bir anlam veren onlara bir yol veren karakter olarak çıkmaktadır karşımıza. Georgun hayali Lenni ile birlikte küçük bir ev ve arazi sahibi olmaktır. Öyle güzel öyle masalımsı anlatır ki burayı Lenni'ye, Lenni ondan sık sık bu hayali tekrar anlatmasını  ister. Bu iki ırgat arkadaş hatta bütün ırgatlar için masal niteliği taşıyan şey budur işte. Bu küçük ev ve arazi onların özgürlüğünü temsil etmektedir. Belki yine çiftlik işlerini yapacaklardır ancak insanca ve kendileri için ama fare olmadan... Bu hayal yaşlı, bitik bir ihtiyar bir ırgatın bile gözlerinde umut ateşi yakmıştır. Peki, bu ırgatlar bu hayallerini gerçekleştirebilecekler midir? 

Lenni ve Georg'un birlikte çalıştıkları çiftlikte ki yaşlı ırgatımızın artık yaşlanmış ve hasta olan bir köpeği vardır. İhtiyar için bu köpek onun en yakın dostudur, arkadaşıdır ve  yalnızlığının en büyük ortağıdır. 

Köpek sürekli inlemekte ve öteki ırgatlar da bundan sürekli şikâyet etmektedir. İhtiyar ne köpeğini iyileştirebilecek durumdadır ne de köpeğini alıp gidecek bir yeri vardır. İşte işçilerin bu çaresizliği, hayatlarının her bir köşesine sinmiş bu çaresizliğini hiç süslemeden anlatmaktadır Steinbeck. Köpeğin acı çekmesine, inlemesine dayanamayan ihtiyar, köpeğini acılardan kurtarmak ve diğer işçilerin baskısına dayanamadığı için bir ırgatın köpeğini öldürmesine izin verir. Bu olaydan sonra ihtiyarımız bir büyük umut ve bir büyük pişmanlığın pençesine düşer. Umut onun insanca yaşayabilmesi için Georg'un hayalidir.  Bu hayalin, bu planın bir parçası olmak için çabalar. Onun en büyük pişmanlığı ise hikâyemizin en büyük trajedisidir. Ayrıca çiftlik sahibinin oğlunun bir eşi  vardır. Bu kadını belki de sarayda yaşayan fare olarak tanımlamalıyız. Yalnızlığa itilmiş, hapsedilmiş olan bu kadın yaşama hevesi yaşamı tanıma heyecanı ile dolup taşmaktadır. Bu kadın da birinin karısı olmaktan, sevmediği değer görmediği birinin karısı olmaktan öteye geçmeye çalışmaktadır. Bu yüzden o da "farelerin" Planına dâhil olmak ister. Öte  yandan hikayedeki başka  trajik bir olay  ise  kendileri de ezilen işçilerin  siyahi olan bir işçiyi  aralarına almayıp ona yaşattıkları  yalnızlığında  bir tarifi yok..

Tüm bu yalnızlık, tüm bu çaresizlik düğümü tüm bu fare gibi yaşama içindeki insanlığı fare gibi saklama trajedisi bir hayalin gerçekleşmesi ile biter mi? Neden bitmesin? Yaşlı ırgatımızın umudundan bahsetmiştik. Peki ya onun pişmanlığı neydi? Dostunun öldürülmesine izin vermek mi? Hayır. Sarayda yaşayan faremiz ve zeka geriliği olan nasıl seveceğini bilmeyen ama deli gibi şefkat isteyen yalnızlıktan korkan Lenni arasında geçen olaylar sonucunda Lenni bu kadını sevmeye çalışırken sıkmaktan öldürür. Tıpkı sevmeye çalışırken fareleri ve tavşanları avucunun içinde öldürdüğü gibi... Bu orantısızlığı belki de onun korkusundan, yalnızlık korkusundan, şefkate olan açlığından kaynaklanıyordur. Yaşlı ırgatımızın en büyük pişmanlığı dostunu, arkadaşını başka ellerin öldürmesine izin vermektir. Eğer yapılması gerekiyorduysa bunu kendisi yapmalıydı. Belki de onu son kez okşayıp severek, şefkat göstererek, onu sakinleştirerek bir an için bile olsa onu mutlu hissettirerek kendi elleriyle öldürmeliydi. Onu tanımayan umursamayan ellerin öldürmesine izin vermemeliydi. Ancak ihtiyar buna cesaret edemedi. Ne olduğunu ve ne yapması gerektiğini kendisine itiraf edemedi. Hatta köpeğini ne kadar sevdiğini bile itiraf edemedi. İşte belki de bu yüzden üçüncü kez: "İnsan olmak kolay değildir, hele ki ‘insanca’ yaşanabilecek bir toplum düzeni yoksa! diyoruz. 

