Bu sabah uyanır uyanmaz, işlerimin yoğunluğu nedeniyle hızla kendime bir kahve yapıp çalışma masamın başına oturdum. Odamdaki nergis çiçeklerinin kokusu dışarıdan gelen kuş sesleri ile birleşince bendeki telaşı alıp götürdü, daha dingin bir ruh hali ile oturdum masamın başına. Çalışırken müzik dinlerim ben. Çevrimiçi radyolardan birini açtım, çalışmaya koyuldum. Radyoda Concerto pour elle isimli eser çalıyordu. Bu şarkının yeri bende özeldir. Şarkı beni aldı, anılara götürdü.
Doktoramı yeni bitirmiş, yurt dışına taşınıyordum kariyerim nedeniyle. Uçakta yanımda oturan bir hanımefendi (Estella) ile sohbet etmeye başladık. Yolculuk sebebimi sordu, “kariyer” dedim. Ben ona sorunca aynı soruyu, “Ruh ikizimle buluşacağım” dedi.
Sohbet sohbeti açtı, birbirimize telefon numaralarımızı verdik. İletişimimiz hiç kopmadı onunla yıllar içinde. Ben kariyerimle, hayatla ilgili gelişmeleri anlattım ona, o ruh ikizine kavuşmak amaçlı başlayan dönüşüm yolculuğunu anlattı bana. Kendi ruhuna belki de ilk kez yakından baktı süreçte. Gölge yanları ile tanıştı. Gölge yanlarının karanlığında kayboldu bazen, acı çektiği de oldu, şaşırdığı da oldu. Sohbetlerimizde bazen sustu, sadece beni dinledi. An geldi henüz bir ay önce anlatmış olduklarının bile yanılsama olduğundan bahsetti. Aslında onlar yanılsama değildi, o an onun anlamaya, hemhal olmaya hazır olduğu gerçeklikti. Estella değişip, dönüştükçe kendisine dair başka bir gerçeklik, onun hazır olduğu kadar açılıyordu ona.
Bir dönem, anlatmayı kesti. Sadece dinler oldu beni. Akabinde dinlemek de fazla geldi ona, anladım bunu halinden. Bu gibi dönemlerde, o benimle temasa geçene kadar, iletişime geçmedim Estella ile.
Estella neye bakıyorsa kendisini görüyordu. O içine döndükçe kendisini anlar, kendisine yakınlaşır, kendisini tetikleyen şeylerin dedektif dibi izini sürerek görmezden geldiği yanlarına, yaralarına, özlemlerine, yaslarına yakalanır olmuştu. Böylece gölge yanları da ışığa kavuşuyordu,
Estella, gölge yanlarını fark edip aydınlığa çıkardıkça, değişmiş, farklılaşmıştı hayata bakışı, istekleri, öncelikleri. Kariyerinde köklü değişiklikler yapmış, yakınında tuttuğu bazı insanlarla arasına mesafe koymuş, uzak bildiği bazı insanları ise yakınına almıştı. Sıradan bildiği şeylerin aslında hayattaki asıl lüksler olduğunu anlamış, vazgeçilmez sandığı lükslerinin ise gereksizliğini anlamış, hepsinden arınmıştı.
Bu süreç, onun miracıydı. Estella, bıraktığı her şeyle birlikte sanki kendisine ait başka bir kaybettiği parçasına kavuşuyordu. Bir arkeoloğun kazdıkça ulaştığı gizli bir hazine odasında, asırlardır saklı kalan mücevherleri ilk gördüğü anda duyduğu coşkuyu, heyecanı, merakı, mutluluğu hissediyordu kendi içindeki cevhere ulaştıkça.
Bu coşku onun dış görünüşüne de yansıyordu. Yüzünde, vücudunda hiçbir estetik müdahale olmamasına rağmen, her ortamda duruşu, güzelliği ile eskisinden de daha dikkat çekici hale gelmişti. Estella zaten çok güzel bir kadındı fakat bu içsel yolculuğu vesilesiyle kavuştuğu gerçek benliği, onun ışığına ışık katmıştı. Bir keresinde ona “Senin gizli güzellik iksirin, kendini bulmuş olman” dediğimde, gözlerini teveccüh ile kaçırıp “Ben halen yolcuyum ve yol ömürlük” demişti mahcup bir şekilde.