George kimsenin Lenni'yi anlamayacağını kimsenin ona bir şey sormayacağını, ona işkence edeceklerini, onu zindana atacaklarını ya da öldüreceklerini bilecek kadar akıllıdır. Lenni anlama güçlüğü olan aslında saf ve iyi bir insandır. Lenni bütün bu insanların ona neden kötü davrandığını, onu neden öldüreceklerini ya da neden yıllarca hapsedeceklerini bile anlamayacaktır. Onu böyle bir işkenceye onu böyle bir zalimliğe bırakmak... Gerçek bir arkadaşın yapabileceği bir şey midir? George Lenni'yi çiftlikten kaçırır. Onu bir göl kenarına götürür. Ona her zaman anlattığı hayallerini anlatır. Lenni'ye gözlerini kapatmasını söyler ve onu sanki hayallerindeki güzel küçük çiftliğe götürür. Lenni oradaymışçasına mutluyken  George Lenni'yi vurur. 

Tüm yaşananlar  karşısında  insan bu soruları sormadan duramıyor.

İnsanlar ve farelerin  planları hep ters mi gider gerçekten?

Arkadaşlık-dostluk   sevinçleri ve  zorlukları paylaşmak  mıdır da?

Kapitalist sistem gerçek  dostluk ve arkadaşlık  önünde engel midir?

Gücün tanımını nasıl  yapmalıyız? 

Fiziksel ve zihinsel güç buluşunca  neler yapılır? 

Dayanışma arkadaşlık yoldaşlık bağlılık doğru bir temelde olursa hedefe ulaşma  ve

Hayallerimizi gerçekleştirmede yol acıcı  mıdır? 

Sonuç olarak parası olanların güçlü olanların, kendini insan sandığı; olmayanların ise fare olmak zorunda olduğu bu hikâyede belki de en büyük insanlık arkadaşlık, dostluktur. İnsanca yaşanamayacak bu düzende insana umut veren, yalnızlığı bir nebze olsun dindirebilen arkadaşlıktır. İnsan yalnız başına bir hayalin peşinden koşacak motivasyonu bile bulamayabilir ama arkadaşlık  yaşlı bir bedenin içinde bile umut ateşi yakabilir. Acıyı dindiren de ölümü tatlı kılan da arkadaşlıktır....

John Steinbeck Kimdir?

Amerikalı yazar John Steinbeck (27 Şubat 1902 - 20 Aralık 1968), Amerikalı gerçekçi yazar. Eserlerinde genellikle İşçi yaşamını ve toplumsal sorunları dile getirdi. Gençliğinde bir zamanlar çalıştığı Salınası Vadisi onun eserleri için vazgeçilmez bir mekândır. Bir ailenin Oklahoma'dan, Kaliforniya'ya göçünü anlattığı Gazap Üzümleri eseri ile Pulitzer  ve Ulusal Kitap Ödülünü kazandı. Ayrıca edebiyat alanında verdiği katkılardan dolayı 1962’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.

Deniz Boyraci / Edebiyat Gazetesi / Şubat 2025 / Sayı 25

Şairlik Toprakta Yaşam Denizde Tuz Gökyüzünde Özgür Kuşlardır

Merhaba İsmail Bey, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba. 1958 Çorum doğumluyum. Emekli askerim.  

Yazar İsmail Donanmış

Sizce şiir nedir? Şiirde olmazsa olmaz dediğiniz öğeler var mı?

Şiir; yaşama en güzel dokunuş, duygular bütününün dışa vurumu, düşünlerin anlam derinliği ve en coşkulu ritmidir. Sevmenin, sevilmenin en özgün hali, insan vicdanının en güzel şaheseridir. Şiirde olmazsa olmazım; iç sesi, anlam bütünlüğü, vurgu ve imgeler.

Şairlik sizin için ne ifade ediyor? Öykü, deneme tarzında yazılar da yazıyor musunuz?

Şairlik; toprakta yaşam, denizde tuz, gökyüzünde özgür kuşlardır.

Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Bu yolculukta size kimler destek oldu?

İlkokulda yazdığım ilk şiirimin okul panosuna asılmasıyla başladı.

Son Yaprak isimli şiir kitabınız Alaska Yayınları’ndan çıktı. Kitabınızda şiirseverleri ne tür şiirler bekliyor? İpucu verir misiniz?

Sevi şiirlerinin yanı sıra, toplumsal sosyolojik şiirler. Ağırlıklı lirik şiir türü.

Başucu yazar, şair ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Cemal Süreya, Arif Nihat Asya, Nazım Hikmet.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Öykü kitabı çalışmam var. Birebir tanık olduğum, sorgusunu yaptığım olaylar.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Herkes her fırsatta türü ne olursa olsun kitap okusun. İmkanları dahilinde bir kitap hediye etsin. Saygılarımla.

Teknoloji İyidir Fakat Sayfaları Aşınmış Kitap Daha Güzeldir

Merhaba Elif Hanım, okuyucularımıza kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba ben Elif Gül Yiğit. 2014 Kahramanmaraş doğumluyum. 11 yaşındayım 5.sınıf öğrencisiyim. 3 kardeşiz, 5 kişilik aileyiz. Toplamda 3 kitap yazdım ve yayınlandı.   

Yazar Elif Gül Yiğit

Yazma yolculuğunuzdan kısaca bahseder misiniz? Sizi kitap yazmaya yönlendiren nedenler nelerdir?

Kendimi yazıda daha iyi ifade ettiğimi düşünüyorum. Genel olarak da yazmayı, hayal kurmayı ve resim yapmayı seven bir kişiyim. Yazılarımda duygularımı daha iyi ifade ettiğimi düşünüyorum. Bu da beni yazarlığa ileten temel sebeplerden birisidir.

Yazarlık sizin için ne ifade ediyor? 

Dile getiremediklerimi düşüncelerimle ifade edip okurlarıma sunma ve hayallerimin peşinden koşmaktır. Yazmak benim için özeldir.

Okurun beğenisini kazanan Gizli Operasyon Grubu 2 isimli kitabınız Alaska Yayınları’ndan çıktı, tebrik ederiz. Kitabınızda okurlarınızı ne gibi sürprizler bekliyor?

Merak uyandırıcı bir macera kitabıdır. Okudukça sizi meraklandıran bir kitaptır.

Başucu yazar ve kitaplarınız nelerdir? Yazarların ve kitapların hayatınıza nasıl bir etkisi oldu?

Ağaç Okulu Cahit ZARİFOĞLU. Çok sevdim ve heyecanla eserlerini okuduğum bir yazardır.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir kitabınız var mı? Okuyucularınıza ipucu verir misiniz?

Tabi ki yazma konusunu severek devam edeceğim. Size güzel maceralar yaşatmak benim için güzel olacak.

Son olarak okuyuculara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Hayatlarında her daim uğraşacakları bir ilgi alanı bulsunlar. İnsan boş değildir, sadece gayreti yoktur. Teknoloji iyidir fakat sayfaları aşınmış kitap daha güzeldir.


1932-2025 © Edebiyat Gazetesi
ISSN 2980-0447