Estella, kendini tanıyıp anladıkça, dışarıdakini sorgulama, inceleme, gözlemleme ihtiyacı duymaz olmuştu. Nasıl olsa, o gün hangi haldeyse, o halden dinleyip, görüyordu etrafında olup biteni. Kendini bilmek olmuştu önceliği. Genç kadın, sırlı yolculuğuna ruh ikizini bulma arzusuyla girdi. Ancak, anladı ki kendi ile gerçekten tanışmadan, ruh ikizi kelimesinin içi boş kalıyordu.
Yolculuğunda farkeeti ki, insanı kendisine götüren yol; koşullar ne olursa olsun, yanında kim olursa olsun bir noktadan sonra tek başına yürünüyormuş. İnsanın atalardan getirdiği epigenetik kodları ve çocukluk travmalarıyla yüzleşmesi, içine doğduğu toplumun yüklediği kodlardan arınması, okuyup, izlediği, örnek aldığı rol modellerinin kendisine uymayan kalıplarından sıyrılması, olmaya çalıştığı ile gerçekte olduğu halinin arasındaki farkı hazmetmesi, kendisine itiraf etmekten çekindiği ya da farkında dahi olmadığı gölge yanlarını ışığa çıkartıp, aydınlatması zorlu, uzun, sabır gerektiren ve yalnız başına içinden geçilen bir süreçmiş. Estella’nın yolculuğuna uzaktan şahitlik ederken Platon’un mağara alegorisini daha iyi anlar olmuştum.
Genç kadın, kendisini buldukça dışarıdakine ihtiyaç duymaz olmuştu. Dışarıda aradığı her şeyin kendi içinde saklı olduğunu anlamıştı.
Estella ile tanışalı yedi yıl olmuştu, çocukluk hayali olan dedelerinin geldiği topraklar olan Barselona’ya taşındı yanına sadece iki bavul alarak. Dışardan gören belki de “ne kadar basit, sıradan ve az şey alarak taşındı” derdi onun için. Oysa Estella kalbine kocaman evreni sığdırarak, epey varlıklı bir şekilde yeni bir hayat kuruyordu kendisine Barselona’da.
Onun için ev hediyesi olarak, kırmızı tennure giyen uzun siyah saçlı, narin ve zarif görünümlü Estella’ya benzer bir kadın semazenin kendi etrafında döndüğü bir tablo çizdirdim tanıdığım bir ressama. Tennurenin eteğine küçük parçalara ayrılmış ayna parçaları yapıştırmasını istedim ressamdan. Tuvalde resmedilen semahanenin de her yerine ayna kırıntıları yapıştırdı ressam benim isteğim üzerine. Tablonun arkasına ise şunları yazdım; “Ruh ikizine kavuşmak için ülke ve iş değiştirirken bilemezdin ki bu yolculuğun bu kadar zorlu olup, aldığın yaralarla önce sana kendini sorgulatıp, sendeki ötekiler ve ben ayrışmasını ilk başta körükleyeceğini bu denli, sonrasında ise seni sana yaklaştırırken dışarıdaki ile arandaki duvarın kademe kademe yıkılacağını, ötekinin de senin bir parçan olduğunu anlayacağını, akabinde ise dışarıdakinin aslında var olmadığını anlayıp, olanı da olmayanı aşkla kucaklayacağını. Tüm evrende ne varsa sende de var olduğunu, sende ne varsa tüm evrende var olduğunu anlayacağını. Vuslatın kutlu olsun, aşkta kal Estella, aşkla yürümeye devam et…”
Yıllar önce uçakta ilk sohbete başladığımız an, bir gün Estella’nın Barselona’daki evinde, elimde böyle bir hediye ile onun pişirdiği deniz ürünlü paellayı yiyeceğimizi hayal dahi edemezdim, O, hediye paketini heyecanla açarken fonda Concerto pour elle çalıyordu. O sofra, Estella’nın tuvaldeki resmi gördüğü an duyduğu sevinç ve yolculuğu boyunca yaşadıklarını hatırlarım bu şarkıyı ne zaman dinlesem. Benim için bu şarkı, tüm o süreci içine saklayan bir zaman kapsülü gibi tılsımlı.
“Alem tek bir suretin aynalarından ibaret” diyerek sizlerin de yolculuğunuzun, bütüne ve size güzellikler getirmesini dilerim. Aşk ve sevgiyle kalın.
Yazar Güz / Edebiyat Gazetesi / Şubat 2025 / Sayı 25
Hiç yorum yok
Yorum Gönder